Ciddi anlamda çok yoğun geçen bir iş gününün ardından eski dostlarla çıkılan iftar yemeği… Günün sonunda eve gelip o sıkıcı kıyafetlerden kurtulup en rahat ev kıyafetlerini giyip, koca bi fincan yeşil çayı masama alıp, yazı yazmaya başlamak.. Tanrımmmm (D, Tanrımmmm, diyişimi çok seviyoo) işte huzura eriyorum.
Pazartesi günlerinin kendine has iğrenç bir sendromu olduğunu biliyor ve bile bile yaşıyoruz bunu her hafta başı, Biliyoruz, ama yine de her defasında içine alıyor bizi o sendrom. Bi kere, sabah uyanmakta zorlanıyoruz ki bu sabah yine saatim çalmadan, servise geç kaldığımı sanan ebeveynlerim tarafından uyandırıldım; “kalk kızım kalk kalk saat 7 buçuk servis kaçacak”. Bu cümleye ne kadar da alışkınım. Duyar duymaz uyumaya devam ediyorum.
Anaokulunda çalışmak zevkli bir iştir. Bütün gün çocuklarla ilgilenirsiniz onlarla oyunlar oynarsınız, çocuk dünyasına dalarsınız. İlk duyduğumuzda kolay bir iş gibi gelse de aslında dünyanın en zor işlerinden birisidir, çünkü söz konusu olan bir çocuktur, bir umuttur, bir hayat, bir nefes, hayata hazırladığımız bir kişiliktir. Onun için attığınız adımdan tutun da aldığınız nefesin sesini bile ayarlamanız gerekir. Sınıfları öyle bi düzenlemelisiniz ki her çocuğa uygun olsun ve hiçbirşekilde ruhlarını yormasın. İşte o hazırlıklardan bi tanesini yaptık bugün okulumuzda. Camlara çizilen ve renklendirilen kelebekler. Ramazanın da etkisiyle daha da fazla yorulduk tabiî ki ama ortaya çıkan sonuç gerçekten iyiydi. Yaptığım hileyi saymazsak tabi… (kelebeklerin kanatlarını, kanatları üzerindeki puantiyelerini, gövdelerini sarı-kırmızı boyamak, benim boyadığım kelebekler hemen kendini belli ediyor kısaca)
Biz öyle bir yerde büyüdük ki apartmanımız çıkmaz sokakta, yani sokağın hakimi bizler, her köşe başında bir anımız olacak şekilde, kışları kardan adam yaptığımız köşe başı, yazları oturup çekirdek yediğimiz duvar yanı, her yerde ayrı ayrı hatıralarımız var. Eminim ki sokağa her girişimizde hepimiz aynı şeyleri düşünüyor ve eski günlerimizi hatırlıyoruz. Ne zaman ki sokağımızda oynayan yeni küçükler görsek, “bizim zamanımızda daha farklıydı” diyoruz. Büyüğümüzden küçüğümüze kadar hepimiz sanki aynı zaman içinde yaşıt olurduk, aramızda yaş farkı olsa bile aynı duvar üzerinde oturur, aynı paketten çekirdek yer, aynı muhabbetleri eder ve aynı şeylere gülerdik. Böyle bi ortaklığımız vardı işte. Şimdi düşünüyorum da ne kadar da büyümüşüz o günlere bakınca. Ayrı yerlere dağılmışız, ayrı şeylerle uğraşıyor ayrı hayallere dalıyoruz, önceden kurduğumuz tek hayalin zamanı gelip dışarı çıkıp birlikte olmak olduğunu düşününce, böylesi garip.
Evlenenlerimiz var şimdi ve evlilik yolunda olanlarımız. Şaşkınlıkla hayretle bekliyoruz düğünlerini. Küçükken birlikte top kovaladığımız insanların düğünlerine gitmeyi. Onların mutluluklarını paylaşabilmeyi, yine biz gibi, yine çocuk gibi, yine çocuk yüreğiyle, yine temiz niyetiyle, bekliyoruz.
Şimdi düşündüm de, yollar ayrılmış olsa bile yine bi yerlerde ortak bi gönül paydamız varmış ki şuanda bunları yazabiliyorum. Gülümseyebiliyorum kim bilir belki de gülümsetebiliyorum.
Hayal ediyorum şimdi,
Günü gelmiş, ben bir gelin, etrafımda çocukluğum, çocukluklarım, arkadaşlarım, ve
Elim elinde hayatımın, yarınlarımın, umutlarımın
Yine biz gibi yine çocuk gibi, yine çocuk yüreğiyle, yine temiz niyetle..
...Yaşamm Pınarımm...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder