Salı, Kasım 30, 2010

KASIM'DA AŞK BAŞKA MIDIR?


Kasım 1 itibariyle iletilerde, mesajlarda, resimlerde hep “sweet november”, “Kasım’da aşk başkadır” yazılarını gördüm.
Baktım insanlarda bi coşku bi heyecan.. Kasım sarmış dört bir yanı, aşk sarmış sanki tüttürmüş bacaları..
Baktım baktım gerçekten Kasım’da aşk başka mıydı? Kime farklıydı kasım, yine aynıydı?
Bilemedim.
Bazılarını gördüm, evet işte Kasım’da aşk başkadır dedim ama, bir elimin beş parmağını geçmedi
Fark ettim..
Şimdi düşündüm de bu coşkular bu heyecanlar, aylara yüklenen anlamlar boşuna mı?
Düşündüm de
Kasım’da aşk başka mıdır gerçekten???

Aralık ayında, mutlu aşklar o zaman…=)

Pazar, Kasım 28, 2010

Kalp Kırılmaya Alışmaya Görsün....


Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Her kırgınlığı üzerine çeke çeke atıyor sanki
Sanki her elinde hançer olan koşa koşa ona geliyormuş gibi
Bunu biliyormuş gibi, korka korka kan pompalıyor
Sanki son defa atarmış gibi güm güm atıyor
Sanki son damlasıymış gibi kanıyor.
Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Durmuş gibi sanki nefes alırken hissettirmiyor kendini
Sanki her yere dağılmış sanki orada yokmuş gibi sol yanda
Sanki yok olmuş bi anda
Sanki yolun sonuna gelmiş gibi
Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Sanki belli eder gibi bunu
Her defasında daha fazlasıyla
Ve her defasında daha farklısıyla
Sanki kendine eziyet eder gibi
Sanki medet umar gibi
Kalp kırılmaya alışamaya görsün
Tüm gözyaşlarını kapakçıklarına hapseder gibi
Sanki odalara sığamaz gibi
Sanki ağlayamaz sanki boğulur gibi

Ah Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Ağız dil bağlanıyor kelimeler kifayetsiz kalıyor
Belli belirsiz bi gülümseme yayılıyor
Beyin uğulduyor kulaklar sağır oluyor

Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Her kırıldığında bi kere daha duruyor
Her kırıldığında bi kere daha öldürüyor bedeni
bi kere daha öldürüyor yüreği
Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Her kırgınlıkta daha kapatıyor kulaklarını duyacaklarına
Daha kapatıyor gözlerini göreceklerine

Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Kapatıyor kendini…

Kalp kırılmaya alışmaya görsün işte…
Şimdi Parçalarını aramaya hali yok…

Alkışlar…

aynı yol..farklı adımlar...

Sokağın köşesinde durmuş gelene geçene bakıyordu kız sabahın karanlığında.
Bazı sabahlar ne gelen olurdu ne giden.
Bazı sabahlarsa çok sık duyulurdu topuk sesleri.
Kadınların hızla hareket ettiklerini adamlarınsa ağır ağır ama büyük adımlarla yürüdüklerini izlerdi.
Sokağın köşesinde durmuş gelene geçene bakıyordu o sabah ve düşündü ne kadar değişik insanlar vardı şu dünyada, kaşı gözü ne kadar değişik, adım atışı saçını savuruşu ne kadar değişikti.
Erkek ve kadına baktı. Aynı yöne ama ayrı adımlarla yürüyorlardı. Ne kadar farklı adımları ne kadar farklı bakışları, diye düşündü.

Sonra karşıdan bi çift geldi el ele tutuşmuşlardı. Onlar da hızlı hızlı yürüyorlardı belli ki bir yere yetişmeye çalışıyorlardı. Kızın ayağında siyah topuklu pabuçları, adamın üzerinde ise siyah bir palto vardı. İkisinin de ellerinde bilgisayar vardı ama boşta kalan ellerini birbirlerinin elleri dolduruyordu.
Onlara baktı dikkatlice bi kaç saniye içinde. Onlar da birbirlerinden çok farklıydı, kız sarışın adam esmerdi. Kız ince ve kısa, adam uzun ve kiloluydu. Adımlarını atışları ileriye bakışları farklıydı. Bilgisayarlarının boyutları vücutlarının duruşları, farklıydı. Bu farklılıklara rağmen birbirlerine kenetlenmiş ellerine baktı. Aynı yolda farklı adımlarla yürüyorlardı. İki farklı insan aynı yere gidiyorlardı.
O kadar farklılığa rağmen, aynı yolda gülümseyerek yürüyorlardı…

Cumartesi, Kasım 27, 2010

Teyzem'e...TEYZOŞUM...

Hani yazıyorum ya arada bir birilerine, gönderiyorum ya kelimeleri cümleleri.. Hemen okusun diye değil ama günün birinde bu sitenin linkine tıklar, görür ve mutlu olur diye..
Aslında şimdi yazma amacım bu değil..
Hani yorgunluktan heryerinizin ağrıdığını hissettiğiniz anlar vardır ya uyursunuz uyanırsınız hala yorgunsunuzdur. Sürekli bi uyku hali hep dibe çeker sizi ama aslında tv karşısında koltukta uzanmak ve o miskinlik zevk de verir.
Oturduğu yerde binbir tane şey düşünen, ama art niyetli değil, sadece düşünen hayatındakileri ve hayatından gidenler, yaşadıklarını ve yaşadıklarını düşünürler ya sürekli hani, işte öyle bir mood içindeyken geldi aklıma da…
Teyze dediğiniz şey gerçekten “anne yarısı”. Sanki anne kokuyor gibi sanki annem kokuyor gibi 5 teyzemin de her biri. Küçükler her zaman sanki daha bıcırık daha nazlı oluyor aynı benim küçük teyzoşumun olduğu gibi..
Ablalarının bitanesi oluyo, 6 kızın en sonuncusu en nazlısı…
İsterdim ki gerçekten daha yakından duyabilmeyi kokusunu, daha yakından, yan yana kahkahalar atabilmeyi, her mutluluğumu paylaşabilmeyi ve her üzüntümde yanında ağlayabilmeyi.
Hem mutluluğumu hem huzursuzluğumu yaşadığım için küçük teyzoşumun yanında, kendimi şanslı hissediyorum.
Bize geldiğinde evin içinde dolanışımı izleyişini, gülüşümden mutlu oluşunu bi de herkesten farklı “şirine” deyişini..
Sonra en kötü dediğim günümde beni önce sessiz sessiz dinleyişini, gözyaşımın dinmesini bekleyişini, sonra sessiz sessiz sakin sakin benimle dertleşmesini;
Yaşadığım için şanslı sayıyorum kendimi..
Teyzoşummm, 5 ablasının nazlı edalısı..
Anne yarısı diyorum çünkü kaç kilometre uzakta olursa olsun adını duyunca anne kokusu gelir ya hani, işte o yüzden.. Telefonla konuşurken sanki anne sesini duymuş gibi, anne şefkatini hisseder gibi, onun bir “nasılsın” sorusunun altında aslında neler var olduğunu kelime kelime okur gibi…
Teyzemmm uzakta bile olsan Anne Yarım benim… En küçük anne yarım… En minik anne yarım…
Beni hep destekleyen benimle hep gurur duyan, beni hep “şirine”si sayan enn minik teyzem…
Hayatın her zorluğuna çelik gibi durabilen bıcırık teyzem..
Aslan gibi iki delikanlı yetiştiren en yetenekli en küçük teyzem…
Benim gururlu teyzem… Duasını dilinden hiç eksik etmeyen, hep şükretmesini bilen cici teyzem…
Şiveyle en güzel konuşan, “çay” derken ç harfini en güzel vurgulayan güzel sesli en ufak teyzem…
Teyzemmm.. Anne yarım.. Şu hayattaki en büyük özlemimiz, şu şehirdeki aslında en büyük eksiğimiz, burada olsaydı ne güze olurdu diye söyleyip bitiremediğimiz en güzel hayallerimiz, sesini özledim yaaa diyip aradığımız aradığımızda kahkahalara boğulduğumuz ve her ne olursa olsun bizimle gülen, bizimle sevinen, güzel huylu teyzoşum…

Teyzem….
Hadi gel, çay demledim…
Seni çok seviyorum…

Salı, Kasım 23, 2010

öğretmenim canım benim canım benim....


İnsan ailesiyle büyüyor gelişiyor ama öyle bir el var ki dokunduğu zaman çocukluktan yetişkinliğe baştan aşağı etkiliyor hayatı.
Öyle bir el ki hayata bakışını, okula bakışını, kaleme, kağıda, boyaya bakışını dokunuşunu değiştiriyor.
Öyle bir el ki ayakların attığı adımı, ağızdan çıkan cümleyi, ve yüzdeki değişen her mimiği etkiliyor
Öyle bir el ki, bir ömür unutulmuyor.
İşte o mucize elin adıdır ÖĞRETMEN.
Her öğretmenler günü ne kadar özel ve kutsalsa bizim için, tabiî ki öncelikle ATATÜRK’ün önderliğinde, öğretmenleri öğrenci olarak değil onların yanından biri olarak tanımak ve yaşamak çok daha güzel. Bu iki senedir bunu anlıyorum.
Bir çocuğun öğretmenine “öğretmenim” diyerek seslenişi ne kadar mutlu edici bir şeydir, çocuğun öğretmenine sığınması, onun elleriyle yoğrulması nasıl gurur verici bir şeydir.
Anlıyorum.
Bir çocuğun üzerinde öğretmeni olarak kendi çizgilerini görmek ne kadar değişik bir duygudur.
Bir çocuk ve bir öğretmen arasındaki ilişkiyi daha yakından görüyorum iki senedir ve her geçen günümde yeni şeyler öğreniyorum.
Şimdi bütün öğretmenlere yazıyorum bunu ve sunuyorum teşekkürlerimi sonsuzca.
Mucizeler güzeldir, mucizeler önemlidir.
Mucize dediğimiz şey, öğretmenim dediğimizin elleridir..
Öğretmenler gününüz kutlu olsun öğretmenim…

Öğrencilerimizden, öğretmenine öğretmenler günü resmi ve söylemek istediği...

