Pazar, Ekim 31, 2010

Ekim'den Kasım'a....

Harika geçen bir hafta sonunun, bir bayram tatilinin ardından yeni bir haftaya ve yeni bir aya başlıyoruz yarın. Ayın 1’lerini (artık) hiç sevmiyor olsam da yine de başlangıçlar hep güzeldir felsefemden vazgeçmeden en azından şu avuntuyla “bir şey başlıyorsa bir şey bitiyordur. Bir şey bitiyorsa bir şey başlayacaktır, bir şey başlayacaksa bir şeylerin bitmesi gerekir, bir şey başlıyorsa umut yaşıyordur hala” devam ediyorum yaşamaya…

Kısaca; 29 Ekim’imizi kutladım, en yakın en can en küçüklük en gençlik arkadaşımın bebeğini kucağıma aldım, bi arkadaşıma bi bebeğine baktım, lise günlerimiz geldi aklıma, gözlerim doldu ama ağlamadım, mutluluktan bile olsa, ağlamadım, güldüm… Pembe evimizin önündeki yemyeşil çimlere basamamış olsam da yine de rahatlık, dinginlik o sessizliğin huzru sardı sarmaladı beni… dinlendim bi güzel ve şimdi İstanbul’da evimdeyim.

Bol moral ve motivasyonla gelmişken evime, zorladım kendimi, hiçbir şey bozamaz sinirimi, kaçıramaz keyfimi dedim kendi kendime…
Dedim işte, belki bozulmaz diye…

Öyle bir ay olsun ki bu ay, herkese güzel gelsin, yenilikler, gidişler, geri dönüşler, başlangıçlar, bitişler, sevmeler, gitmeler ve herkesler hep iyi, güzel olsun..

Ne olursa olsun… yine de güzel olsun.. umut hep olsun..
Kaybetmiş bile olsak, kaybolmuş bir şeyler bir gün ortaya çıkıp gelebilir, geldiğinde hayat verebilir..
Yani o kaybettiklerimiz hala aslında “var” demektir..

Her şey güzel olsun, Türkiye’de de, başka bir ülkede de…
Nefesimiz neredeyse, baktığımız gökyüzü hep aynı değil mi zaten?

Cuma, Ekim 29, 2010

29 EKİM'İMİZ...BAYRAM GÜNÜMÜZ....


Sabah erkenden uyandık ve iş yerimizin müdürü, asistanı, psikologu, 7 öğretmeni olarak evlerimizde bugün için hazırladığımız kıyafetlerimizi giyindik. İş yerimize gittik ve miniklerimizi beklemeye başladık.
Pardon, öncesinde bayram kahvaltısı yaptık. Okulumuza gittiğimizde uzun bir kahvaltı masası sevgili Elif’imiz tarafından hazırlanmış okulumuz sevgili Cihannur’umuz tarafından tertemiz hale getirilmişti.
Uzun masamızda bayram kahvaltımızı yaptık. Kıyafetlerimize bakıp güldük eğlendik. Beyaz gömleklerimiz, kırmızı süeter/hırka/şallarımız ile kendimizi türk bayrağına benzettik. Eğlenceli bir KIRMIZI-BEYAZ kahvaltıdan sonra miniklerimizi ve anne-babalarını beklemeye koyulduk.
Gelmeye başladılar, onuncu yıl marşımızı çalmaya başladık. Marşımız eşliğinde miniklerimiz ve velilerini gülümseyerek karşıladık. Dedeleri ve nineleri en güzel kıyafetlerini giyinmişler, miniklerimiz de kırmızı elbiseleri, kırmızı kravatları ile minik kahramanlarımız olarak bize “bayramımız kutlu olsun öğretmenim” dediler. O minicik yürekleri, taptaze beyinleriyle bayram kutladılar. Kendi yakalarımıza taktığımız ATATÜRK fotoğraflarını onların yakalarına da taktık ve heyecanla annelerine gösterdiler; ve kimisi “ANNE BAK ATATÜRK GERÇEKTEN YÜREĞİMDE DURUYOR” dediler…
Saygı duruşumuzda o minicik kahramanlarımız da bizimle saygıya durdular, istiklal marşımıza olabildiğince eşlik ettiler. Öğretmenleriyle birlikte Şiirler okudular, şarkılar söylediler… Sonunda, 1 gün önce yaptıklar ay yıldızlı cumhuriyet bayramı pastasının üzerindeki mumları üflediler ve pastalarını yediler.
Ellerine ay yıldızlı kırmızı balonları ve Türk bayraklarını alıp okulumuzdan yine onuncu yıl marşımız eşliğinde bayraklarını sallaya sallaya ayrıldılar.. gülümseyerek, minicik yüreklerinde coşkuyu hissederek..
biz de birbirimizi bu güzel gün için kutladık, tebrik ettik, bayramımız kutlu olsun dedik ve kırmızı beyaz halimizle bir sürü fotoğraf çektik, kahkahalar eşliğinde, eğlenerek, gülerek…
düşündüm de, bugün okulumuzun eğitim öğretime başladığından beri bu kadar mutlu huzurlu coşkulu geçirdiği tek günüydü belki de.. herkesin delicesine mutlu olduğu ve gülümsediği, işini hevesle yaptığı, yapıp işinden çıkıp bayramının tadını çıkarmaya çıktığı, güzel günümüzdü..
bugün çok güze bir gündü.
Arzu ettiğim gibi hava şartları nedeniyle ortaköy’e gidip havai fişek gösterisi izleme şansını kaybettik ama, o minik öğrencilerimizin, velilerinin gözlerindeki ışıltıyı ve mutluluğu görmek;
Paha biçilemezdi..

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…



Not: bugünkü resimlerden, edindiğim gün içerisinde mutlaka paylaşımda bulunacağım..

Çarşamba, Ekim 27, 2010

HAYAT...HAVA...


Öyle bir yağmur yağdı ki bugün istanbul’a. İş yoğunluğuna dalmış, artık günün son iş saatlerinde son seanstayken, konuşulanlara kendimi kaptırmış yeni fikirler üretmeye çalışıyorken öyle bir ses duyduk ki odadaki hepimiz, dönüp arkamızı pencereden dışarıya baktığımızda çok şaşırdık.
Sabah ayazı daha dinmeden evden çıkıp iş yoluna koyulduğumuz için havanın ne kadar soğuk olduğunu ya da olabileceğini fark edemedik ama gerçekten bu kadar değişeceğini de tahmin edemedik.
Evet kara kara bulutlar vardı gökyüzünde, bütün gün ofiste ışık yakmak zorunda kaldık ama kış mevsimine has bir şeydir ya bu, gündüz bile olsa ışık yakma ihtiyacı duyabilir insan.
Hava kararmış artık karanlık çökmüşken, seans sırasında gelen yağmurun o sesi
Çatımıza vuruşu ayrı, gök gürültüsü ayrı, rüzgarın ıslıkları ayrı.
Arkamı dönüp baktığımda gerçekten “göz gözü görmez” derler ya aynı öyle bir görüntüyle karşılaştık.
Sanki birden birkaç ay ileriye atlamış kara kış yaşıyormuş gibi bir hava, sokak lambalarının vurduğu ışığa bakarak yağmurun şiddetini fark edebildik ve açıkçası ürktük.
Şimdi yine dışarıda yağmur yağıyor şakır şakır. Sesi geliyor kulaklarıma, toprak kokusunu alamadım henüz ama, gelir birazdan diyorum kendi kendime.
Bu dengesiz havayı düşündüm de, hayat da bazen böyle değil mi bir güneşli bir yağmurlu değil mi?
Sonbahar güneşinin yalancı ısınmalarından sonra ayazla donmak, yaşadığımız bazı mutlulukların daha sonradan sahte olduğunu anlamak..
Bilemiyorum.. bir paralellik var gibi..
Hayat ve hava durumu…
Bir paralellik var gibi..
Günlerimizin ilk bahar tadında huzur verici, sonbahar yağmuru gibi dinlendirici olması dileğiyle…
Mutlu günler…
Bol güneşler…

Sevgiler…

PınarYaşamPınarım…

Salı, Ekim 26, 2010

29EKİMCUMA-5.CUMARTESİ-5.PAZAR


5 cumartesi ve 5 Pazar’ı olan bu ayı da bitiriyoruz, az kaldı.
Daha önceki cumartesi pazarlar nasıl geçti bilmiyorum, hatta şuanda daha Salı gününden cumartesi ve Pazar ile ilgili yazı yazmak da ne kadar doğru bilmiyorum ama takvime ilişti gözüm birden, keyiflendim birden. Ve bi baktım tıkır tıkır yazıyorum gerçekten =)
Bu hafta sonunun bir özelliği var, Cuma akşamından eğlenmeye başlıyoruz. Cuma gününün 29 ekim olması sebebiyle, istanbul’un bir çok yerlerinde şenlikler konserler fener alayları düzenleniyor. Biz de bu sene 29 Ekim coşkusunu ortaköy’de Boğaziçi ve kız kulesi arasında atılacak havai fişek gösterisini izleyerek yaşamayı planlıyoruz. O yüzden cumartesi sabahına Cuma akşamını harika noktalayarak uyanacağız. Madem ki Cuma akşamından keyifleniyoruz, cumartesi Pazar’ımız da bize kalıyor,
E Salı gününden keyiflenebilir, planlarını yapmaya başlayabiliriz =)
Ekimin bu son haftasında düşündüm de 11-15 haftasını “mutluluk” haftası ilan ettikten sonra aldığım geri bildirimlerle gerçekten birilerini mutlu edebildim. Ve şimdi, havalar soğumuş olsa da, yıl sonu adım adım yaklaşmış ve işlerimiz yoğunlaşmış olsa da ve hayatında daha bir çok oyununa rağmen bu son haftayı da güzel geçiriyor ve 29 ekim’i güzel kutluyoruz. Başka şehirlerde olan arkadaşlar bu günü nasıl kutlar bilemiyorum ama bu post’u siz de kendi sayfalarınızda paylaşırsanız eğer daha geniş kitlelere hitap ederiz,
HEP BİRLİKTE =) Daha fazla insana 5. Cumartesi ve 5. Pazarla ilgili güzel düşünceler katmış oluruz belki de kim bilir.. ve paylaşırız belki de 29 Ekim’imizi, 5.cumartesimizi ve 5. Pazarımızı..
İyi bir Çarşamba-Perşembe-29ekimcuma-5.cumartesi-5.Pazar dileğiyle…
Sevgiler..

PınarYaşamPınarım…

not:takvim fotoğrafı koymak istedim ama benden olsun dedim, görüntü çalışma masamdan ;)

Pazartesi, Ekim 25, 2010

GEL !!!!!

Ben sana git demiştim ama, sen gitmesen yine de…
Üzmüştüm seni ama sen üzmesen beni..
Yok istemem dedim ama sen bırakmasan yine de beni olmaz mı ki
Ben hep yine buradayım, arayıp bulurmuyum ki seni
ben sana istemem demiştim ama…
pişman oldum ben…
gitme sen..
gel hep kal dünyamda.
Gitmem bidaha söz sana…
Gitme ama sen kal hep yanımda.
Alamam demiştim dünyayı karşıma
Kal sen yanımda
Varsın yansın bu dünya
Kal sen yanımda,
Varsın gelsin laflar kulağımıza
Vursun geçsin çelik oluruz biz yine hayata
Kal sen yanımda
Gitme bir adım uzaklara
Ben git demiştim sana ama
Gitme sen, kal sen yanımda
Ben istemem demiştim sana ama,
Pişman oldum ben,

GEL….

Salı, Ekim 19, 2010

aşk kokan anne baba...


Odama geldiler ve masamın sol karşısında yan yana duran iki sandalyeye oturdular. Masanın ardından durup dinledim onları. Çocuklarıyla ilgili konuşurken dikkatimi çeken çocukları ile ilgili söyledikleri ve gözlemleri değil birbirlerinin cümlelerini tamamlamaları, birbirlerine destek olmaları, birbirlerine bakışları, gülümseyişleriydi.
İçimin titrediğini hissettim bakarken. Baba o kadar sevecen o kadar nazik ve o kadar sevgi doluydu ki. Aynı şekilde anne de bi o kadar tamamlayıcı anaç ve çaktırmadan nazlı ve edalı.

Düşündüm.
Şimdiye kadar yaptığım görüşmelerin hangisinde karşımdaki çifti “anne ve baba olmak”ın dışında onları “birbirine aşık karı koca” olarak görmüştüm? Düşündüm. Şimdiye kadar karşıma gelen hangi çift böyle içimi titretmiş ve birbirlerine bakışlarından böyle mutlu olmuştum.
Karısının gözünün üzerine düşen saçı nazikçe yüzünden savuran, kocasının sırtını sıvazlayan o çocuğundan bahsederken, gülerken birbirlerinin gözlerinin içine bakan?
Minik espriler yapan ve esprilere daha da renk katan, renkleri uyumlu, ve bu kadar hissedilebilir olan dışarıya vurdukları duygu?

Düşündüm.
Bir gün anne olursam ve yanımda çocuğumun babası olduğunda; öğretmenleriyle görüşmeye gittiğimde gerçekten böyle hala aşk kokabileceğim bi eşim, çocuğumun öyle bi babası olsun.

Düşündüm.
Ne kadar güzel ki; sevginin saygının yok olmadığını dışarıdan görebilmek, buna gıpta edebilmek, maşallah diyebilmek ve böyle çiftlerin olduğunu görmek bunu yaşamak.

Düşündüm.
Şuan içimden geçenleri onlar bilmiyorlar ama bilmelerine de gerek yok.
Onlar öyle güzel veriyorlar ki birbirlerine her şeyi, anne baba olmak ve karı koca olmak, hepsini bir arada gördüm

Sevginin saygının uçuştuğu odamdan çıktıklarında,
Aşkın kokusu bıraktılar bana ve odama…
Bi de sebep oldular bu yazının ortaya çıkışına...

Sevgiler...
Aşk kokulu günler... ;)

Pazar, Ekim 17, 2010

"her imkansızlığa rağmen"

Bi gece…
Gözlerimi kapadım, kendimi bu odanın dışında varsaydım.

Karşımda duruyorsun şimdi, öyle güzel, öyle mis kokulu, öyle güzel gülüyorsun ki şimdi bana baka baka, gözlerim kapalıyken bile görüyorum seni ben şimdi.
Bi yere koydum şimdi ikimizi, bi tek denizin sesi var kulaklarımızda,
Kokun karışmış denizin kokusuna, sessiz duruyorsun öylece, ben seni izliyorum, sen beni dinliyorsun.
Şarkı mırıldanıyorum ben. Sen gülümsüyorsun yine, en güzel şeklinle..
En göz alıcı halinle..
Ben şarkı mırıldanıyorum sen bana bakıyorsun
Ben sana yine aşık oluyorum
Öyle heyecanlanıyorum ki… öyle mutlu oluyorum ki.. sen bana bakıyorsun, ben sana şarkı mırıldanıyorum, sen mutlu oluyorsun, aşk kokuyorsun
Ben öyle mutlu oluyorum ki mutluluğundan. Daha da mutlu ol diye durmadan söylemek istiyorum durmadan duraksamadan..
Geldin şimdi yanıma, ben başımı omzuna yasladım. Güldün yine bana. Boynundaki kolyenin soğukluğunu hissettim, öyle sokuldum sığındım sana.
Öyle sarıldın bana, ve durdu dünya…
Daha önce söyleyemediğimiz her şeyi söyledik tane tane..
Öyle bir mutluluk sardı ki her yeri, kokusu buram buram geldi denizle, ıslık çaldı deniz bize…
Daha önce hiç birleşmediği gibi birleştirdik ellerimizi, tek avuç yaptık ellerimizden…


Açtım gözlerimi. Baktım odamdayım.. Yoksun sen, deniz yok, kokun yok, kolyen yok..
Ellerin nerede?
Yalnızım ben…
Her imkansızlığa rağmen,
GİTME,NOLUR;
GEL….

Cumartesi, Ekim 16, 2010

gelemem...


Üzgünüm gelemem sana.
Ellerini uzatsan da bana bakamam dokunamam
Tutunamam kollarına
Yaslayamam başımı omzuna
Gülümseyemem, gülemem gözlerine
Değdiremem gülüşlerini gözlerime
Yaktıramam, yüreğini değdiremem yüreğime,
Yüreğimi veremem, versem de verdiğimi söyleyemem
Söyleyemem sana içimi,
Göstermem sana düşündüklerimi
İstesem de gösteremem
İçim gitse de saklayamam resimlerini
Bayıla bayıla baksam da çeksem de içimi derinden derinden
Söyleyemem
Gelemem sana ben.
Ne gerçekler vardır ki göz ardı edilemez
Geride bırakıp gelemem sana
Görmemezlikten gelip dokunamam sana
Yaslanamam sana
İstesen de, istesem de gelemem artık gelemem
Bilsem de güm güm vurduğunu ve
Hop ettiğini yüreğinin, her duyduğunda adımı,
Ve şimdi bile titrerken pır pır düşündükçe bebek suratını
Gelemem sana gelemem
Gelemem artık..
Duramam hayatın karşısında çılgınca
Sen bile olsan duramam
Alamam karşıma tüm dünyayı
Başa çıkamam alt edemem her lafı
Sen bile olsan yapamam
Duramam hayatın karşısında çılgınca…

Cuma, Ekim 15, 2010

11-15 EKİM HAFTASI (FİNAL) =))))))

Nedendir bilmiyorum ama bu haftayı çok önemsedim. Çok güzel başladım, çok hareketli başladım, güzel uyandım vs. nedenlerden midir bilemiyorum ama bi değişiklik yapıp 11-15 ekim haftası attım ortaya. Bununla ilgili 2 tane de yazı yazdım, fark ettim ki çok fazla kişiye ulaşamasam da bi kaç kişiyi mutlu edebildim. En azından şunu dedirttim “çok moralim bozuk ama bu hafta 11-15 haftasıydı dimi pınar, bunun için gayret ediyorum”. Aslında çoğumuz için belki de önemsiz bu haftayı önemli hale getirebildim birkaç kişi için..O yüzden mutluyum..

Bu kadar söyledim söyledim 11-15 Ekim diye, şimdi oturduğum sandalyede düşündüm de, benim haftam nasıl geçti?
Tek kelimelik bir özetle; YOĞUN…
Ama yine de iyi…

Evet.. Şimdi oldu 16 Ekim..
16 Ekim hayatımda özel tarihlerden birtanesi ve zamanında çok özendiğim, en güzeli nasıl olsun diye aklımı düşünmekten zorladığım tarihlerden bir tanesi..
Güzel olsun bu cumartesi hepimiz için..
Doğum günü kutlu olsun..

11-15i güzel-kötü geçiren herkes için, harika bir hafta sonu olsun..

PınarYaşamPınarım…

Çarşamba, Ekim 13, 2010

11-15 EKİM HAFTASI (2)

Yaz tamamen bitti artık, farkında olmak bi kenarda dursun üzerimizdeki kalın kazaklardan çizmelerden iyice anlıyoruz bunu ve hala yaz mevsiminde kalıp onu yaşamak isteyen bazıları bile anladı sanıyorum bu işi
Her ne kadar pastırma sıcaklarının geleceği Müjdesi(kime ve neye göre bu müjde!)verilmiş olsa da meteoroloji tarafından, sonuç itibariyle o da geçici bir şey, ben de ilan ediyorum
Güz bile bitiyor, kışa giriyoruz...
Yazın ışıltısı cıvıltısı, tatiller,izinler, bronzlaşmalar, fıkır fıkır kaynamalar, yaz aşkları, yazlık arkadaşları, ve yaza ait bir sürü ıdı vıdı hepsini yaşadık bitti, şimdi nedir, iş ve okul zamanı.
Havanın bu bulutlu siyahımsı durumu insanı bunalıma sokar gibi oluyor. Zaten soğuk,zaten sabahın köründe kalkıp hazırlanmak ve işe gitmek zorundayız, zaten yapacak bir sürü şey var, zaten uykusuz kalmışız, of nerden çıktı şimdi bi de bu yağmur
Zaten işimi de sevmiyorum, zevk de almıyorum, aman bu okul da oku oku nereye kadar, bu master biter mi, bu işler yoluna girer mi, ayyy tanrım bu kasvet geçer mi
“Kış bunalımına mı girdin sen yaaa” deriz ya tam da işte onun gibi.
Peki yapacak ne var?
Kadercilik,hayalperestlik,spor,realist düşünce,meditasyon,gezme tozma,kışın tadının çıkarma vs. vs. yapacak aslında çok fazla şeyimiz var.
Kaderci olma bir şeyler yap tarzında düşünceler savunuyor olsam bile çoğu zaman “kısmet işte yaa” diyenlerdenim ama öyle anlar olur ki işte bazı şeyleri değiştirmeye insanın gücü yetmez. Öyle zamanlarda da hayatımızın içindeki olumlu parçaları bulup çıkartmak gerektiğine inanırım.
(Yani bu inancım son bi kaç gündür açığa çıktı, beni bilenler “dediğine bak yaptığına bak” demesinler)
Gerçekten yaşarken çok fazla şey yaşıyoruz, mücadele etmek için gücümüzün azaldığını hissettiğimiz de oluyor ama önce sağlıksız sonra güçsüz yaşanılmıyor. Olumsuzluklar hayatımızda hep olmak zorunda, ben artık kabullendim bunu, nefes aldığımız sürece çok mutlu da olabiliriz çok mutsuz da bunun tam ortasını da bulabiliriz elbet ama işte o noktada bize biraz iş düşüyor diye düşünüyorum.
Hayatınızda var olan canınızı sıkan keyfinizi kaçıran moralinizi bozan işiniz sevgiliniz dersleriniz fiziğiniz vs. ne ise, değiştirilebilecek olanlar ve değiştirilemeyecek olanlar diye aslında siz farkına varmadan gruplanır. O yüzden değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirmeye çalışarak değiştirilemeyeceklerin yükünü hafifletin.
Madem ki kış geldi havalar bozdu, yağmur çamur ama sevmiyorsunuz bu sululuğu, ama katlanmak zorundasınız ve yaşamak zorundasınız; yaşayın o zaman. Giyinin montlarınızı çizmelerinizi, takın şalınızı şapkanızı, istiklalde yağmurda yürümenin keyfini çıkarın, kokusunu asla unutamayacağınız sıcak bi kahve&sıcak çikolata yudumlayın. Eski arkadaşlarınızı görün ve kış sezonunun vazgeçilmez etkinliği, sinemaya gidin. Sıcak sıcak oh mis.. =)
Yazın sıcaklığında insanın yapası gelmiyor çoğu zaman ama bu havaların kendinizi hamlaştırmasına, hantallaştırmasına izin vermeyin, spor yapın. Hiç bir şey yapamasanız bile sadece KENDİNİZ için günde yarım saat yürüyün. Sadece KENDİNİZ için.
Kilit cümle bu aslında. Her şeye ve her şeye rağmen, şimdiye kadar olan olumlu olumsuz her şeyin üstüne yeni güzel şeyler koymak için, sadece KENDİNİZ için bir şeyler yapmaya başlayın. Ve bunu kendinize hissettirin. KENDİM İÇİN BİRŞEY YAPIYORUM, diyerek bunu kendinize gerçekten kabul ettirin.
Böyle şeyleri okuyunca bazı cümleler hep klişe gelir bana ama bazen klişeler doğrudur ve bu hayatta sizi en keyifli yapacak şey yine kendinize giden yoldur.
Ben bu haftanın adını 11-15 EKİM Haftası koymuştum, ne olursa olsun kendimizi mutlu etmeye çalışıyoruz, diyerek. Ve ısrarım devam ediyor.

Çarşamba bugün ve çarşambalar hep tepe noktası gibi gelir bana…
Tepeye çıkartın kendinizi en tepeye, hatta gidin aynaya bakın gülümseye gülümseye…
Kendi gülümseyişiniz bile bi armağandır aslında kendinize…

PınarYaşamPınarım

Pazartesi, Ekim 11, 2010

YE-DUA ET-SEV

Yazdığım gibi, 11-15 Ekim haftasını “mutlu hafta” ilan etmek için çalışmalara başladık. Ne olursa olsun kendimizi mutlu etmeye çalışıyoruz bu hafta. Neden bu hafta peki ? bir sebebi yok, minik minik ısınma turları bunlar diyelim bari..

Evet vizyona yeni girmiş ama daha önceden yazılmış ve okunma rekorları kırmış benim de elimden geçmiş bir kitabın, filme dönüşümünü izledik dün gece.

Dışarıdan bakıldığında aslında “tam bir kadın filmi” diyenler olduğunu biliyorum ve okudum ama, en yakın arkadaşınızla, ya da hani derler ya “kanka”yla, hatta sevgiliyle bile gidilebilecek bir film.
Uzunca bir film. İzliyorsunuz izliyorsunuz, farklı farklı yerlere gidiyorsunuz, İtalya’da harika pizzaları makarnaları görüyor, hindistan’da değişik meditasyon şekillerini tanıyorsunuz.
Bir kadının gönlüne dokunuyorsunuz bir yandan ve bir kadın farkında olmadan sizin gönlünüze dokunuveriyor. Filmin bir yerinden bir şeyler bulup çıkartabiliyorsunuz.
En güzeli de şu ki, her şeye rağmen hayattan zevk almanın ne demek olduğunu ve aynı hızla büyümeyi olgunlaşmayı, tek kelimelerle ağlıyor olmanın yüze nasıl yansıdığını ve bir insanın yüzünde gözlerinde korku, kırılmışlık, parçalanmışlık, yalnızlık okuyabiliyorsunuz.
Hani deriz ya hep, “gitmeliyim buralardan” diye, işte izleyince daha da çok hevesleniyorsunuz gitmek için. (filmde kadın çok geziyor ama parası hiç bitmiyor, çok yiyor ama kilo almıyor, biz bu kısımlara çok özendik)
Korkuların bir insanı nasıl teslim aldığını, harcanmışlıkları ve daha sonra pişmanlıkları izliyorsunuz. Ve sonra geri dönüşleri.
Bu hayatta ne olursa olsun, hayatınıza kim girerse girsin ve kim sizin ardınızdan deli gibi üzülürse üzülsün; bir gün herkesin kendi hayatına geri döndüğünü, bir çok şeyin son bulduğunu ve yeni şeylerin doğumunu izliyorsunuz.
Bir avuç içine bakarak neler söylenir ve o söylenenlerin karşısında ne cevaplar verilir izliyorsunuz; izlerken kim bilir içinizden geçen cevapların filmde döndüğünü görüyorsunuz..
Yani, hem kitabı okumuş hem filmi izlemiş biri olarak, filmi izlemek daha eğlenceli. Eğer kitabı okumadıysanız, filme gidin ve tadını çıkartın.
Hele ki kırılmış kalbiniz, defalarca parçalanmış hayalleriniz, kaybettiğiniz bir KENDİNİZ var ise, umutsuzluk içinde bi yerlerde umut etmek istiyor ama korkularınızın önüne geçemiyor umut etmekten vazgeçmeyi ama yine de çırpınmayı tercih ediyorsanız
Yemeyi seviyor kilo almaktan şikâyetçiyseniz, haz ve tat alamıyorsanız
Ve tabi ki dua etmeni gücüne inanıyorsanız;

Yiyin
Dua edin
Sevin
İzleyin




Filmi izlerken bir sahnede şöyle bir şey geçti içimden;

Bir insanın harika, harikulade olduğunu düşünürken kendi iç savaşlarınız yüzünden onu kaybetme ve tekrar kazanamama riskini göze almak yerine,
daha sonrasında onu kırmamak için; baştan onu yaşayamama riskini almayı tercih edin..







(11-15 Ekim haftasında mutlu bir 12 Ekim günü geçirmeniz dileklerimle…)

Pazar, Ekim 10, 2010

11-15 EKİM HAFTASI

Evet 10.10.2010’u geride bıraktık ve haberleri izleyenler bilirler ki tarihin güzelliği sebebiyle evlenen çift sayısında patlama yaşandı.
Ve biz de o patlamanın içinde bulunanlardan olduk çünkü biz de arkadaşımızı evlendirdik, mutluluğuna şahit olduk, alkışladık, gülümsedik..
Evet, hayatımın ilklerinden birini yaşadım şu bahsettiğim tarihte.
İnsanın arkadaşları vardır ya hani, aynı apartmanda aynı mahallede, çıkıp dışarıya birlikte top oynadığı, oturup fıkır fıkır sohbet ettiği, genç kızlığını yaşadı, çocukluk ergenlik gençlik birlikte paylaştığı; böyle arkadaşları vardır ya insanların..
İşte biz de o arkadaşlardan birini evlendirdik 10.10.2010’da. oturduğum masadan şöyle bir baktım eşiyle dans ederken. Neler neler geçti gözümün önünden, ne danslar etmiştik biz küçükken. Büyüdük şimdi ve gelinlikli haline bakıyorum, evet dediğinde nikah memuruna yüreğimden bir şey sanki yukarıya doğru çıktı, gözlerim doldu, film karesi gibi her şey gözümün önünden geçti derler ya işte aynen öyle, her şey gözümün önünden geçti gitti. Mutluluğunu paylaştım o anda, güldüm, alkışladım bi güzel…
10.10.2010… Müge ve Hakan hep mutlu olsun… Yalan aşkların yaşandığı şu dünyaya örnek çift olsun..

Evet şimdi tarih 11.10.2010…
Yeni bir haftaya daha başlıyoruz yazıyı okuyan arkadaşım.
Nerede yaşanırsa yaşansın bu hayat, ne şekilde nefes alırsak alalım, aynı gökyüzünün altında aynı tarihte yaşıyoruz. Ne kadar tanımasak da birbirimizi etrafımızdakilerle, ortak bir paydadayız aynı dünyayı paylaşıyoruz, aynı güneşe bakıyor aynı yağmurla ıslanıyoruz.
O yüzden… bu hafta hepimiz için ortak bir duygumuz olsun.. Cuma geldiğinde hepimiz bu haftayı mutlu bitirebilmiş olalım.. en azından huzurlu bitirebilmiş olalım..
Bu hafta öyle güzel olsun ki, hadi güzel olsun yaaa,
11-15 Ekim haftası çok güzel olsun…

EVET, LÜTFEN BU HAFTAYI GÜZEL GEÇİRMEYE GAYRET EDİN.. OLUMSUZLUKLAR OLSUN, OLABİLİR, OLUMLUYA DÖNDÜRECEK BİRŞEYLER BULUN..
HADİ BAKALIM SÖZ VERİYORUM BEN DE YAPICAM BUNU BU HAFTA..
HADİ BAKALIM MUTLU 11-15 :)))) ....

Cuma, Ekim 08, 2010

LEGO-Parçaların Yıkılışı


Çocuk, önce kutunun içindeki bütün Legoları döktü. Her bir parçası yere saçıldı. Güvenemedi kendine. Bunları ne kutuya tekrar geri koyabilirdi, yani ne toparlayıp bir araya getirebilirdi, ne de bu parçaları bi bütün haline getirip anlamlı bir şeye dönüştürebilirdi.
Cesaret edemedi bi türlü. Durdu gözleri doldu. Elini uzattığı gibi geri çekti. Tekrar uzattı, tekrar geri çekti. Sonra,
Minik bi lego parçası aldı eline. Onu almak için de tereddüt etti önce. Alsam mı almasam mı diye.
Eliyle koydu yere, bi parça daha aldı eline, belki ekleyebilirim diye cesaretle. Eklemeye çalıştı. Ekledi de.
Birer parça daha ekleye ekleye, dışarıdan bakınca minik, küçük ama kendince kocaman, çok anlamlı bir kule yaptı Legolardan. Bu kule çok büyüktü, çok görkemliydi. Arkasına saklansa onu saklayabilirdi, koruyabilirdi bile, o kadar büyük, görkemli ve güvenliydi bu kule.
Korka korka, ama hevesle cesaretle keyifle parçaları yavaş yavaş eline alıp gözünde daha da büyütmeye başladı kuleyi. Büyüttü büyüttü büyüttü…
Kendisine güveni de gelmişti çocuğun. Çünkü artık o da büyük bir kule yapabiliyordu. Demek yapabilirdi. Demek bu kule yıkılmayabilirdi. Bunları düşünüp fark ettiğinde daha da keyiflendi ve yeni yeni kuleler düşündü, renklerini ayırdı sadece önce. Renk renk ayırdı. Hepsiyle ilgili kendi kafasında planlar yaptı. Derken,
Yaptığı o büyük kule birden yıkıldı. Neden yıkıldığını nasıl yıkıldığını anlayamadan, kule devriliverdi çocuğun üzerine, tam da yüreğine..
Etrafına bi baktı, parçalar her yerde. Saçılmış etrafa parçaları darmadağın olmuş o kule.
Baktı ki elleri titriyor, sanki hafif ağlamaklı gibi.
Renklerine göre ayırdığı Legolara baktı bir de, bu büyük kulenin yanına ekleyeceği daha minik hayali kulelere… Daha onları yapmaya başlayamadan yıkılmıştı işte büyük kule.
Korktuğu şey de tam da buydu işte.
Legoları alacak, kuleyi yapacak, ve o kule yıkılacak, paramparça olacak.
Korktuğu oldu işte..
Legoları aldı, kuleyi yaptı, ve o kule yıkıldı birden bire.
Yerde oturuyor çocuk şimdi. Sanki birkaç yaş büyümüş gibi..
Etrafındaki Legolara bakmadan dolaştırıyor öylesine gözlerini.
Düşündü.
Bu büyük kulenin yıkılması iyi olmamıştı.
Cesaretlenmişti, ama şimdi cesareti yoktu.
Heveslenmişti, ama şimdi hevesi de yoktu.
Korkusundan sıyrılmış gibi hissediyordu, ama şimdi çok korkuyordu.

Pencereden dışarıya bakıyor o çocuk. Yağmuru izliyor bir yandan, bir yandan dinliyor, lego parçaları ardında kalmış, dönüp bakmıyor, bakmasa da hala hatırlıyor…
Büyük kulesinin pembe bulutlu rüyasından uyanmış, gerçek dünyada gözlerini açmış,
Şimdi o çocuk büyüyor…

Cesaretlerimizin, inandıklarımızın yıkılmaması,
Tekrar kazanabildiklerimizin, inanabildiklerimizin kaybolmaması dileğiyle…

Perşembe, Ekim 07, 2010

İstanbul'da yağmurlu Cuma...

Evet baya karanlık bir güne uyandık bugün. Evden çıktığımda daha hava aydınlanmamış ve çok soğuktu. Sanki bir korku filmindeyim gibi hissettim kendimi. Sokağımızı haşat etmiş İSKİ’nin dozerleri, kepçeleri; çamura bulanmış yollar, hafiften de çiseleyen bir yağmur.
Korka korka işe gitmeye koyulduk, kulağımızda hafiften bir Ferhat Göçer şarkısıyla… Ve bütün yol boyunca aynı şarkıyla…

Tepeden tırnağa aşığım sana ne ilk kez
Ne de son söyledim sana
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama
Sen hiç korkma aşk ölümde değil
Gel benim vefası eksik yarim ben sensiz dururmuyum
Sen beni bir çağır gönülden ben gelmez olurmuyum
Varsın bi ümit kalmasın bize hüznün
Kalbime sığmasa bile
gel benim vefası eksik yarim
Ben sensiz dururmuyum
Sen beni bir çağır gönülden ben gelmez olurmuyum.


Ve hava aydınlandı ve gökten boşalırcasına yağmur yağdı. O kadar ince yağdı ki izlemesi o kadar zevkli değildi ama dinlemesi harikaydı. İş arkadaşlarımızla yaptığımız harika kahvaltının ardından bi de o yağmur sesini duymak çok iyi geldi açıkçası. He bir de yağmuru görüp şaşıranların şaşkınlığı var tabiî ki..

Anaokulunda çalışmak eğlencelidir zevklidir tabiî ki kabul, hele de günlerden Cumaysa, öğretmenler kararan havaya, yağan yağmura rağmen çocuklar gelmeden enerji doluysa…
Müzik açılır ve çocuk şarkılarıyla dans edilir.. “İçimdeki çocuk dışarıya çıktı” böyle bir tabir olsa gerek..

Evet bugün Cuma ve ben her defasında yazmaktan bıkmayarak yine yazıyorum “Cumalar güzeldir çünkü harika bir hafta sonuna gebedir.”

Yağmurlu ama güzel bir İstanbul gününden sevgilerle….

Çarşamba, Ekim 06, 2010

İZİN GÜNLERİ =) =)


Türkiye’de çalışıyorsanız eğer, çok koşup çok büyük yerlere gelemezsiniz belki ama kesin olan bir şey vardır ki, çok fazla tatil yaparsınız. Resmi tatilleri bitmez bi de üzerine kar tatilleri vardır, son bi kac yıldır “sağanak uyarısı” ile tatil olma durumları da başladı, neyse lafın kısası, Türkiye’de çalışan olmak bol tatil yapmaktır…
Bugün de İstanbuldaki okullar için tatildi, malum İstanbul’un kurtuluşu. Madem İstanbul kurtulmuş biz de 1 gün tatil olalım da işten kurtulalım diye düşündük… =)
Şikayetçi miyiz, hayır? Memnun muyuz, evet =)
İzin günlerinin en güzel yanı, eğer sabahın kör bir vaktinde kalkıp işe gidiyorsanız, bu muhteşem izin günlerinde kalkmayacak olmanız. Ama tersliktir, iş günü saat çalsa da kafanızı kaldıramazken izin gününde saat çalmadan pıt diye açılır gözleriniz. Şöyle bi nerede hangi zamanda olduğunuzu düşünürsünüz “aman yaa bugün iş yok ki” der, hooopp yastığa yeniden gömülürsünüz ve işte mutluluğu bu anda bulursunuz. O yastık o yatak nasıl da sıcacık gelir insana, sanki daha önce hiç geç saatlere kadar uyumamışız, yatmamışız gibi… =)
Sabah kahvaltıları uzun sürer, tabi bi de zevkle hazırlama safhası var bunun, eğer dışarıya gitmeyi tercih etmediysek… mis gibi bir kahvaltı, taptaze bir çay, gazetelerimiz yanımızda, televizyon karşımızda açık, sonrasında nette şöyle bir gezinti. Keyif dedikleri bu olsa gerek.
Aheste aheste gezinmek ne zevklidir izin günü evin içinde.
Bugün eğitim sektöründe çalışıyor olmanın tadını çıkarttık biz de, psikologlar ve öğretmenler olarak…
Ne yapsak ne yapsak dedik, akşamı birlikte geçirmeye karar verdik, oh mis gibi… bilemiyorum bugün izinli olan bu yazıyı okuyan arkadaşlarım neler yaptı =)
Vel hasıl kelam,
İzin günleri güzeldir ve hiçbir haftasonu tatili, piyangodan çıkmış bu tatiller gibi çekici değildir… =) =)
Yarın sabah erken kalkıyoruz yine…
Ama olsun, bomba gibiyiz…
Bir günlük tatil, bu kadar mı iyi gelir insana..
Hadi bakalım, hayırlı işler… =) =)
…PınarYaşamPınarım…

Salı, Ekim 05, 2010

TEŞEKKÜR


Evet çok şey kazandım belki. Ve çok şey kaybettim kendimden, ömrümden... Nefesim var hala.
Hala atıyor kalbim. Yaşıyorum bak yine, sana rağmen, hayata rağmen, ruhuma rağmen, inadına, kıvrana kıvrana... Gülüyorum bak yine, sana rağmen, hayata rağmen, hayata ve ruhuma rağmen, ağlaya ağlaya gülüyorum, güle güle ağlıyorum, bi şekilde bak ayaktayım, Yürüyorum…


Bu uzunca yazıyı, haykırışı, sessiz çığlığı ilk olarak facebook’ta paylaşmıştım, sadece bir ileti olarak.
İş yerimin yemekhanesinde oturmuş çay içerken dalıp gitmişliğim, derinlere dalmışlığım, hiç fark etmeden gözleri dolmuşluğum pek nadirdir oysa ama, kırk yılda bir de olsa oldu işte, ve sonunda bu feryat çıktı içimden, döküldü ellerimden, yazıverdim.
Ve gerçekten bu kadar beğenileceğini düşünmeden tahmin etmeden içimden geldiği gibi, hissettiğim gibi yazdım ve gelen mesajların, maillerin üzerine buradan teşekkürü bir borç bildim.

Hissederek yazmak ayrı bir şey, daha çok yol kat etmem lazım istediğim gibi yazabilmem ve yayınlayacak kadar cesaretlenebilmem için ama, bu yazılanlara, duygulara ortak olabilen herkese, ve yanımda olanlara her anımda, her duygumda, mutluluğumda da ağladığımda da,
çok teşekkür ediyorum.

“Genç yaşında insanın bunları yazması ya da yazdıracak yaşanmışlığa sahip olması şans mıdır dezavantaj mıdır arkadaşım” diye yazmıştı ….. mailinde bana.
İkisidir de belki bilmem ki.. Çok şey kazanmak ve kaybetmek aynı oranda, kim bilir daha fazla,
şanstır da dezavantajdır da..

