Çarşamba, Eylül 29, 2010

öyle bir geçer zamanki....


Bir baba…
4 çocuk…
2 kadın…
Öyle bir dizi izliyoruz ki bu sezon, kimler neleri izliyor, kimler ağlarken nelere ağlıyor bilmiyorum ama bir çok kişinin bir şeyler bulduğunu biliyorum bu dizide.
Diziyi tam anlamıyla değil, bi sahnesine takılarak yazıyorum bunu. Ve bu hafta diziyi izleyen herkesin takılı kaldığı sahne olduğuna eminim ki, minicik bir çocukla ilgili “türkiye’yi ağlatan küçük dev” diye videoların döndüğünü görünce..
bir baba.. Babanın başka sevgilisi olduğunu öğrenen 4 çocuk.. Ardından babaya hesap soran abla.. Ablaya tokat atan baba. Ablayı savunmaya çalışan ağabey. Arada kalan anne. Uzaktan izleyen küçük abla.
Ve masanın altına saklanmış, kulaklarını tıkamış, gözleri kızarmış Türkiye’yi ağlatan küçük dev.
Bu yazıyı yazdım; babalara, baba adaylarına, küçüklüklerinde bunun gibileri yaşamışlara ve bi de yaşamasa bile sahneyi izlerken gözünden yaş akanlara…
Baba, çocuk için önemlidir. Baba otoritedir. Baba örnektir. Baba güvendir. Baba önemlidir bir çocuk için.
Baba yeri gelir anneden önce gelir, baba yeri gelir sadece arkadan gelir.
Baba yeri gelir sırdaş olur, baba yeri gelir en son öğrenen olur.
Baba, “anne-baba”nın parçasıdır çocuk için..
Baba çok şeydir çocuk için.
Baba önemlidir..
Şimdi bu yazıyı ağlaya ağlaya yazıyorum. İzlerken küfürler yağdırdığım adam da Baba çünkü.. İzlediğim dizi de olsa yaşandığını biliyorum bunların bir zamanda. Ağladığım çocuk, ağladığım baba…
O çocuğa layık olmayan babaya, o gözyaşlarını hak etmeyen babaya,lanetle;
o çocuğun boncuk gözyaşlarına, o ablaların korkuşuna, o ağabeyin ablalarını savunuşuna, kıyamadan izleyerek…
Ne kadar acı da olsa, izlerken gözlerimiz kızarsa da ve yüreğimiz daralsa da izlenip ders alınması gereken bir dizi..
Belki Ali gibi olmayan babalarınızın varlığına şükretmek için…
Böyle bir baba olmamak adına dua etmek için…
Bir çocuğun neler düşünebileceğini, nasıl bir travma topuna dönüşebileceğini, korkusundan kulaklarını kapatabileceğini, masanın altına saklanabileceğini ve daha fazlasını hissedebilmek için…
Tokat yaradır insan için ama çocuk için kurşundur tokat… Yaşarken öldürür, nefes alırken boğar çocuğu. Sessiz sedasız öldürür ruhunu. Gözleri açık olsa da öldürür ruhunu yavaştan yavaştan…
Babasını SADECE annesiyle paylaşabilen çocuk için bir başkasının tarifi yoktur. Bir çocuğun babasından nefret etmesi demek, bir çocuğun gençliğinin siyaha bulanması demektir daha minicikken..
Çocuk küçüktür evet. Ama en büyük yaralar küçükken açılır. O yaralar kapanmaz, her nefeste kanar kanar, yakar kavurur. Çocuk masumdur, ama dipsiz bir kuyudur. Ne verirseniz onu alır, saklar, öyle bir yerde ortaya çıkar ki onlar, geri dönülmez yollara sapar, kaçar…
Şimdi düşündüm, “keşke babama güvenebilseydim” diyen dilleri, ve babasından çok sebeple nefret edenleri, ve sonra babasını özleyenleri bi de şimdi kalkıp babasını öpenleri…
Baba olmak zordur ve baba olmak demek çok şeydir.
Baba olmak için baba olmak değildir marifet, baba gibi baba olmaktır meziyet…
Bugünün babaları, yarının babalarını yetiştirecekse eğer,
Gelecekler kararmasın….

çok özledim seni...



Burnumda tütüyorsun şuanda; hani derler ya içim sızlar her aklıma geldiğinde diye, işte öyle, öyle özledim seni.
Sabahlara kadar konuşmalarımızdan tut da, inadımdan geri kalmadığım zamanları. Sana inat etmek ne kadar zevkli bir şey bir bilsen, çok özledim inatla seni kızdırmayı, kızarken bi yandan gülümseyişine bakmayı.
Gezdiğimiz sokakları, yediğimiz tatlıları, bi de mis kokulu çayları.
Durup denizin sesini dinlediğim akşamları, yanındayken bi sesini bi denizi dinlemeyi, bi o akşamları bi de bakışlarını.
Telefonumun çalışından senin aradığını fark etmeyi, gülmeyi, koşa koşa telefona efendim demeyi…
Süslenip püslenmeyi.. Yanına gelmeden önce dolabın karşısında “ne giysem” diye düşünmeyi, deneyip deneyip karar verememeyi, karar verip kararımdan tereddüt etmeyi, senin yanına geldiğim için güzelleşmeyi yani.
Daha fazlasını anlatmıyorum, bu kadarı yeter geri kalanı bende kalan.
Ama bugün uyandığımda karar verdim, ben seni özledim.
Gözümü açtım, seni özledim.
Ne çok şeysin sen hayatımda ne çok şey.
Daha fazlası da olmalısın.
Ben seni özledim…

Pazartesi, Eylül 27, 2010

İÇ HUZUR

O öyle bir iç huzurdur ki, durup tırnaklarını yemezsin ona sahip olduğunda, acaba ne yapsam da öğrensem, nereden açık yakalasam diye kurnaz tilki düşünceleri sarmaz etrafını varlığında…

Öyle bir iç huzurdur ki o, gözünü kapattığında gülümsersin ya, işte o anda hissedersin onu yeniden yine yine..

Öyle bir iç huzurdur ki o, varlığında sadece komik şeylere takılıp durursun. Takıldığın şeylere kendin de gülersin aslında ama, iç huzurun vardır ya,işte o her şeye yeterdir.

Öyle bir iç huzurdur ki o, durup durup ağlatmaz seni, durup durup gülümsetir. Öyle bi gülümsetir ki, iliklerinin bile huzurla dolduğunu hissedersin ve bi de her hücrenin gülümsediğini…

Öyle bir iç huzurdur ki o, hiçbir şeyde yoktur tadı. O, hayatın olmazsa olmazı.. Mecbursun aslında huzura kavuşmaya ama, öyle bir iç huzurdur ki o, ellerini açıp dua ettirir sana..

Öyle bir iç huzurdur ki o, korkuları siler süpürür, izlerini bulamazsın geride. Öyle bir iç huzurdur ki o tedirginlikleri kovar savurur, mutlulukları alır baş köşeye oturtur.

Öyle bir iç huzurdur ki o güvenmenin hazzı, öyle bir iç huzur verir ki insana, öyle bir rahatlatır ki adamı, bulutların üzerinde durur gibi, pamukların içine düşmüş gibi, kuş tüylerinde yatar gibi, yumuşacık, sıcacık kollarda ısınır gibi, öyle bir iç huzurdur ki o, kendin gibi, kendini bildiğin gibi, kendinden emin gibi, öyle bir iç huzurdur ki o, gülümseyiş gibi..

öyle bir iç huzurdur ki o…
Bu huzursuz yalan dünyanın mucizesidir o iç huzur.

O iç huzru bulabilmek birinde bi yerlerde, mucizenin mucizesidir.

Pazar, Eylül 26, 2010

dağınık ev-dağınık oda ve BEN...

