Cumartesi, Ocak 29, 2011

Dip-Zirve...

Dibine vurmuş bir hayatın duvarlarına tırmanırken buldu kendini.
Sanki tepelerde bir yerlerde bir ışık görüyor gibiydi. Tam da seçemiyordu ya, neyseydi, o ışık görmek istiyordu belli ki…
Duvarları vıcık vıcık olmuş gibiydi, hani sanki çamur çamur gibi. Sanki katılaşmış çorba gibi, tencereyi döndürsen tersine, pat diye boşalacakmış gibi lavaboya.. Elleri sanki kile bulanmış gibi, tırnaklarının arasına da girmiş zaten, kirlenmiş pislenmiş elleri, tırnakları ve içleri..
Tırmandı tırmandı tırmandı, nefes nefese kaldı bi ara ölüyorum sandı, nefesim gitti sesim kesildi, soluk yok, ışık yok, tutunacak bir dal bir el bakacak bir insan gözü yok, allahım ölüyorum, dedi kendi kendine, ölüyor sandı; ölmedi ama.. baktı ki, yaşadı..
Yumuşamış bir çamur birikintisine elleriyle koca bir yumruk attı, zamanından kalma acıları vardı ellerinin, vurulmuşlukların sancısını çekiyordu hala o eller, vurulmuş duvarlar, kopartırcasına çekilmiş saçlar, yazılmış yazıların elçileri ve daha niceleriydi o eller.. Bi yumrukla dağıldı çamur birikintisi, oyuldu. Geniş derin bir boşluk oldu. Girdi oturdu oraya. Kafasını kaldıracak kadar bile yer yoktu o kadar dar bir yerdi ama sığınacak bir yerdi işte, girdi oturdu.
Bekledi bir süre daha. Uyandığında dinlenmiş, daha diri ve daha genç gibiydi. Halbuki yine yirmi sekizindeydi. Şöyle bir kafasını uzattı oturduğu dar yerden. Aşağıya doğru baktı. Çamur birikintileri kurumuştu yavaş yavaş. Uzanabildiği yere hafifçe dokundu, pütür pütür olmuş gibi sanki kum gibi kaydı gitti parmaklarının ucundan.
Biraz daha doğruldu ve daha da tırmanmaya çalıştı. Tırmandı tırmandı..
Uzun zaman aldı bu sefer bu tırmanış.
Gördüğü ışık daha da büyüyordu sanki yaklaştıkça, tırmandı daha da hızla o ışığa. Gördükçe büyüdüğünü daha da heveslendi daha da hırslandı..
Zaman geçti.. artık tepedeydi. Ellerine baktı, tabir-i caizse leş gibi olmuştu. Suratı kir pas içinde, saçları dağılmış, gözlerinin altı sanki biraz daha canlı gibi, içleri kırmızı kırmızı, malum çok uykusuz kalmıştı. Etrafına baktı, insanlar ne kadar hızlı yürüyorlardı, nereye yetişiyorlardı böyle, nereye koşuyorlardı. Sağa sola doğru bakındı…
Sonra şöyle bir aşağıya baktı.
Çamurlara…
Kurumuş, taşlaşmış derin bir kuyuya.. Dibini göremediği, seçemediği ama içinde neler olduğunu bildiği, adını “geçmişim” koyduğu kuyuya.. Baktı, gülümsedi alaylı alaylı…
Ellerine baktı.. Çamurlar kurumuş, ellerini birbirine değdirince döküldü hepsi.. Tertemiz oldu elleri..
Tekrar baktı aşağıya…
Güldü..
Kalabalığın arasına karıştı…

Cuma, Ocak 28, 2011

Ay Hayat Seviyorum Seni Be... :)))