“sen aslında yaşaman gerekenleri çok erken yaşayıp, çok erken olgunlaştın, ve haddinden fazla erken taşlaştın” diye söylemişti E. Ablam….
Olgunlaşmak iyi derlerdi bana hep zamanında ama taşlaşmakla ilgili hiç düşünmemiştim kendimi. Hangi kıvamda olduğumu bilemiyordum, hala yumuşacıkım sanıyordum, öyle bir şey oldu ki ben de anladım taşlaştığımı, o anda bile ağlamadığımda farkına vardım.. (o anı yazamıyorum şuan)

İşte o yüzden yazdım ya hayata rağmen, RUHUMA rağmen inadına diye…
Gülmeye devam ediyoruz yine ağlamaya da. İkisini birbirine karıştırıp, aynı anda yaşıyor olsak da..
Olsam da….

Büyüyorum hala, büyüyorum hayatımla, yok olanlarla ve hala kalanlarla…

Yine gönülden yürekten teşekkür ediyorum, yazdıranlara da, okuyanlara da, zaman ayırıp yorum yapanlara da, yanımda olanlara da…
Gözü bu yazıya kaymış her insana, kalbi hala atanlara, nefes alanlara hala…
Kazandıranlara ve çalanlara,
Tamamlayanlara bi de parçalayanlara..
Herkese herkese ayrı ayrı minnettarlıkla devam ediyorum,

Biliyorum ki, kapasak da gözlerimizi görmemek için çok şeyi, kalp gözü açıktır hep görür hisseder.
Hep der ya bana D. “nereye gidersen git kafanı da kendinle birlikte götüreceksin. Farklı denizler farklı iklimler görsen değişecek olan ne ki, senin kafanın içi aynı durduktan kaldıktan sonra”
Hiç yorum yapamasam da bu cümlenin karşısında sana, biliyorum haklılığını,
Seviyorum senin varlığını…

Şimdi, tekrar teşekkürleri sunuyorum herkese, her maile, her söze, her cümleye,
Yaşanmışlıklarımın hepsine ve yine hepsinin içindekilere....

…PınarYaşamPınarım…

Pazartesi, Ekim 04, 2010

Gülben-Bodrum-Biz

Bu sabah işe giderken daha güneş doğmamışken, kafamı cama yasladım, kulaklıklarım kulağımda, uyumakla uyanıklık arasında bi yerlerde yollara baktım durdum. Nerelerde ne hatıralarım var, kimlerle ne yaşanmışlıklarım var, bazı caddeler güldü bana, bazı ağaçlar sırtını döndü ve ben de kızdım tabiî ki yollara bazı bazı.
Sonrasında kulağımda bir Gülben Ergen şarkısı çalmaya başladı.

GÖZLERİNDEKİ BEREKETLİ TOPRAKTA AÇMAK GİBİSİ VAR MI?
SEN HAYATIMDASIN YA BUNDAN BÖYLE BENİM İÇİM ACI TUTAR MI?


Bi kaç ay önceme gittim birden. Gülümsetti beni düşündüklerim.
Mevsim yaz.
Hava çok sıcak.
Yedi tepeli’mden çok uzaklarda ve sevdiğim, hayran olduğum beyazlarla bezenmiş mavi pencereli bir şehrin bir koyunda Bodrum’da; yanımda yine en sevdiğim ikisi, gülümseyişleri, etrafımda dolanışları ve telaşları..
Birlikte çıktığımız ilk olmayan ama sadece üçümüze ait İlk tatilimiz… Hazırladığımız akşam yemeğimizi yemişiz, balkonumuzda Bodrum’un ışıklarına karşı çayımızı içmişiz, sohbetimizi etmişiz, şimdi sıra eğlenceye gelmiş, açmışız müziği, hazırlanıyoruz..
Kah fıkır fıkır dans ediyoruz, kah başka günlere giderek yine söylüyoruz çıkan şarkıları ki bi tanesi de şu:


GİDEN GÜNLERİM OLDU SENİ ANMADIM YOLA BAKMADIM HALA.......
SUSMAN DA YETERLİ SON VERMEM İÇİN HAYATIMAA....


“bu şarkı neyi hatırlattı şimdi sana” diye sorduk birbirimize. Aynı şeyi hatırlamıştık evet ve hatırlaya hatırlaya hem hüzünle hem keyifle devam ettik süslenmeye ve bağıra bağıra söylemeye.
Bıraktık elimizdeki göz kalemlerini allık fırçalarını, dolana dolana söyledik şarkımızı. Söyledik gülümsedik söyledik yad ettik. Söyledik çok eğlendik…
Devam ettik hazırlanmaya. Aslında o kadar uzun sürmeyecekti o hazırlanma ama şarkılar sardı, keyfimiz sardı, aralardaki muhabbetimiz sardı, o gece sardı bizi, sarmaladı..
-bu göz kalemi sanki güzel değil mi senin eyeliner’ına bakabilir miyim bi?
-bişe sorucam saçımı böyle topladım ama sanki olmadı, istediğim topuz bu değildi yaaa
-ya ben saçımı şimdi açık bırakıyorum ama dün akşamki gibi ensemde mi toplasam


SÖÖZZ BİDAHA KIRMAM SENİ, ÜZERİNE TİTRERİM İLK GÜNKÜ GİBİ, ANLADIM NE ÇOK SEVMİŞİM SENİ,
ORTA YOLU BULURUZ; GEL YETER Kİ...



Neyse saçımızı topladık makyajımızı yaptık, cicilerimizi giyindik derken öyle bir şarkı çıktı ki aslında kahkahayı getirmez dinleyince ama biz ilk sözlerini duyar duymaz kahkaha atmaya başladık çünkü ÇAKIL geldi aklımıza. (Okuyorsa bu yazıyı anlayacaktır kendisinden bahsedildiğini)

SEN HEP KENDİNE ÖNLEMLER ALDIN, BEN KENDİME YASAKLAR KOYDUM, ÖNÜMÜZDE BARAJLAR VAAR,
BU SU HİÇ DURMAZZZ, BU SUU HİÇ DURMAAZZZ….



Pıt pıt pıt dolanmaya başladık evin içinde dolanmaya. Biraz evvelki şort tişört sıfır makyaj halimizden eser kalmamışken şimdiki makyajlı cicili bicili topuklu ayaklarımıza alışmaya çalışıyorduk ve dediğim gibi evin içinde pıt pıt dolanıyorduk. Evin uzun koridorunda bi uçtan bi uca yürüyor fotoğraf makinelerinin son kontrollerini yapıyor evden çıkmaya hazır hale gelmeye çalışıyorduk.
Sonra yine fıkır fıkır bi şarkı çıktı, yine bi yerde toplandık yine söylemeye başladık,

BİR ŞANS DAHA İSTİYORSUN DA BENCE BEN DÖNMEM GERİYE, ZATEN HAYAT GÜZEL NE BUGÜN NE YARIN HARCANIR MIS ENLE, BİR MÜDDET KAYBOL BAKALIM SENSİZLİK NASIL GELECEK, DÜZELİRSEN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURURUM, NASİPSE KISMETSEEEE….


