Cuma, Mayıs 28, 2010

:)))



Gözünüzün gördüğünden farklı anlamlar taşımıyorsa karşınızdakiler sizin için, kendi için hayat için; her şey olabildiğine şeffafsa eğer yani. Duyduklarınıza inanıyorsanız ve duyduklarınızdan da ötesi olmadığına inanıyorsanız.. İnançlarınız sizi yanıltmıyorsa eğer..
Huzurluysanız o anda, gülmekten korkmuyorsanız, somurtmalara aldırmıyorsanız, ağzınızdan çıkacak şeyleri kırk kere düşünmek zorunda kalmıyorsanız, hangi anlamlar yükleneceğini biliyor ve yine; bildiklerinizden yanılmıyorsanız..
Bir masada otururken yemek yemek aşırı zevk veriyorsa eğer, her şeyi içtenlikle konuşabiliyorsanız, korkmadan utanmadan sıkılmadan yorum yapabiliyorsanız, eleştirebiliyorsanız, eleştirilerine açıksanız, güldüklerinizi eğlendiklerinizi unutmuyor her saniyeyi hatırlıyor, arada bir olumsuzluklar da olsa onları olduğu yerde bırakabiliyor yine birlikte gülmeye devam ediyorsanız…
Aradan uzun zamanlar da geçse, eski günleri ilk günkü tadıyla yad edebiliyor, içiniz titriyorsa eğer, ve özlüyorsanız her haliyle..
Dünyanın neresinde olursanız olun bir araya geldiğinizde her şeyi yine eskisi gibi taze yaşayabiliyorsanız, aranıza mesafeler uzaklıklar giremiyor ve her şeyi kendinize, birbirinize, gününüze layık yaşayabiliyorsanız, konuşacak şeyler bir türlü bitmiyor, bitse de hep yeni bir şeyler bulabiliyorsanız eğer..
Ve hayatınızdaki dostlarınıza dair bu yazılanlardan daha fazlasını düşünebiliyor, onlara daha fazlalarını atfedebiliyor, bu yazıyı okurken aklınıza birileri gelebiliyor, gülümseyebiliyor ve onların varlıklarından mutluluk duyuyorsanız eğer,
Şanslısınız çok şanslıyız..
Biz de şanslıyız çok şanslıyız.
İYİKİ, O üniversiteyi kazanmışız. İyi ki o bölümü seçmişiz. İyi ki tanışmışız.. iyi ki anlaşabilmişiz.. iyi ki o günleri dilediğimiz gibi yaşayabilmişiz.. iyi ki bu kadar güzel bağlar kurabilmişiz..
Bütün bunlar için, KADERİN CİLVESİNE TEŞEKKÜRLER BU SEFER…

Perşembe, Mayıs 27, 2010

TAKSİM ve ŞEFFAF ŞEMSİYELER...



Ne zamandır yazmayı istiyordum aslında ama bugüne kaldı. Taksimin güzelliğini zaten konuşmaya gerek yok. Ara sokaklarını işin içine dahil etmezseniz, tadını almayı bilene istiklal caddesinde yürümek bi zevktir. Hele de akşam olursa bu yürüyüş, yanınızda uzun zamandır görmediğiniz arkadaşlarınız, cadde cıvıl cıvıl ışılsa eğer, çok çok çok daha zevk verir insana.
Biz de bu akşamlardan birindeydik işte tam da.. Meydandan aşağı doğru yürüdük ahesteeee ahesteee, vitrinleri izleyerek, sohbet ederek, zevk alarak, tad alarak.. bi cafeye attık kendimizi. Girdik yemeğimizi yedik bi güzel, muhabbet harikaydı, ortam çok sıcak (gitmeyenler için şiddetle önerilir Ara Cafe) kısacası her şey çok güzel..
Kalkma vakti gelince yine kendinizi malum zevkin içine atıyorsun kendini..
O caddenin ışıklarına, kalabalığına bi de yağmur eklenmiş… Yağmurun bu kadar güzel bir görüntü ortaya çıkarabileceği aklıma bile gelmezdi. Yağmur çamur batak yapacak ayaklarımız su olacak diye endişelenmenin yerine çok harikaydı o yağmurun zevki. O kadar farklı bir güzellik çarptı ki birden gözüme, ağzımdan cümlelerin dökülüşüne engel olamadım:
“TAKSİM ŞEFFAF ÇOK ŞEFFAF…”
Herkesin elinde kurtarıcı şeffaf şemsiyeler, rengarenk. Yeşili var, pembesi var, beyazı var, sarısı var, var da var.. bizim elimizde de pembesi var. Gerçekten çok güzeldi.
Ne taksimin yağmurunun bu kadar zevk verebileceğini düşünürdüm
Ne de şeffaf şemsiyelerin… :)
İyi ki de şeffaftı o gece Taksim
iyiki çok şeffaftı...