Bugün birinci dönemin son günü, karnelerini veriyoruz çocukların, onlar evlerine biz tatileeeeeee…
Zaman olgusuna takıldım bu aralar diyorum ya, bişeler var heralde algımda, bu hafta geçmek bitmek bilmezken bu dönem su gibi geçti anlamadım bile, huwwwww…
Pek acı bi dönemdi kabul ediyorum, pek hoşlanmadım ama yine de geçip gitmesine mutluyum..
Ve bu sabah, ilk defa bir yerde yazım yayınlandı.
Yaşampınarım, artık Yaşam Pınarım başlığıyla www.cosmoturk.com ’da köşe yazarı.
Hep hayallerini kurduğum şeylerden birisidir bir gün adıma bir kitap çıkarabileyim ve kalabalıklar beni okusun. Şimdi bir kitap çıkarmadım belki ama yine kalabalıkların beni okuyabileceğini biliyorum.
Ve bu durumdan gayet memnunum.
Aylar önce bir fal baktırmıştım her ne kadar fallara inanmasam da, falımda çıkan bu köşe yazarlığı, gerçek hayatımda da oluverdi. Ama yine de fala inanmamak lazım, falsız da kalmamak lazım =)

Vel hasıl kelam, bugün günlerden Cuma, e Cuma mübarek gün vesselam =)
Cuma’nın mübareği üstünüzde üstümüzde olsun,
Benim hayallerim gerçek oluyor, kendimle ilgili kendimce önemli bir adım atabildiğim için mutluyum uzun zaman üstüne ilk defa,
Sizin de hayalleriniz gerçek olsun, siz de mutlu olun..

AAAAAAAAAAAAyyy Hayat Seviyorum Seni Be….
Sevgileeeeeeeeeerrr….

Pınar Yaşam Pınarım….

Perşembe, Ocak 27, 2011

HAYATIN İÇİNDEN: Otobüste yer kavgası

Nefes aldığımız sürece ne zaman ne yaşayacağız neyle karşılaşıp şaşıracağız hiç belli değil. Bunu bugün bir kez daha anladım.
İşten çıkıp eve giderken bindiğim otobüste koridorda ayakta dururken, benim yüzümden bir amca ve bir teyze birbirlerine giriyorlardı neredeyse. Aslında kendimi sebep olarak da göstermek istemiyorum, onların bağrışası varmış da neyse.
Otobüste ayakta duruyorsanız boş kalan yere oturursunuz, nitekim ben de öyle yaptım. Önümdeki genç bey ayağa kalkıp kapıya yönelince ben de boşalan koltuğa oturdum. Arkadan bir teyze omzuma dokundu, pıt pıt pıt diye.
-Oradan gelen teyzeye verdi yeri, sen neden oraya oturdun bir de genç olacaksın!

Tabi ben omzumdaki o sert pıt pıt’ların etkisinden zaten çıkamamışken henüz, bir de bu cümleleri duyunca sadece “ yaa öyle mi peki” deyip kalkmak zorunda kaldım. Ve arkamdan kıyamet koptu.
Sağolsun, beni savunmaya çalışan bir amca da o teyzeye demez mi, sen de yanındaki çocuğu kucağına alsana, diye. Ve otobüs birbirine karıştı, otobüs koltuğu ve benim ona oturmam olay oldu ve otobüsün arka tarafı resmen bu konu üzerine kurulan cümlelerle kaplandı.
Kendimi yaşlılara yer vermeyen terbiyesiz genç kız gibi hissetmiş olsam da bir süre, kafamı sağa sola sallayıp kendime geldim. Günümüz temposunda artık gençlerin de çok yorulduğunu ve toplu taşıma araçlarında onların da oturabilme haklarını savunduğumu hatırladım birkaç saniye içinde. Evet evet aynen bunu savunuyorum. Sabah ezan sesiyle hatta kimisi ondan da önce İşten çıkmış gözlerinin altına mor halkalar sarmış, makyajı akmış, saçı başı dağılmış gençlerin de, orta yaşlı insanlara yer veriyor olmalarına anlam veremediğimi ve gençlerin de artık oturma haklarına sahip olduklarını düşünüyorum.
Hasta ve yaşlılara, hamile ve çocuklulara saygımız sonsuz tabi ki, bunu tartışmaya bile gerek yok ama gençler ayağa kalkmadıklarında çok da fazla kızmıyorum aslında. Kadın günlerinden dönen süslü püslü teyzeler de birazcık ayakta dursunlar, çok da önemli değilmiş gibi geliyor artık.
Ama bu düşüncelerimin içinden uyuyor numarası yapan gençleri sıyırıp onları çöp kutusuna atıyorum. Tamam kardeşim gençsin güzelsin yakışıklısın ama yorgunluk, bitkinlik, uykusuzluk almış seni eline, ayakta duramıyorsun bile, otur otur hakkındır, dedim ama o kadar da değil yani. Öyle numara yapmaya dayanıyorsa iş, dur ayakta çatlasın ayakların, demekten de kendimi alamıyorum.
Uzun zamandır işten eve giderken toplu taşıma araçlarını kullanan biri olarak bugün tekrar fark ettim ki her toplu taşıma aracı bir hikayedir ve bu hikayeler aslında hayat dediğimiz şeyin ta kendisidir…
Ey gidi omzuma pıt pıt dokunan teyzem,
Ey gidi teyzeme bağıran amcam,
Ey gidi toplu taşıma araçları,
Ey gidi bağrışmaların ortasında kalmış ben
Ey gidi ey…