Aslında günlük tarzında yazmak pek tarzım değil =) Ama nedense öyle yazasım geldi şuan. Uzun zamandır daa yazmadım yazamadım farkındayım ama çok geçerli sebeplerim vardı =)
Darmaduman olmuş hayatımın içinde sanırım BEN’den daha iyi bir konu bulamazdım şu Pazar gününde.
Su berekettir dedik dedik ama bütün evi bastığında bu SU, gerçekten bereket mi oluyor pek karar veremedim. Kabaran sevgili parkelerimizi tamir etmek için çıktığımız şu yolda neler neler açıldı başımıza. Şunu bilir şunu söylerim, beddua etmeyi hiç sevmeyen ve hiç etmemiş biri olarak; “birisine beddua etmek istiyorsan evin içinde otururken tadilat yapmaya başlamasını dile” diyesim geldi. İnsanın kendi yatağını kendi mutfağını kendi salonunu kendi televizyonunu özlemesi, mecburen evinden çıkması ve tanıdık eş-dost’ta kalması gerçekten zor, ki evsizlere Allah yardım etsin, tekrar bu duayı ettim.
Şuan odamda otuyorum ama sanırım bu oda bu kadar dağınıklığı şimdiye kadar pek yaşamadı ki benim bile şuan burada durasım yok.. Odamın içinde saatler geçirebilen ve “şu duvarların dili olsa da konuşsa” diyen ben şimdi duvarlara “kapatın gözlerinizi ve kulaklarınızı” diyesim var =)
Ha bu arada, uzun zamandır beklediğim bir şey oldu, HASTALANDIM =) Uykusuzluktan bir gün hasta olacağımı biliyordum, hazırlıklı bir şekilde bekliyordum da aslında ama şu son 1 hafta gafil avlandım. İş yerimde yoğunluğun rekor kırdığı, evin darma duman olduğu bir zamanda bir de üzerine uykusuzluk gelince, uzun zamandır beklediğim hastalığım geldi vurdu beni…
Şimdi gözlerim davul gibi olmuş, bi yandan burnumu çekiyorum, bi yandan içeriden gelen vernik kokusunun keskinliğinden öksürüyorum, bi yandan da hazırlanıyorum. Bu gece de evi terk etmek için..
Ama bu hengâmenin içinde güzel şeyler hiç olmaz mı, olur. En yakın arkadaşlarımdan bir tanesini evlendirdik dün. Eşiyle birlikte öyle mutluydular ki sanki etraflarında kimsecikler yokmuş gibi dans ettiler, birbirilerine baktılar. Arkadaşım beyazlar içinde öyle güzeldi ki prensesler gibi, melekleri kıskandıracak gibi. Hasta olabilirim, evim darmadağınık olabilir, ama bu mutluluğu paylaşmaktan arkadaşımla karşı karşıya oynamaktan geri kalamazdım… =)
Ve yarın yine yeni bir hafta.. Haftanın ilk iş günü.. Yine yoğun bir gün olacak.
Ve ben gayet pespayeyim… =)
Son 1 hafta diye dua ediyorum. Eylül’ü heyecanla beklerdim zamanında. Hiç de beklediğim gibi olmadı, hiç sevmedim bu Eylül’ü ilk defa.!!
Yine de hala umudum var.
Hadi bakalım EKİM’e…
İyi bir Pazar geçirmiş olmanız dileğiyle….

Cuma, Eylül 10, 2010

aynı dolunay altında olsak da....

İnsan bişeyi birisinden beklemediği anda görünce, yaşayınca; kendisini ne sanacağını şaşırıyor…
Aptal mı, yok canım, saf mı, yok yaa olamaz.. Ne yerine konduğunu bi türlü kavrayamıyor.
Ve bundan sonrasında kendini nereye koyacağını bilemiyor. Hangi sıfatı yakıştırsın kendine, hangi kimliği yerleştirsin benliğine, neyi kabul ettirsin kişiliğine, bi türlü karar veremiyor, bırakıyor alabildiğine gitsin hayat, devam etsin film.. Koptuğu yere kadar.. Dönsün dursun makine..

Penceresinden içeriye dolunayın ışığının vurduğu bir gecede açmış resimlere bakıyordu. Pardon, onun resimlerine bakıyordu. Bakıp bakıp daha önceden bu resimlere bakarken neler düşündüğünü neler hissettiğini ve neler yaşamak istediğini düşünüyordu. Bi de şimdi düşündüklerini ve hissettiklerini. Her ikisini de tartıyor, doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu.