Cuma, Mayıs 21, 2010

ÖLÜMLÜ DÜNYA ÖLÜMLÜ İNSAN

Bazı şeyleri farketmek için gerçekten gözünün önünde çok büyük gerçekler yaşaması gerekiyo insanın. Bildiği şeyleri unutuyor, unuttuklarını o gerçeklerle hatırlıyor. Bazen insanların hırsları, insanların huyları, insanların dargınlıkları, insanların dalgınlıkları, insanların ayrıcalıkları ve insanların daha daha fazlaları, çok büyük değerlerin önüne geçiyor. Gölgede bırakıyor çok şeyi. Öyle bir gözünü bürüyor ki insanın göremez oluyor, kör oluyor. Ne yazik ki böyle oluyor.

Sebep ne olursa olsun, önemli olanın kalp kırmamak olduğu. Ne yazık ki istemeden kırıyor olsak da. Nefes aldığımız her gün aslında o kadar önemli ve değerli ki belki de doya doya yaşamayı bilmiyoruz bazen.

Hiçbir şeyin sağlıktan önemli olmadığı bir dünya bu dünya, üzerinde yaşayan her insana.
Eğer bu tamamsa, tek bir tebessüm bile yetmeli insana, yettirebilmeli ruhuna.

Sabah hiç tanımadığım bi kadının bana gülümseyerek “günaydın” dediği, daha sonra “keyifli olacak” diye konuştuğumuz ama bir ölüm haberiyle durulduğum bi gündeyim. Sağlıkla hastalığı bir arada yaşamaya çalıştığım, mutlulukla hüznü aynı anda hissedebildiğim bi ruh halindeyim.

Ne bileyim öylesine bi hallerdeyim. Ve bu güne yakışır bi şarkı sözündeyim…
“ÖLÜMLÜ DÜNYA ÖLÜMLÜ İNSAN, HA ALİM OLSAN HA ZALİM OLSAN”

http://www.dailymotion.com/video/x9vrr9_sertab-erener-sakin-ol_music
Bu baglantıya tıklayın-izleyin-dinleyin :)

Benim için.. Bizim için...


Demet Akalın’ın albümünde “boşuna” isimli bir parça var. Dinlerken aklıma geldi ki bir insanın aklına milyonlarca şey gelmesi tek bir kıvılcıma bağlı ya hani, işte bana da aynen böyle oldu yani. Boşuna üflemişiz o mumları diye başlayan birsürü “boşuna” cümlesi var şarkıda.. Durdum düşündüm gerçekten hayatımızdaki bazı şeyleri, özellikle ortağı olanlarla yaptığımız şeyleri, şimdi o ortakları yokken düşününce gerçekten gereksiz mi geliyor, keşke yapmasaymışız mı diyoruz, ya da şarkıdaki gibi boşuna mı diyoruz?

“Ellerimden kayıp gitti yıllar koştum peşinden tutamadım” derler ya hep, geçmişi bi yad eder insan, sanki yapmak istedikleri varmış da yapamamış gibi ya da yapmış da pişmanmış gibi.. Daha bir sürü şey gibi.

Yıllar öncemden bi cümlem var aklımda kalan, “bu benim sevgim, amaçsız çıkarsızsa eğer bi tek beni ilgilendirir” diye. Gerçekten hep aynı cümleyi söyleyebilmeyi istiyorum çok. Aradabi söylemeyi unutuyorum, kalp kırıklıkları, gönül dargınlıkları, yol yorgunlukları izin vermiyor bazı bazı ama gerçekten şimdi yine düşündüm, bugüne kadar birileri için yaptığım şeylerin hepsini ne için kim için neden yaptım ben? Sevgilimi neden sevdim, dostumu niye dostum benimsedim?

Aslında her şeyin tek sebebi bendim. Sevdim çünkü sevmek istedim.
BEN sevmek istediğim için sevdim.
Gittim çünkü gitmek istedim BEN gitmek istediğim için gittim.
Bazen bazı şeyleri feda ettim, ben feda etmek istediğim için ettim.
Uzun yıllar daha çok şey yaptım, hatalarım da oldu elbet ama onlar da benim içindi.
Üzüldüm. O da benim içindi.
Mutlu oldum, o da benim içindi.

Artık hiçbir şeye boşuna dememeye karar verdim.
Çünkü her geçen gün, armağanım benim.