SEYİRLİK DEĞİL ÖMÜRLÜK OLSUN....

http://www.facebook.com/video/video.php?v=225778345746

Hani bazı şarkılar vardır ya özeldir hep. Dinleyince bişeler anımsatır anımsatınca bişeler canlandırır, canlandırınca ya durdurur ya vurdurur, ya deler geçer ya coşturur biter… ama vardır yani bi hatırlattığı bi canlandırdığı bişeler..
Derinden hissedersiniz ya kelimeleri, her vurgusuna kadar, her kelimeye her harfe kadar..
Her nakaratta biraz daha kendinizden geçersiniz hani, şöyle içinizden gele gele ama kimbilir belki de sessiz sessiz söylersiniz ya eşlik edersiniz hani..
Ama vardır yani o sessizliğin ardında bi çığlık bi haykırış, o sessizliktir ki neleri hapsetmiştir içine, neleri gömmüştür sessizliğine.. öyle gömülü bi şekilde sessiz sessiz fırtınalarla eşlik edersiniz..
Her kelimeye her heceye her harfe.
Altındaki her derinliği keşfede ede, içinize çeke çeke ve her kokuda her dokuda ayrı bi derine inerek,
Derler ya, daha da bi derine, diye,
İşte aynen öyle…
Daha da derine en derine…
Her kelimeyi hissede hissede…
Şarkıda derken , hiç ummazdım oldu sonbaharda, gülümseyerek,
Hediye gibi geldin hoş geldin, derken heyecanla,
Seyirlik derken ömürlük olsun,derken umutla…
Her kelimeyi resmen yudumlaya yudumlaya..
Safa geldin son ihtimalim, derken sancıyla, korkuyla ve umutla…
İşte öyle bi yerlerde dolana dolana, vurguyla, aşkla, tutkuyla..
Vardır işte öyle şarkılar, yaşarsınız ya hani doya doya..

İşte öyle bu şarkı..
Doya doya dinlemelik..
Derine inerek söylemelik..
Hissederek yudumlayarak eşlik etmelik..
Değene, hak edene korkmadan cesaretle aşkla aşk-ı ilan etmelik

Pazartesi, Kasım 22, 2010

TATİL ERTESİ..YAZMAZSAK OLMAZ =)))

Uzun tatiller hep güzeldir tabiki ama bittiğinde, eski rutinlere geri dönmek zorunda kalmak hep yorar insanı..
Zaten alışmışız uyumalara, sıcacık yatağın tadını çıkarmalara, şansımıza günlük güneşlik bayram sabahlarına uyanmalara..
Rahat rahat kahve içmelere, uzun uzun kahvaltı etmelere, hoş sohbetlere, hadi diyip sokaklarda dolaşmalara tabiî ki de deli divane..
Her gün rahat rahat sevgilimizin elini tutmalara, dilediğimizce doya doya tatilin tadını çıkartmalara, hasret gidermelere,
Ve daha daha nicelerine..

Uzun tatiller hep güzeldir, şansımıza da İstanbul havası güldü resmen bize bu tatilde. Kasım ayında aşk başkadır dedik ya kasım ayında ilkbaharı yaşamak da başkaymış, bunu da öğrenmiş olduk.
Tişörtleri giyinip gezeceğimizi kim tahmin edebilirdi kasımın göbeğinde ama giydik ve gezdik. Yazdan kalma güneş gözlüklerimizi kılıflarından çıkardık, deniz kokusunu ciğerlerimize doluşturduk ve iş zamanı yapamadığımız çok şeyi bu upuzun tatilde yaptık.
Çok şükür
=)

Şimdi iş zamanı ve pazartesi sendromu bizim iş yerimizde İLK defa çok kolay atlatıldı. Fark ettim ki herkeste bi mutluluk bi neşe var. Çocuklarımız gayet iyi, biz gayet iyiyiz.. her şey yolunda bi problem yok kısaca.
Gecem uykusuz geçmiş olsa da sabah mecburen 6 olmadan uyandım ve gariptir ki saatin o alarm sesini özlemişim. Halbuki daha 10 gün öncesinde o sesi tamamen kısmak o saati de yok etmek istiyordum. Bu sabah öyle olmadı
Fark ettim ki insan gerçekten bazen sevmediği şeyleri bile özleyebiliyor. Kim bilir belki de o sevmediklerimizin arasına sıkışmış bi kaç sevdiğimiz özletiyordur emin değilim ama fark ettiğimi biliyorum. Saatin sesini özledim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra 1 dakika süreyle dolabın karşısında durup ne giysem diye düşünmeyi özledim. Saçımın bozulmuş fönünü düzeltmeyi bi de makyaj yapmayı özledim. (malum 10gün dinlendirdik yüzümüzü-detoks=)) ) tıkır tıkır topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesi o sessiz sokakta duymayı özledim. Daha güneş yeni yeni çıkarken tepelere, çıkan topuklu ayakkabılarımın sesi, kulağımda kulaklığım ve en hareketlisinden müziğim..
Şimdi dahasını saymak isterdim ama dahası bana ve ortaklarıma kalsın istedim.