Başlıyordu ilk resimden. Bu resme günler öncesinde baktığında gördüğü şey, tertemiz bir sima, gülen bir yüz, güzel gözler.. Aslında bana da benziyor birazcık yaa, diye aklından geçirdiğini… Hmmm bu resimde bi de ben olsam tam olurmuş heee dediğini.. Bi de gülümsediğini.. Tabi bi de kuş kanadı gibi çırpındığını hissettiği yüreğini…

Kıskandığı resimlere baktı.. Hayran olduğu resimlere de baktı.. Beğenmedikleri var mı diye şöyle bi göz gezdirdi.. Yok hepsinde bi güzellik bulup çıkartıyodu o nasıl olsa.. Bi yerden bi güzellik buluyordu, ya eline hayran oluyordu ya gözlerine, ya kaşına vuruluyordu ya bakışına.. Kolundaki saatten saçındaki kıvrıma, ellerini dizlerine koyuşundan, başını eğişine kadar ,Bi güzellik mutlaka buluyordu. Nasıl bir şeydi bu anlamıyordu ama o buluyordu işte onda güzel bişeler…

Tek tek hepsine baktı.. Karar verdi.
“evet bana benziyo bu”

Şimdi yine baktı hepsine ve bir resimden diğerine geçerken baktığını sildi attı. Silmeden önce gülümsedi, iç çekti, sildi, gülümsedi iç çekti, yine sildi. Hepsi bitene kadar, gülümsedi, iç çekti, sildi.
En son resim, en sevdiği resimdi. Onun gülümsemediği tek resmiydi. Objektife bakmadığı resmiydi. Ne anlamlar çıkartıyordu o resme her baktığında, ve ne güzellikler buluyordu o resimde, bakışında duruşunda, saçlarında, of neler buluyordu neler..

Şimdi bakınca, nerede neler bulmuşum ben, yanlış kapılarda doğruları aramışım ben, gülüşlerin ardındaki keskin dişleri göremeden, parçalanacağımı bilmeden dil yaralarıyla, kendimden ne güzellikler yaratmışım ben.. Vay canına ben ne sanmışım bu bakışları, ben neler yaratmışım bu ellerde bu gözlerde, ben kendimce neler kurmuşum ben bilmeden neye inanmak istemişim.. Vay canına bu muydu yani inanmak istediğim güvenmek istediğim, bu muydu bu gülen yüzün söyleyecekleri bu muydu bu yüreğin hissedecekleri, ben nelere inanmışım meğer, ne yüreksizleri yürek sanmışım meğer, vay canına ben ne aptalmışım meğer. Yok yok ben ne saf mışım meğer.. Yok yok sanırım bu da değilim. Neydim ben bu kadarını düşünecek ve bu kadarını düşleyecek. Dışarıdan çok mu aptal görünüyordum çok mu saf, çok mu güzel görünüyordum çok mu çirkin, çok mu ağır görünüyordum çok mu hafif, çok mu iyi görünüyordum çok mu kötü, neydim ben bu kadar neydim.

Şimdi son resmi de silmeye hazırlandığı yerde gülümsediğini fark etti yine. Bu sefer farklı şeyler hissettirdi resim ona. Farklı şeylere gebe olduğunu hayatın ve bundan sonrası için ne olacağının meçhul olduğunu, aslında bu resmin bu bakışın bu gözün bu elin bu yürek gibi görünen şeyin, aslında gerçekten düşündüğü kadar büyük önemli ve görkemli olmadığını..