Aldık fotoğraf makinelerini elimize. Başladık fotoğraf çekmeye, hem gecemizi hem kendimizi

Dinliyoruz, söylüyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz,

BİDAHA BU ATEŞİ YAKMAM, GİDEKREN ARDIMA BAKMAM,
KAPISINA KİLİT VURURUM UMUDUMUN
BEN –MIŞ GİBİ YAPMAAAAMMM….


Ve daha bir çok GÜLBEN şarkısıyla bu hazırlanmaca sona erdi.
Hadi bakalım, dedik ve çıktık evden.
Ve o gecenin aslında ne kadar değerli ve unutulmaz olduğunu bu sabah bidaha anladım. Gerçekten çok çok çok eğlenmişiz. Unutulmayacak kadar çok eğlenmişiz…

Darısı birdahaki tatilimizin başınaaa, bu sefer yurt dışınaaa….

HİÇBİR KALPTE KALAMAM İÇİNDE İYİLİK YOKSA, BEKLEMEDEN GİDERİM KALBİM GİT DİYORSA,
BEN KÜSMEM HAYATA BAŞKALARI KÜSÜYORSA, Bİ GÜN IŞIKLAR BANA DA YANACAK NASIL OLSA…

MESST


Havanın ışıl ışıl olduğu bi günde mi dersin
Yoksa akşam güneş batmaya hazırkenki bi zamanda mı?
Manzara eşliğinde harika bir akşam yemeği mi istersin
Gece yarısı olmadan, daha uykuya yol almadan içeceğin son bir bardak çaya ya da mis kokulu bir kahveye mi?
Biz tercihimizi, arkadaşımızın nikah yemeği çıkışında kullandık vakit daha 00.00’ı bulmadan…
kimimiz yemek yemek için kimimiz kahve yanında harika bir “messt volkanik” yemek için ama hepimiz 6 genç psikologun sohbetini İstanbul’la Boğazla paylaşmak için yolumuz düştü Messt Cafe’ye.
İstanbul’da yaşayan arkadaşlara şiddetle tavsiye edilir ki havalar bozmadan bu harika manzaranın tadını çıkartın.
Biz gece manzarasının tadını aldık, şimdi öğlen yemeği için vakit kolluyoruz..

Manzara için iyi seyirler,
Yiyecekleriniz için şimdiden afiyetler…
Bütün bunları paylaşacağınız arkadaşlarınızla birlikte, iyi sohbetler... :)))

http://www.messtcafe.com/messtcafe.htm

Cumartesi, Ekim 02, 2010

Kahve'm:Hayatımın Tek Güzel Kokususun Sen...

Birbirlerini çok seviyorlardı ama birbirlerinden de o kadar inatlardı ki ikisi de bir adım geri gitmeyi bilmiyordu. Çok öncelerden beri aslında hep bi bağları vardı birbirleriyle. Daha tanışmadan önce bile gittikleri cafeler aynı, sevdikleri yemekler aynı, düşündükleri aynı, iş yerleri birbirine çok yakın, kullandıkları yollar aynı kurdukları cümleler aynı ve aynı anda söyledikleri kelimeler, cümleler ve daha bi çok aynı şey

Ve bi o kadar da farklıydılar birbirlerinden. Evleri birbirine uzaktı bi kere. Biri çok hayal kuruyordu, biri çok realistti. Biri çok romantikti diğeri çok tek düze. Biri sürpriz doluydu birisi sadece özel günlerde bunu yapanlardandı. Ve daha bi çok farklılıkları vardı işte

Bi gün tanıştılar. Bi masada oturdular ve oturdukları masa oturdukları mekan ikisinin de ilk defa gittiği bi yerdi. Daha önce ne o ne diğeri gitmişti oraya, ilk defa keşfediyorlardı mekanı ve birbirlerini.

Neyse tanıştılar. Arkadaş oldular. İyi anlaştılar. Sevgili oldular. Güldüler, eğlendiler. Yediler, gezdiler, izlediler, konuştular, tartıştılar. Çok şey yaşadılar.

Sonra;
büyü bozuldu. Birisi gitti. Diğeri kaldı. Günler aylar birbirini kovaladı.
Geçti yıllar.

Karşılaştılar. İkisi de hala birbirlerini bıraktıkları yerdelerdi. Gittikleri yerler hala aynı yerlerdi. Yedikleri yemekler, iş yerleri de değişmemişti, yani hala çok yakınlardı birbirlerine.
İkisinin de hayatlarına çok insan girmiş çıkmış, aşık olduklarını sanmışlar ama her sanışta keskin dönüşlerle geri dönmüşlerdi. Birbirlerinde bulduklarını kimselerde bulamamışlardı.
bi kahve içtiler, hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler...

Yine yıllar geçti aradan.
Tekrar karşılaştılar.
Oturup en sertinden birer fincan kahve içtiler sohbet ettiler. Aynı anda konuşmaya başladılar, güldüler, aynı kelimeleri aynı anda söylediler, güldüler,
“kalp kalbe karşıdır”diye aynı anda söylediler. Çok güzel bir akşam geçirdiler.

Evlerine geri döndüklerinde, o kahvenin kokusuyla uyudular ve o kokuyla uyandılar.
Ertesi gün birbirlerini aradılar, görüşmeye başladılar.
Çok kavga ettiler.. Çok eğlendiler.
Lunaparka gittiler.
Müzikale gittiler.
Birlikte spor yaptılar.
Maç izlediler.
Sinemaya gittiler.
Pazar sabahı Ortaköyden hisara kadar yürüdüler, yoruldular, oturup güzel bir kahvaltı ettiler.
Yeni yerler keşfettiler. Gezdiler gördüler, birbirlerinin fotoğraflarını çektiler.
Doğum günü kutladılar, birlikte mumlar üflediler.
Dertleştiler, sıkıntılarını paylaştılar, birlikte ağladılar, sarılarak teselli ettiler birbirlerini, sonra sulu gözlerle kahkalara boğuldular.
Birlikte Sarhoş oldular.
İş çıkışlarında birbirlerine sürpriz yaptılar. Akşam yemeklerine çıktılar, yemek sonrası kahve içmeye gittiler.
Birbirleriyle ölesiye inatlaştılar.
Defalarca Ayrıldılar. Ama Dayanamadılar;
Yine yine Barıştılar.
Birbirlerinin HERŞEYİ oldular. Aile oldular, arkadaş oldular, sırdaş oldular, sevgili oldular, dost oldular, eş oldular. Birbirlerinin nefesi oldular.

Şimdi aradan yine yıllar geçti. Çok uzun yıllar geçmişti bütün bu olanların üzerinden.
Kadın gözlerini pencereden içeriye vuran geceye dikmiş öylecene düşünüp gülümsüyordu.
Arkasını döndü.
Yanında yatan adama sarıldı.
Kokusunu içine çekti,
Hala o günkü kahve kokuyordu.
Adam kendisine sarılan kadını fark etti. O da ona sarıldı, kokusunu içine çekti, hala o günkü kahve kokuyordu.
Yıllardır olan şey yine oldu. Aynı dili konuşuyordu onlar ve
aynı anda aynı cümleyi söylediler hiç farkında olmadan.
“Hayatımın tek güzel kokususun sen…”


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...