Çarşamba, Ocak 26, 2011

YOK BU HAFTA ZAMAN GEÇMİYOR


Buraya aslında günlük gibi yazılar yazmaktan hoşlanmıyor da olsam bu akşam evimdeyim hala uykum var ve kendimce isyanlardayım.
Bu hafta geçmiyor geçmiyor diye okuldayken bi öğretmen arkadaşımla isyana kalktık resmen.
Hani olur ya bazen, “zaman çok çabuk geçti hiçbir şey anlamadım” dersiniz ama öyle zamanlar da gelir ki bu zaman niye geçmiyor ya diye mızmızlanırsınız.
Zaman hep aynı hızla geçiyordur aslında ama hayatımız bunu kendince hızlandırıyormuş ya da durduruyormuş gibi geliyordur bize.
Ve bu hayıflanmalarımla gayet zıt bir cümle daha kurdum bugün.
Okulların Cuma günü kapanacağı, birinci dönemin bu son haftasında başka bir öğretmen arkadaşla da konuşurken “bu dönem çok hızlı geçti hiç bir şey anlamadım” dedim ve ikimiz de bu konuda hem fikirdik.
Allahım şuan kendimi sorguluyorum ve resmen kendimle çelişiyorum.
Zamanla derdim problemim ne benim bilmiyorum ama uzun vadede hızlı kısa vadede kağnı gibi işleyen bir zaman kavramım var şu sıralar.
Zamanla mı yoksa aslında içimdeki Pınar’la mı derdim anlamadım ama,
NEDİR BENİM DERDİM NEDİR NEDİR =)

Pazartesi, Ocak 24, 2011

ILGAZ SONRASI..

Ve harika bir tatilin ardından evimde ve yatağımın üzerindeyim. Fark ettim ki gerçekten bazen insanın aşık olduğu şehirden bile uzaklaşması iyi gelebiliyormuş.
Beyaza, kara, mis kokuya, tertemiz bir doğaya doyduk ve egzoz kokusuna, kalabalığına, yoğunluğuna geri döndük yedi tepelimin…
Otobüs yolculuklarını küçüklüğümden beri severim ama büyüdüğümü düşündüğüm günden beri uzun ve böylesine zevkli otobüs yolculuğu yapmamıştım. Artık böyle bir anım da var.

Uzunca ve uykusuzca geçirilen bir yolculuktan sonra sabah kahvaltısıyla merhaba dedik Ilgaz’a..


Ve sonrası rüya gibi harika iki gün…

Telefonun internetin olmadığı, yanımda sevdiklerim, aklım kendimde, mis gibi kar kokusu, tertemiz bir doğa..
İncinmiş iki kolum yüzünden kayamamış olsam bile kayanları izlemenin keyfi,
Soğuktan içeriye kaçıp lobide içilen çayın demi,
Akşam yemeğine hazırlanmalarımız,
Harika bir ses ve ud eşliğinde dinlediğimiz Türk sanat müziği,
Salaş dökük bir salonda sıcacık ve kalabalık bir grupla teptiğimiz horonlar ve finalde çektiğimiz halaylar,
Gecenin bir yarısı lobiye geri dönüp gelen bağlama ve türkü ziyafeti ve buna eşlik eden mis gibi sıcak şaraplarımız,
Son günün tadını doya doya çıkarmak gerek diyerek uyandığımız Pazar sabahımız, uzun ve tatlı sohbetli kahvaltımız,
Dostumla içtiğimiz kahve ve kahve falımız,
Bembeyaz karlara yuvarlanışımız ve çektiğimiz 200 küsür fotoğrafımız,
Ilgaz dağlarının zirvesine traktörle çıkmanın orjinalliği ve çekiciliği =)
Teleferikten ayaklarımızı boşluğa sallandırışımız ve aşağıda gördüğümüz büyüklü küçüklü ayı pençelerinin izleri,
İstanbul’a dönmeye son bir adım kala, açık havada yakılan mangal, ve ardındaki mis kokulu çay…
Ilgaz’ı geride bıraktık derken otobüste 3 saate yakın oynadığımız sessiz sinemanın gırgırı, kahkahası,
Sohbetin muhabbetin dayanılmazlığı,