Filmde de dendiği gibi, ben bi hikaye anlattım ve sen büyüdün”. Kendi yüreğinde büyütülmüş bi hikaye, ve belki de fazla önemsenmiş, e haliyle.. Yürek atarken inanıyor böyle işte bazı şeylere, yürek sandığı yüreksizlere bile.. Dünya üzerinde belki de tek kaldığını sandığı güzelliklere ve güzel sandığı çirkinliklere.. İnanmak istediği sevgiye, güvenmek istediği benliğe, düşlemek istediği geleceğe, şimdi hepsine lanetle, tek bir resme bile inat, kendi üzerine yürüye yürüye, şimdi meydan okuyor her resme her sese her geceye, her ele her göze… Ve gülen her yüze… Kendisine bile bağırarak, ne olduğunu bulmaya çalışarak ve bi yığın soru işaretinin arasında, yürümeye çalışırken her defasında onun sesini duymamak için kulaklarını tıkıyor, görmesin diye hayalini gözlerini kapatıyor, elinden gelse beynini söküp atacak gibi, elinden gelse yüreğini fırlatacak gibi, öyle hırçın öyle kırgın öyle dargın öyle hırslı öyle hızlı yürüyor ki ileriye ne olduğunu görmeden bilmeden düşünmeden bu sefer Hayal etmeden umut etmeden, inançsız umarsız, her resimi eze eze, her gülüşü sile sile ve her hayali yok ederek, gittiği her yeri hayalinde yakarak, her adımı parçalayarak ve yine duası dilinde, yine dilinde şükürler, yine elleri açık duaya, yürüyor şimdi..

Kendisini nereye koyacağını bilmeden, Hangi sıfatı yakıştırsın kendine, hangi kimliği yerleştirsin benliğine, neyi kabul ettirsin kişiliğine, bi türlü karar veremiyor, bırakıyor alabildiğine gitsin hayat, ayakları nereye götürürse oraya, ki ölüme gider en fazla
En fazla ölüme…

Aynı gökyüzü altında nefes alsak bile, aynı Dolunay’ı seyretsek bile, sesine, gözlerine, ellerine ve bi de kendime, kendi yüreğime, bi de bu şehrin sen kokan bi kaç köşesine, denizine, teknesine, caddesine, ayak izlerine,
Ve şimdi sen yerine taş koyuyorum yüreğime,
Sesine, gözlerine, ellerine
Ve bi de kendime, kendi yüreğime bile,
Hadi selametle…



Çarşamba, Eylül 08, 2010

BAYRAM 2010



öyle böyle, iyi kötü, yorgun bitkin, mutlu huzurlu ve daha bi çok duygu yaşanırken ramazanı da bitirdik. Herkesin ramazan’ının nasıl geçtiği kendinedir elbet, ama her ramazan güzeldir. İftar saati gelene kadar beklemek zevk verir insana, her ne kadar bu sene sıcaklarla ve uzun günlerle boğuşmuş olsak da… bitti işte sonunda…

her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu ayın da bir sonu var ve hep dediğim gibi “her
başlangıcın bir sonu vardır her son bir başlangıca gebedir”. Ramazanı bitiriyoruz yeni başlangıçlara adım atıyoruz.

Küçükken ayakkabılarımızı nasıl saklardık, sabah olmasını bekleyemezdik giymek için. Kıyafetlerimiz askıda hazır ve nazır beklerdi. Sabah ezanıyla uyanır, cicilerimizi giyer, ayakkabılarımızı parlatır evin içinde salınırdık. Kalabalıktı bayramlar eskiden. İnsanların gelmesini dört gözle bekler, sohbetlere muhabbetlere katılmak için can atardık. Bayramdan bayrama gördüğümüz insanların “sen ne kadar büyümüşsün” leri mutlu ederdi bizi, kim bilir belki de sinirlendirirdi.
Uzun yemek sofralarının kurulduğu, ailenin bir arada olduğu, gülücüklerin eksik olmadığı gündür bayramlar.
Bayram dediğimiz birlik ve güzellik demektir.
Bayram dediğimiz sevgi saygı görmek
Bayram dediğimiz rugan ayakkabılar giymektir.
Bayram dediğimiz, aslında kırgınlıklara bile aldırmadan birbirimizi sevebilmek, ve bunu gösterebilmektir.
Bayram dediğimiz şey, yaşadıklarımıza ve sahip olduklarımıza şükür, ve daha nicelerine el açılmış dualarımızdır.
Uzun süre görmediklerimizi görmek, sevinmektir.
Bayram dediğimiz gün, güzeldir, güzelliktir…

Dilerim ki bundan sonraki her “son” bu günler gibi güzel tatlı ŞEKER tadında olur. Ve her başlangıcımız yine yarın gibi mutlu umutlu huzur dolu olur.
Bizim için şimdi son günün iftarını bekleme zamanı….
Yarına hazırlanma zamanı…
Kendimce yazlıkta dinlenip huzur bulma zamanı…
İyi bayramlar…

Pazartesi, Eylül 06, 2010

nefes alıyorsak ölüme zamanımız var hala....