Dediğim gibi, insan sevmediği şeyleri bile özleyebiliyormuş içinde sevdiği bi kaç bişe olduğu zaman..
Umuyorum ki sevmediğiniz her şeyin içinde sevdiğiniz bi parça mutlaka olsun..
Olsun ki,
Sevmediğiniz şeyler de sizi hayata bağlayacak bi ışık olsun…

İyi çalışmalar… Mutlu haftalar =))))

...PınarYaşamPınarım...


not: çiçek de benden olsun hadi, pembe gibi şeker olsun haftamız diye =))))

Cuma, Kasım 19, 2010

pijamanın rahatlığı... =)))

Çalışırken nedense hayalini hep kurarım şunun;
Sabah saat çalmadan kendiliğimden kalksam, pijamalarımı çıkarmak zorunda olmasam, o pijamalarla dolansam evin içinde, kahvemi içsem gazeteme göz gezdirsem…
Evimizin en çok güneş alan, hatta haddinden fazla ışık alan salonunda, üzerimde pijamam, elimde tv kumandam, kanaldan kanala atlasam..
Zerre makyajsız, olduğum gibi gayet doğal, istediğim gibi gayet rahat,
Ah şu pijamanın rahatlığına bi varsam, ah keşke şimdi pijamalı olsam..
Diye çok geçirirdim iş yerimde ve gerçekten içimden geçirmekte haklı olduğumu bugün kanıtladım kendime..
2010 yılbaşı hediyem olan tatlı terliklerim, üzerimde pijamalarım,
Allahım ne rahat bi gündü bugün, işe başlamaya 2 gün kala….
Mutlu bir cumartesi-Pazar umuduyla… =)



Perşembe, Kasım 18, 2010

"KIZIMA..."

http://www.dailymotion.com/video/x85bzv_yclal-aydyn-kyzyma_music

Anne olmadan çok şey hissettim dinlerken... İstedim ki önceden dinlemiş olanlar da tekrar dinlesin dinlemeyenler ise dinleyip tekrar tekrar dinlemek istesin..
Amacım ağlatmak huzursuzlandırmak değil elbette
sadece;
Bir annenin doğmamış kızına dökülmüş yürekten sözlerini tekrar tekrar duyurmak ve biraz farkındalık yaratmaktı belki de,
Hem kendimize, hem bebeğimize, hem geçmişimize hem şimdimize...
Ne hikayelerle doğup büyüdüğümüzü hatırlasak mı diye
Ya da hatırlamak istemesek de kafamızı umarsızca çevirip ileriye bakma isteğimizi yeşertsek diye mi, öyleydi belki de...

"bi gün kendime neden yaşadığımı sordum;bi anlamı olmalıydı başımdan geçen onca şeyin,
Bi karşılığım olmalıydı hayatta, bu soruyu sorduğumda kendime 23 yaşındaydım, ellerim yaşlanmamıştı henüz ama soluk soluğa kalmış yorgun bir çocuktum...."

Nerelerden geldik acaba bu günlere biliyor muyuz diye,
Çocukluğumuzla ilgili hatırladığımız neydi diye,
İlk diyince aklımıza ne geliyor acaba diye...
Ve düşündüm şimdi, çok geriye gitmedim biliyorum ama 23 yaşında neredeydim ben hangi alemlerdeydi ruhum nerelerde geziniyordu, 23 yaşımda bir genç kızken ben nasıl bir çocuktum… düşündüm…

“Balkona çıktım, dördüncü kattaydım, soğuk bir kış gecesiydi, demirleri tuttum, caddeyi seyrettim ağlayarak, göreceksin; insan nasıl acır kendine böyle anlarda…”
Kaç kere odamın içinde döndüm durdum düşündüm, ay ışığının en güzel vurduğu odası olan o odamın içinde kaç kere pencereye çıkıp baktım çıkmaz sokağa, kaçımız baktık dışarıya yağmur yağarken kaçımız öyle ağladı geceden güç alırcasına, kaçımız kaç kere burnumuzu çeke çeke içeriye girdik, kıvrılıp kaldık yatağımızın üzerine, kaç kere ne kadar aciz geldik kendimize ve hayatı kaç kere gördük karşımızda koskocaman bir devmişçesine…