Ve İstanbul..

Giderken demiştim ya hani;
“Döndüğüm zaman bomba gibi dönmeye kararlıyım…
Her şeyi ardımda bırakmaya, bi tek kendimi koymaya çantama…
Her şeyi benden uzakta, yolların ardında bırakmaya,
Ve bi tek keyfimi, bi tek sevdiklerimi yanıma almaya…”


Ve öyle yaptım..

Sevgiler…

Perşembe, Ocak 20, 2011

Tatil'e Doğru...

Aylardır söyleniyorum “bu şehirden gitmek istiyorum istiyorum” diye..
Aylardır söyleniyorum “bu mahalle bu sokak bu apartman bu oda bu yatak bu ayna aman of”
Aylardır söyleniyorum “öyle bi yere gitsek ki sadece gülsek, eğlensek, herşey dağılsa”
Aylardır söyleniyorum “öyle bi yere gidelim ki İstanbul’u hatırlamayalım”
Ki ben İstanbul’a aşık ben…
Bi şeyi 40 kere söylersen olur derler ya oldurdum vallahi =)

Cuma gününü iple çektim bu hafta. Kendi kendime işler yarattım iş yerinde zaman daha hızlı geçsin nasıl geçtiğini anlamayayım diye.

Spora gittim, canımı çıkarana kadar koştum bisiklete bindim hatta yetmedi sağlam kalmış kolumu bile kırmak üzereyken (kaba tabirle) direkten döndüm.. =)

Bi gün makyaj yapmadım daha fazla uyumayı tercih ettim,
Bi gün saat alarmı çalar çalmaz uyandım kalktım giyindim şıkır şıkır, makyajımı yaptım saçlarımı dalgalandırdım ve daha da çok sevdim dalgasını ve sarısını..

Perşembe sabahına uyanmama 2 saat kala deprem oldu uyandım, kalktım dolandım, karanlık evde kimseyi uyandırmadan dolanayım diye düşünürken pat diye kardeşim çıktı karşıma, aynı anda “ sen niye uyumuyosun ki” diye sorduk, gülüştük, baktım saate; saat 04:10, ben biraz daha uyusam iyi olur, hadi öptüm sıpa, dedim yattım uyudum yine 1.5 saat kadar daha..



ve gece oldu, dedim Pınar haydi hazırlan…
ve işte o an anladım, bayan olmak zor iş…




Liste hazırlamış olmasına rağmen; 2 günlük tatil için 2 saat dolabın karşısında duran, hazırlanmış bavulu 200 kere boşaltan, of yaa of of of, diye evin içinde dolanan bi erkek daha yoktur herhalde, sanmıyorum,
varsa eğer, oh dicem, bayanlar olarak yalnız değiliz =)



derken baktım saat 00:50 olmuş, huuuwwww dedim sabah erken kalkıp işe gideceğim daha..
vs. vs. vs.



baya kalabalık bi grupla, acayip eğlenceli bi grupla,analı kızlı, kardeşli kuzenli, ablalı dostlu, yol almaya hazırlanıyoruz Ilgaz Dağlarına doğru…
marifetmiş gibi iki kolumu da aynı ay içerisinde sakatlamamın ödülü (!) olarak 2 günü karda kayamadan sadece kayanları izlemekle ve kayamayanlara gülmekle geçirmek zorunda olsam da,
buradan gidiyorum ya 2 günlüğüne de olsa..
oh keyfim yerinde çok bu gece..
döndüğüm zaman bomba gibi dönmeye kararlıyım…
herşeyi ardımda bırakmaya, bi tek kendimi koymaya çantama…
her şeyi benden uzakta, yolların ardında bırakmaya,
Ve bi tek keyfimi, bi tek sevdiklerimi yanıma almaya…

Mutlu haftasonları…

PınaaaaaaaaaarrrrrrrrYaşammmPınarıııııııımmmm…….