Sabahlara kadar oturup aynı şeyi düşünmek
Sabah ezanının sesini duymak ve ilk ışıklarla başını yastığa koymak ve yine aynı şeyi düşünmek
Uyumak ve uykudayken de aynı şeyi düşünmek
Uyanmak uyandığında aynı şeyi düşünmek
Evin içinde dolanırken, elini yüzünü yıkayıp aynada kendine bakarken,
Kahvaltı hazırlarken
Gazete okurken
Yemek yerken
Yürürken gezerken
Televizyon izlerken
Dinlenirken
Ve yine sabaha kadar otururken
Ve yine ezan sesini duyarken
Başını yastığa koyduğunda
Ve yine aynı düşüncelerle uyandığında…

Hep aynı şeyi düşündüğünün farkına vardığında aslında sadece bir bedenden ibaret olduğunu anlamış, tüm iliklerini tek bir şeyin ele geçirdiğini, onunla yaşadığını onunla nefes aldığını hissetmişti.
Gidip aynaya baktığında acı çekmedi, gülmedi, gülümsemedi, sadece kendisine baktı, kendisinde gördüğü bir başkasına tekrar baktı, ne kadar yazık dedi, gülümsemeden gitti yatağına girdi..
Bununla nasıl baş edecekti, bu nasıl geçecekti, sadece kendisiyle yaşamayı nasıl öğrenecekti, her şeyi nasıl unutup nasıl devam edecekti, bunların hiçbirisini bilmiyordu.
Bildiği tek şey, yüreğinin ufalandığı ufalandığı, beyninin gün geçtikçe daha da ağırlaştığı ve ağrıdığı, herkesten her şeyden ve nefesinden nefret ettiğiydi.
Hayata bakan gözlerinde ışık şimdiye kadar hiç sönmemişti. Nefes alıyorsak hala umut vardır diyordu her zaman kendine ve etrafındakilere. O kadar ki pozitif olmayı başarabilen, her olumsuzluğun ardında da bir olumluluk hali arayabilen biriydi. Bazen kendisine pollyana diyordu ama seviyordu o pollyanayı.. O pollyana ki çok dönülmez yollardan döndürmüştü onu. Umudunu ayakta tutmasını sağlamıştı. Gözlerindeki ışığı parlatmıştı hep, etrafına ışık saçmasına yaramıştı.
Bir gün, her şeyin bittiğini anladı. Umudun zirvesine tırmadığında, gönül rahatlığıyla yaşayacağını, inanacağını güveneceğini hissettiği bi noktada, bulutların pembe olduğunu sandığı, gökyüzünün daha mavi, denizlerin daha güzel koktuğu, yüzünün daha çok güldüğünü hissettiği, güldürüldüğünü hissettiği bi yerde, bi tepede gibi hissettiği günlerde, ayakları yerden yüksekte iken,

Beklemediği bir anda beklemediği bir şekilde beklemediği bir cümleyle yere çakıldığında anladı her şeyin bittiğini. Yerde parçalanmış yüreğini avuçlarına alıp toparlamaya çalıştığında anladı artık bir çok şeyi yitirdiğini. Pollyanasının nefesinin kesildiğini. Düşerken umutlarını da gökyüzüne dağıttığını, sevinçlerinin kül bulutlarına karıştığını, ayaklarının paramparça olduğunu, mutluluğunun ayrı yerlere uçuştuğunu ve umutlarının tamamen yok olduğunu…
Yere çakıldığında anladı. Nefes alıyorsak hala umut vardır demekten vazgeçtiğini, nefes alıyorsak ölüme biraz daha zamanımız var hala diye kendisine söylendiğini…
Bu dünya üzerindeki gülen tüm yüzlerden, konuşan her gözden, tüm tebessümlerden tüm cümlelerden ve daha daha nicelerinden nefret ettiğini…

İçten içe tebrik ediyor şimdi seni…
Tebrikler diyor, öldürebildiğin için hayallerimi,
yaşarken öldürebildiğin için beni…

Cumartesi, Eylül 04, 2010

KADIN...