"....elindeki bira şişesini karşısındaki saat kulesine fırlattı. Saat on ikiye on vardı ve belli ki, ikimizin de canı çok yanmaktaydı."
Acaba çektiğimiz her acı sadece bize mi ait ya da bu dünyada çeken bi tek biz miyiz acaba diye... Yalnız mıyız acaba bu dünyada kavrulurken yanarken ya da gülerken kahkahalara boğulmuşken...
Ortak paydalarda buluştuklarımız da var mıydı ve varsa eğer gözlerimiz kaç kere gördü onları, kaç kere burnumu çekerken aynı anda ağlayan yabancı birini gördüm de gittim yanına ya da gidemesem de kaç kere ağlayarak baktım gözlerine, farklı acılarda yürüsek de aynı gözyaşlarında buluştuğumuzu kaç kere hissettirdim, kaç kere hissettim kaç kere ürperdi yüreğim?
Düşündüm…

"...büyük kararlardan önce mutlaka bi gece beklemeli, eğer sabah aynıysa her şey o zaman düşünmeli bitirmeli bir hikayeyi.."
Ve her aldığımız kararın doğruluğuna inanırken acaba hangi duygularla verdik o kararları, nasıl hükmettik hayatımıza, çok mu düşündük çok mu fevriydik, saman alevi gibi miydik yoksa hala yanan hiç sönmeyen bir ateş miydik
Ve bi de ne öğrendik yaşadıklarımızdan, ne öğrendik attığımız adımlardan, neler bulduk ayak izlerimizin içindeki toprak parçalarında...
Şimdi neyi nere göre belirliyordum var mıydı bir kuralım bir lugatım, neye göre yaşıyordum ben neye göre atıyordum adımlarımı?

"…Aşk'ı tanıyacaksın bir gün, kalbim kırılacak ve belki kıracaksın birilerini...
İyi bir tamirci ol kızım, çabuk onar kırdığın kalplere ve çaresiz kalma kendi kırık kalbine. "

Ne kadarını tanıdık dedim bu aşk dedikleri şeyin, ne kadarını yaşadık, umman kadar mı nokta kadar mı, ne kadar sevdik ne kadar sevildik, çok mu kırdık çok mu kırıldık hangisiydi mirası bu aşk dedikleri şeyin
Hangi kırıklık onarıldı hangisi hala canlı canlı duruyor kan parlıyor kan damlıyor, hangi kırıklığımıza çaresiz kaldık ya da hangisine tuz bastık hayattan...
Kırdığımız kalplerin farkında mıydık, düşündüm. Elimizde tutarken kalbimizi, ardımızda bıraktıklarımız da var mıydı, elimizdekinden damladığı kadar çok mu damlattık çok mu kanattık başka kalpleri

“…ya payına düşen kederi parlatacaksın ya da ömrünle iyi geçinmeye bakacaksın…”
Hangisini yaptım şimdiye kadar ve aynen devam mı ettik yaşamaya
Hiç mi değiştirmedik rotamızı haritamızı, hiç mi değiştirmedik amaçlarımızı
Büyürken neler geldi geçti hayatlarımızdan neler neler öğrendik amaçlarımızdan, ve neler kaybettik hırslarımızdan
Hüzünlerimizi mi alladık pulladık koyduk hayatımızın başköşesine, neresine yerleştirdik onları ya da alıp fırlattık mı bir kenara.. onlar dururken odanın evin hayatın bir tarafında biz gülmeye mi devam ettik, tozlu yerlerde mi sakladık onları ve tüm bunların adını başka bir şey mi koyduk yaşarken… gülümsemeye çalışırken etrafımıza arkadaşlarımıza eşimize dostumuza, aslında gülümsemeye çalıştığımız kendimiz miydi neydi, her şey bi yana ben bi yana mı demiştik ne demiştik, ben kendimi seviyorum derken sevdiğimiz hayatlarımız mıydı neydi, neresiydi bu durduğumuz yerin adı?
Durdum düşündüm, sevdiğim her şeyi kaybettiğimde ortaya çıkan hüznümü ve kazandıklarımda dışarıya vurduğum gülüşümü…
Her şeyi düşündüm dinlerken…

Şimdi anneme baktım döndürüp başımı…
kulağımda kulaklık..Ve şiir tabiî ki…
Sanki annemin sesini duyar gibi..
Dinlerken hissettim 25 senedir annemin benim için hissettiklerini, istediklerini, endişelerini, annem ve benimle ilgili her şeyi…
Yaşamadım bilmiyorum diye içimden sordum, her anne mi böyle hissederdi..
İçimden cevap verdim çaresiz yine kendime, annemin de bu cevabı vereceğini bile bile,
ANNE OLUNCA ANLARSIN KIZIM….