Perşembe, Mayıs 06, 2010

DENİZ... HÜSEYİN... YUSUF...





Hiçbir şey yazmadan sadece başlık kalsın istiyorum.
Yıllardır kör kalan gözlerin yazsam da hiçbir şeyi göremeyeceğini bildiğim için…
Ve bu çocuklara inanmış güvenmişlerin yazmama ihtiyaçları olmadan onları savunduklarını, andıklarını bildiğim için…

HIDIRELLEZ



5 mayısı 6 mayısa bağladık. Gittik gül ağaçlarının yanına, yazdık dileri, astık dallarına, gömdük toprağına. Bir umut olsun diye hayata ve yarınlara..
Ne garip bir heyecandır o. Kağıtlar alınır kalemler hazırlanır ve başlanır dilekler yazılmaya çizilmeye. Bitmeeez.. Bir de kurdele heyecanı vardır onu. Dilek kağıtları kırmızı kurdelenir. Asılır dallara ya da gömülür toprağa. Sonra beklenir dileklerin olması. Olduğu zaman “aaaaaaa dileğim oldu ben bunu çizmiştiiim” diye sevinir insan. Yazarken ne kadar heyecan vericiyse,dileğin gerçekleştiğini görmek de o kadar heyecan verir insana.
Vel hasıl kelam, yaptık dilekleri , bekledik Hızır’ın gelmesini..
Ateşler de yakıldı, atladı insanlar üzerinden. Bir coşku bir sevinçle güldüler eğlendiler. Oynadılar zıpladılar. Dualar ettiler.
Yani 5’den 6’ya güzel bi geçiş oldu yine bu Mayısta da.
Her günümüz böyle coşkuyla böyle umutla böyle mutlulukla böyle dualarla geçsin
Her günümüz bahar gibi olsun her baharımıza güneşler doğsun.

Pazar, Mayıs 02, 2010

YİNE OLAY ÇIKTI!!!


Bence herkes başlık cümlesini alt yazı geçen haberler izleyeceğini sanıyordu. Binlerce insan Taksim’e çıkacak ve olay çıkmayacak?
“Peh geçeceksin onları ya, gidilir mi oraya, durulur mu orda? Göreceksin kan gövdeyi götürecek yine!!!” diyenler çok oldu, Çok eminim!
Ama olmadı…
Sabah uyandım kalktım şöyle bir haberlere baktım. Her şey yolundaydı, problem yoktu, insanlar özgürce günlerini kutluyor, haberciler rahatça haberlerini sunuyor,yani gayet rahat bir 1 Mayıs geçiyor. Mutlu oldum o görüntüleri görünce, oh be dedim işte bu. Zaten bunu bekliyorduk, biz bağırmadan koşmadan vurmadan dövmeden bayram kutlayamaz mıyız? Kutlarız, kutladık işte.
Herkesin ellerinde bayrakları, pankartları, davullar, halaylar. Oh bence de çok güzel oldu. Tarihi bir gün oldu.
Büyük meydanlardaki bu kalabalıklar her zaman heyecanlandırır beni. Şehrimin göbeğinde bir sürü insan toplanmış bir şeyler için bir şeyler yapıyor. Şimdi bile yazarken heyecanlanıyorum. Onların istedikleri oldu, fena mı oldu? Güzel oldu..
3 yaşında bir çocuğun bile istediği yere gitmesini engellerseniz ağlar, ayaklarını yere vurur, hatta gelir kolunuzu bacağınızı ısırır, saçınızı çeker. Yani tepkisini belli eder. O bile yapar bunu ki düşünün şimdi kaç yaşına gelmiş insanları, ellerinde bayraklarıyla gitmek istedikleri yerden alıkoymaya çalışıyorsunuz. Onlar bir adım atıyor, diğerleri iki adım atıp onları geri itiyor. Düşünün bu aşağılanmışlık duygusunu. Geçen sene yazılan “yine olay çıktı” manşetlerine çok kızıyorum şuanda. Demek ki engellenmediklerinde olay çıkmıyormuş. Demek ki geçen sene fark edilmediği gibi onlar da “insanca” bir şeyler yapabiliyormuş. Keşke bu gerçekleri daha önce öğrenebilseydik de onca mağaza, onca dükkân, onca insan yara darbe almasaydı. Ve olayın dışında televizyondan şehri izleyenler korkmasaydı.
Dün güzel bir 1 Mayıs’tı. Coşkulu bir 1 Mayıs’tı. Güneşli bir 1 Mayıs’tı.
Darısı bir dahaki 1 Mayıs’ın başına.
Hadi bakalım mutlu bir Mayıs geçirmeniz dileğiyle.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...