İlginç bir meditasyon şeklidir bu ve YALNIZCA bayanlara özeldir. Bu tip rahatlama tekniği genel olarak sadece bayanlara özeldir ve en güzel rahatlama tekniğidir belki de.
Canlanmak ve tazelenmek insana hep iyi gelir. Yüzümüze verdiğimiz renk, üzerimize giydiğimiz kıyafetler, sıktığımız koku ve daha bir çoğu..

Kadın ruhu hassastır, kırılmaktan korksa da belli etmeyecek kadar güçlüdür aslında, ama kırıldığında da nefesi kesik kesik gelecek kadar sessiz, sakin, içten içe fırtınalı.
Kadın hisseder. Ve erkekler çoğu zaman bunu anlamasalar ve hak vermeseler de, kadın aldatıldığını hisseder, kandırıldığını hisseder, etrafında neler döndüğünü, ters giden şeyleri, gelecek günlerin neler getirebileceğini ve belki de nicelerini, kadın hisseder.
Kadın, bir’e beş verecek kadar fedakar ve anaçtır. Ona bir adım yaklaşırsanız beş adım yaklaşır, tek tebessümünüze gülücüklerle karşılık verir. Kadın anlayış gösterir, kadın empati kurar, kadın kendini karşısındakinin yerine koyar, kadın karşısındakine Saygı duyar, kadın insanların kalbi olduğunu bilir, kadın kalp kırmaktan korkar.
Kadın ağlar. Biriktirir biriktirir sonunda patlar. Gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını, Hissettiklerini, bildiklerini ve daha da bileceklerini çantasında biriktirir, hepsi açığa çıktığında kırılırsa kadın ağlar.
bir kadını ağlatırken çok dikkat edin;
çünkü Allah gözyaşlarını sayar…
kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı;
öyle olsaydı ezilirdi...
üstün olsun diye başından da yaratılmadı.
AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI...Eşit olsun diye
Kolun biraz altında; Korunsun diye
Kalp hizasında; Sevilsin diye..


İşte bu yüzdendir belki de, kadın sevilmediğinde kendini sever. Kadın sevilmeyi sever. İhtiyacı olan sevgiyi göremediğinde o sevgiyi kendisine kendisi sunar, tek kişilik mutluluğun kapılarını kendisine kendisi açar.

Bu yazıyı okuyan her kadının bunu günün birinde yaptığını biliyorum;.
Ne kadar anaç davrandığını, anlayışlı olduğunu, korktuğunu, mutlu olduğunu, mutlu ettiğini, hissettiğini, öğrendiğini, biriktirdiğini ve zamanı geldiğinde patladığını ve ağladığını…
Bütün bunlardan sonra kalkıp aynaya baktığını, akan rimellerini sildiğini, kendine baka baka tekrar ağladığını, bi yandan gülümsediğini, kendine bakarken gözlerinin önünden kare kare fotoğrafların geçtiğini, farkında olmadan yine ağladığını, yine akan rimellerini sildiğini ve yine gülümsediğini.
Dışarıya çıkmaya karar verdiğinde ayaklarının götürdüğü ilk yerin kuaför olduğunu, ya saçını kestirdiğini, ya saçını boyattığını ve birden bire canlandığını toparlandığını ve tazelendiğini hissettiğini…
O özgüvenle elinde çantası alışveriş merkezinin yolunu tuttuğunu, kendine en yakışan kıyafetleri bulduğunu, aldığını ve poşetlerini sanki sevgilisinin elini tutarmış gibi hayranlıkla tuttuğunu, mutlu olduğunu…
Bu yazıyı okuyan her kadının bunu günün birinde yaptığını biliyorum.