4.GÜNDEN... =))

Bayram geldi ve 3.güne değdi. Bayramla ilgili bir sürü şey okudum, kah gözlerim doldu, kah gülümsedim.
Kendim yazmayı tercih etmedim çünkü hayatın bu akşında, özel günlerle ilgili hep güzel şeyler yazmak istiyorum, umut dolu olsun ve her günden ayrı olsunlar, her güne ışık tutsunlar diye.
İçimden gelmedi yazmak yazmadım ben de ama dün akşam itibariyle öyle güzel bir şey oldu ki yazamadan geçemedim.
Tam bayram tadında geçti dün gecemiz, tam bayram sıcaklığında, kahkahalarla dolu, kalabalık her yer, topuklu ayakkabılarımız ayaklarımızda, mutfakta koşturuyoruz.
Hem bayram kutluyoruz hem hayırlı olsun diyoruz,
Eeeee öyle ki LOLİT’imin nişanını kutluyoruz.
Bayram bayram dediğimiz böyle bir şey olmalı, eskilerde kaldı bizlerde tam hatırlamıyorum ya da hatırlamak istemiyorum üzülmemek için ama
Dün akşam harika bir bayramdı.
Sana da söylediğim gibi lolitammm, öyle bir şey olacak ki mutluluklar zinciri örülecek adınıza, öyle bir zincir olacak ki o hiç kırılmayacak parçalanmayacak öyle sağlam öyle çelik ki ikinizi sarıp sarmalayacak.
Ve şimdi bu lafımının üstüne sadece sevinmek sevinmek ve sevinmek kalıyor bana
Mutlulukları adına
İkisinin adına..
Şimdi hazırlıklarımız var bizim düğünümüz için yaz aylarına…
İyi bayramlar… =)

Perşembe, Kasım 11, 2010

tatile doğru... =)))

Neeeeeeeeeee tatil miiii
Nneeeeeee
Cumartesi Pazar pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma cumartesi Pazar istediğimiz saatte uyanıp istediğimizi yapabilecek miyiz
Neeee süper planlar mı var
Neeee bayram mı var
Neeeeeeeeee rahatlık huzur mu var
Ve neeeeeeeeeee bu harika tatil için sadece Cuma günü mü çalışmak zorundayız??
E iyiymiş o zaman…

Duydum ki tatil planları yapılmış, pasaportlar hazırlanmış, biletler alınmış, valizler hazırlanmış….
Eve filmler alınmış, yeni kitaplar eklenmiş kütüphanelere…
Spor ayakkabılar, topuklu ayakkabılar hazırlanmış, yedi tepelimin gidilip görülecek yerlerinin hayalleri kurulmuş, denize karşı martılara atılacak simitlerin düşleri sarmış her yanı ve tabiî ki hayalini uzun uzun kurduğumuz güneşli güz günündeki brunchlar…
Ve daha niceleri düşünülmüş buraya kondurmadığımız..

Hep derim ya TATİLLER GÜZELDİR diye üstüne basa basa
Güzeldir, motive eder insanı
Güzeldir, çalışırken, okula giderken yapamadığımız ama yapmak için can attığımız her şeyi yapabilme fırsatı buluruz
Onun için,
Bu Cuma öyle bi Cuma olsun ki, çalışmak zevk versin insana, tatile bi kaç saat kala geçen her saniyede bi heyecan kaplasın her yanımızı…

Sizi bilemicem ama biz iş yerimizde; odamın hemen karşı sınıfının bidenecik öğretmeniyle birlikte saatleri sayacağız, o gelecek ve “son 3 saat” diyecek bana gülümseyip sınıfına geri dönecek ve gün bittiğinde biz işten çıkıp “OH BE TATİL” diyip, “sevinme hareketimizi” yapacağız… =))))))))

Ben bile kurdum hayallerimi tatile dair…
Ben bile huzuru aldım şimdiden yanıma…
Bol bol enerji depoladım şimdiden damarlarıma…
Hatta plan bile yaptım yarın akşama =))))
Hadi bakalım, güzel harika bomba gibi bayrama… =))

sevgiler....
PINARYAŞAMPINARIMMMM



Salı, Kasım 09, 2010

10KASIM2010


Her 10 Kasımlarda olduğu gibi bu 10 Kasımda da saatimiz 09:05’i gösterdiğinde ayakta, gözlerimiz Atatürk’ümün resminde Atatürk’e saygıya durduk. Yanımızda çocuklarımızla, minik cumhuriyetçilerimiz ve ellerindeki kırmızı beyaz karanfilleriyle saygıya durduk ve marşımızı söyledik.
Ne kadar gurur vericidir ki öyle birine sahiptir ki bu ülke, elleri minicik parmakları bezelye büyüklüğündeki taptazecik beyinlerin andığı, anarken saygıya durduğu ve kıpırdamadığı,
“ATATÜRK İÇİN BU SABAH BURADAYIZ” diyebildiği ve her yıl daha bir gururla daha bir onurla hasretle özlemle, burukluk ve bazen mahcubiyetle andığımız bir önder ATATÜRK.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da burkuldu içim, keşke dedim yeniden
Keşke görebilseydik onu..
Keşke bu hayata daha önce gelmiş olsaydık ya da o şuanda yanımızda olsaydı
Gururla anarken onu, keşke gözlerine bakarak da varlığını duyarak da gururlansaydık.

YILMAZ ÖZDİL’in yazısında yazdığı ve okurken gözlerimi dolduran cümle ile;
Ölümünün üzerinden taaa 72 sene geçtikten sonra, hiç tanışmadığı, hiç görmediği
insanların bedenine imzasını atan bir başka lider var mı dünyada?

Keşkelerimizin hiç bitmeyeceği bu günden

ATAMIZA SAYGILARLA….




Not: YILMAZ ÖZDİL’İN YAZISINI MUTLAKA OKUYUN…

Pazar, Kasım 07, 2010

25.YIL İÇİN...KENDİM İÇİN...

Kendim için yazıyorum bu sefer belki de kendime armağan olsun diye..
Bütün sıkıntılarımın mutluluklarımın üzerine
25 yaşımın şerefine
Yanımda olanların güzel yüreklerine
Özenle sevgiyle gülümseyişle
25 yaşımın şerefine
Kendime yazıyorum bu sefer…

Düne kadar nelere güldüm nelere ağladım neler yaptım neler yaşadım
Kimi sevindirdim kimi üzdüm
Kime dua ettim kimi Allaha havale ettim
Kaç adım atabildim şu hayatta doğduğumdan bu yana
Çeyrek asırlık şu hayatımda nereye kadar koştum durdum hangi tepelerden baktım hangi ufuklara
Hangi derin kuyulara girdim çıktım
Hangi karanlıklardan çıktım hangi aydınlıklara
Kimlerin ellerini tuttum kimlerin ellerini savurdum uzak tuttum
Ulaştıklarım ulaşamadıklarım
Kanattıklarım kanayan yaralarım
gözyaşlarım yürek yaralarım
mutluluklarım huzurlarım
umutlarım kahkahalarım
Canlarım kanlarım yol arkadaşlarım..
Hareketli geçen günlerim monotona bağlamış işlerim…
Kendilerini göstermeyi seven sevgili dişlerim =)
Gülen gözlerim
Ve daha nicelerim

Kendime haykırıyorum şimdi sessiz sessiz 25’imi

Ve dediğimi yaptım…
Geldi çattı 6 Kasım..
Geldi geçti resmen gözümün önünden hayatım…
Ve aynen dediğimi yaptım hiç beklemediğim bir şekilde 6 Kasım’ın saat 00:005’inde, kapıma gelenlerle, hayatımın gülen yüzleriyle, hepsi ayrı ayrı bitanelerimle,
Ellerinde maytaplarla, dillerinde “iyiki doğdun” nidalarıyla, beyaz meleğimin güzel elleriyle yapılmış P harfli güzel pastayla ve bu yıl için istediğim tek şey ile, pastam üzerindeki 25 mum ile;
Dediğimi yaptım, dileğimi diledim ve üfledim…

“bu 25 mumu 25 yılı üfler gibi üflüyorum. Yerine yenileri güzelleri gelsin diye, hayat bana hep gülsün ki gözlerim de hep gülsün diye…Tek tek etrafımdakilere bakıp diliyorum ki hayatımın her anında yanımda olsunlar diye, bu 25 mumu üflüyorum, bu dakikadan sonra her şey daha güzel olsun, umut dolu olsun, mutluluk dolu olsun, HUZUR dolu olsun diye…”



Üfledim gitti… =))))

TEŞEKKÜRLER…
BENİ MUTLULUKLARA BOĞANLAR;
ÖMRÜNÜZ BOYUNCA MUTLULUKLARA BOĞULUN İNŞALLAH…


PınarYaşamPınarım…

Perşembe, Kasım 04, 2010

ve perşembe gecesi

Bu haftanın nasıl geçtiğini açıkçası pek anlamadım. Pek degil HİÇ anlamadım. Ne kadar hızlı geçtiğinin farkına vardığımda günlerden Perşembe dayanmıştı kapıya.
Harika başladığımı hatırlıyorum haftaya. Ve LOLİT’imin yanına gülerek kahvaltıya gidiyoruz dediğimde, “işte seni hep böyle görmem lazım hep böyle ol yaaa oh yaaaa” dediğini hatırlıyorum. Ve kahkaha attığımı da tabiî ki

Hani kafası dolu olur insanın, ne yaptım ne ettim ne yedim diye düşünürken aslında hiçbişe hatırlamadığını fark eder ya; heh işte şuan tam o mooddayım. Resmen şuan bu haftayla ilgili her şey silindi kafamdan. Bugünkü sinir harbi hariç!
Neyse…

Dediğim gibi bu hafta gerçekten çok güzel başlamıştı benim için ve yarını da güzel bitirmek istiyorum.
Herkesin haftası güzel sonlansın diye diliyorum…
Ve şu bi kaç gündür dilimden düşürmediğim cümlemle noktalıyorum bu Perşembe gecesini

“KENDİMDEN DE VAZGEÇSEM, HİÇ VAZGEÇMEDİM BEYAZ GÜLLERİ SEVMEKTEN”

Beyaz Gül Masumluğunda ve Asilliğinde, Harika bir Cuma dileklerimle…

PınarYAŞAMPINARIM….