Ve bu yazıyı okuyan her adama da dokundurmadan geçemiyorum;
Bir kadını mutlu etmek için ruhuna ince dokunuşlar yapmak yeterlidir.
Bir kadın tarafından sevilmek için onu sevmek onun ruhuna hitap etmek kafidir.
Bir kadını kırmak tek bir sözcüğe bakar.
Bir kadını kaybetmiş olmak, bir kadını kırmışsınızdır demektir.
Kırılmış bir kadını tekrar kazanmak, belki de imkansızlıktır.
Bir kadını ağlatmak….
Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin. Çünkü Allah gözyaşlarını sayar.
Madem ki seçtiğiniz kadın hayatınızdır, hayatınıza sahip çıkın.
Hayatınız değerlidir,
Kendi değeriniz hayatınıza verdiğiniz değerin ta kendisidir.

Perşembe, Eylül 02, 2010

Ve EYLÜL....Ve CHECK LIST...

Evet sonunda beklediğim Eylül geldi. Kimine göre eylül hazan ayı gibi, kim bilir içimde bi yerlerde ben de öyle hissediyorumdur ama şuan üzerimdeki gömleği, pantolonumu, ayağımdaki giymek için oldukça özlediğim kahverengi spor ayakkabılarımı giyebildiğim için seviyorum şuanda Eylül’ü…
Sıcaktan bunalmadığım, sürekli uyumak istemediğim için, yakıcı güneşin altındayken Bodrum’u özleme ve orada olmak isteme duygusu içindeyken, of yine işe geliyoruz demek zorunda kalmadığım için, kot ceketimi elime alıp çıkabildiğim ve onu ne kadar özlediğimi fark ettiğim için, akşam serinliğinin yüzüme vuruşunu hissedebildiğim için, gece uyurken üşüdüğüm için, sabah uyandığımda serinlik içinde sakinlik içinde hazırlanabildiğim, hazırlanırken çok yorulmadığım için, ve daha bir çok şey için, seviyorum ya Eylül’ü…

Daha önce de yazmış olduğum CHECK LIST’de yer aldığı gibi, iş yerindeki odamın düzenlemelerine bugün başladım. Gerçi şuanda düzenlenmiş değil adeta
DÜZENLENMEMİŞ
şekilde duruyor olsa da, kafamda güzel bi dekorasyon yaptım için, şirin olsun diye, güzel olsun diye, Bana ait olsun diye.
* Çocuklarımın oyun köşesine koyulacak oyuncakları tek tek toparlayıp en güzel şekilde yerleştirilecek.
* Yerde okuyacağımız kitaplarımız için minderlerimiz dizilecek.
* Duvarımda duran devasa panomun düzenlenmesi, söylediğim gibi, çocuklarıma çektiğim resimler, ve çocuklarımın minik ellerinden yaratılmış Şaheserleri…
Ve bana ait alan, Masam.. Sevgili masam için güzel bir çerçeve içini dolduracak güzel bir resme ihtiyacım var öncelikle. Şuanda kafamda 1-2 resim olsa da, aslında olmasını istediğim resim şuanda yok, ama dediğim gibi güzel bir çerçeve güzel bir resme ihtiyacım var..
Masa aksesuarlarımın yanında ofis eşyalarım tabiî ki.. kalemliğim, kağıtlığım, bitaneciklerimin (H&G) hediye ettiği sevgili kırmızı defterim ve geçenlerde Accessorize’de gözüme kestirdiğim kalemler ve harika sticker’lar..

Dağınık masam ve yerleştirilmeyi bekleyen dosyalar...

Ve çalışma masamın en bomba güzelliğine geliyor sıra. ORDİKE’m.. Gidip bakmadım henüz, seçme fırsatım olmadı ama, bu sene odama bir orkide koyup sadeliğini güzelliğini masumluğunu enerjisini, orkide’ye dair ne varsa her türlü şeyini odama yansıtmaya niyetim var. Assolistler en son çıkar dercesine, bütün her şeyi düzenledikten sonra Orkide’mi getirip konduracağım odamın en güzel köşesine…

Hadi bakalım…
Şimdilik bu Düzensizliği görün, sonra en güzel halini de göstereceğim..
Sevgiler…
…YaşammPınarım…

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...