Salı, Kasım 02, 2010

Annem...Kıymetlim...




Her sabah yataktan kalktığımda elimi yüzümü yıkamaya giderken kafamı sağ tarafa çevirir annemle babama bakarım hep.. Bakar gülümser, şükreder ve devam ederim sabahıma…
Bu sabah çevirdim kafamı ve ilk annemi gördü gözlerim.
Uyuyuşuna dikkat ettim. Dudaklarını nasıl büzüşüne, gözlerini kısışına, masumluğuna.. Şükrettim, gülümsedim, devam ettim sabahıma..
Düşündüm de, bir kız evladın Allahtan isteyebileceği en büyük ve en özel şey, annesi gibi bir anne olmayı dilemektir. Bilemiyorum belki de bana en büyük dilek gibi geliyordur bu ama, onun gibi bir anne olabilmek gerçekten en büyük dileğim geleceğim için.
Bebekliğimden beri beni misler gibi büyüttüğü için, rengarenk giydirdiği, fotoğraflarımı çektiği, bazen konuştuğu bazen susarak konuştuğu için ama hep kendini bana anlatabildiği için…
İlk adımlarımda mutlu olduğu, en büyük adımlarımda arkamda olduğu için, her mutluluğumu paylaştığı her gözyaşımda o da damlalarını kattığı için,
Mis kokusu için,
Cennet kokusu için…
Annem benim kelimelerimin kifayetsiz kaldığı tek insan.. Hayatım boyunca enn değer verdiğim en kıymetlim. Her kıymetimin kaynağı, hayatımın gökkuşağı..
Annem, canımın dibi, en gizli köşesi, en özel yeri, herkesten sakladığım açmaya kıyamadığım, koklamaya doyamadığım en en en büyük hazinem benim.
Elim, kolum, kanadım, dünyaya bakan gözlerim benim..
Işığıyla beni aydınlatan hayatımın en kıymetlisi, servetim benim…
Nimet gibi kutsalım, kutsal gibi vazgeçilmezim benim…
Tek gece ayrılığımda özlediğim, bir odadan diğer odaya “seni seviyoruuum” diyebildiğim…
Oturup derdimi sıkıntımı anlattığım, kahkahalarımı paylaştığım…
Hayatımı benden önce düşünen kadın… Dualarımı benden önce eden, dilekleri benden önce dileyen, benim için hep güzeli isteyen kadın..
Benim için ne gemiler yakan, geleceğim için kendini öne atan,
Sen canım annem benim bu yaşımı bu hayatımı
Her adımımı hep sana borçluyum hep ardımdaki kadın,hep yanımdaki kadın
Dünyaya daha geldiğim ilk saniyelerde çığlık atarken ben bişeyi anlamadan,
Verildiğim ilk kucak ve aldığım ilk kokusun sen…
En güvenli kollarım, en sıcak yüreğimsin sen..
Ve daha anlatamadığım, kelimelerimin yetemediği, bulamadığım daha milyonlarca sözüm, kelimem, cümlem…
Annem…
Şimdi düşündüm de..
Ellerinden tutarak nerelere geldim ben bugün..
Daha minicikken yürümeyi öğrenirken ellerine dokunarak ve cennet kokunu duyarak,
Şimdi koşmaya çalışıyorum, ardımda yine var olduğunu duyarak, bilerek, hissederek..
Evet… Bu hayatta en büyük dileğim; SENİN gibi bir anne olabilmek..
Şimdi iş yerimdeyim oturmuş bunları yazıyorum sana.
Kanadım olsa da uçsam yanına, sarılsam şimdi sıkı sıkı…
Hep dediğin gibi annem, “kızım olduğu için çok mutluyum” diye,
Senin kızın olduğum için çok gururluyum…
Çok umutluyum…
İyiki doğdun sen… İyiki varsın sen…
Daha nice nice yıllarına, hep birlikte…
Yazmıştım ya hani bu sabah;
Öyle bir 2 kasım gelsin ki, yanında yine ben,biz, ve torunların da olsun..
Öyle bir 2 kasım gelsin ki, harika bir anneye yazılmış bu yazıların yanına,
Harika ananeye yazılmış yazılarımı da ekleyeyim..
Öyle bir 2 kasım gelsin ki,
Her defasında şükredeyim varlığına…
Seni çok seviyorum….

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...