Çarşamba, Ocak 19, 2011

BUGÜN SENDEN KONUŞTUK SEVGİLİM....


Bu gün senden konuştuk arkadaşlarla Sevgilim,
Senden ve cümlelerinden.
Ardımdan söylediklerinden ve hissettiklerinden.
Kırgınlıklarından ve kızgınlıklarından.
Pişmanlıklarından ve hatalarından.

Bu gün senden konuştuk sevgilim,
İşinden gücünden.
Gezdiğinden yediğinden.

Bu gün senden konuştuk sevgilim.
Umursamıyor gibi davranıyorsun diye sana çok kızıyorlarmış içten içe.
Ama bu sefer çok başkaymışsın. Bu sefer çok suskun kendi halinden çok çok pısırkmışsın.
Kendini eve kapatmışsın perdelerini kapatmışsın.

Bu gün senden konuştuk sevgilim,
Herşeyin olmuş evin.
Evin herşeyin.
Kendini kendinden ibaret etmişsin hatta,
Kendini bile kaybetmişsin.

Bugün senden konuştuk sevgilim,
Adımı duyduğunda irkilmişsin,
Ah demişsin derin derin.
Ne çok kırdım onu düşünmeden demişsin.
Durup durup gülmüşsün,
Gülüp gülüp büzülmüşsün.

Bugün senden konuştuk sevgilim,
Uzun uzun anlatmışsın beni,
Uzun uzun anlatmışsın seni,
Beni, seni ve geleceğini,
Geleceğini bilmediğini,
Ama bildiğini gelmeyeceğimi..

Bugün senden konuştuk sevgilim,
Çok şey duydum senden.
Çok şey öğrendim.
Üzmüştün beni zamanında sevgilim çok üzmüştün.
Kızmıştım çok kırılmıştım.
Yaralanmıştım çok kanamıştım.
Kabuk bağlamışken her yanım ardından, şimdi asıl SANA üzdün beni sevgilim, sana,
Bu dargınlığına hayata, ve bu kapanıklığına..

Üzüldüm sevgilim üzüldüm bize,
Bize yazık ettiğine…

Üzüldüm sevgilim üzüldüm..
Üzüldüm de
amaaaannn…..

neyse…

Salı, Ocak 18, 2011

oyuncaklarım ve ben...



Çocuk oldum galiba bi kaç dakikalığına..
Odamda çocukla çalıştıktan sonra genelde çocuğa oyuncakları toplatmaya çalışmak zor olur. Benim de anaç ruhum kabarır heralde o anlarda, ısrar etmem. Çocuk oynar, dağıtır, sonra alır başını çıkar gider anneciğinin kollarına..
Yerdeki oyuncakları toplama bahanesiyle oturmuştum oysaki yere..
Baktım tek tek parçaları elime alıyorum inceliyorum.. üst üste koyuyorum, tabir-i caizse kule yapıyorum.
Kulenin her bir parçasında kendimden birşeyler koydum. Düşündükten sonra farkettim.
Her koyduğumda bazen iç çektim bazen gülümsedim.
Puzzle parçalarını aldım elime tek tek, ne kadar da dağılmışlar savrulmuşlar o yana bu yana.
Bir bütünün parçalarının biri orada biri burada.
Birbirlerini bulmak için bir uğraşları da yok,zaten birkaç tanesi de benim avuçlarımda. Birleştirmeye çalıştım ama elimdekiler birbirlerinin eşi değildi.
Bir bütünün ayrı ayrı parçalarıydı ama yan yana olamazlardı, bütüne aykırıydı, olmadı…

Birleştiremedim. Aman of dedim, kutunun içine koydum hepsini,
Aman of, bıraktım dağınık kalsın!
Rengarenk küçük adamları aldım elime.
Aslında bayılırım renklerine.
Hiç düşünmedim onları büyük plastik kutunun içine fırlatırken.
Ve en son adamı fırlattığımda “ve basket”dediğimde…
Hepsi artık kutunun içinde diye düşündüğümde, kapattım kapağı üzerlerine,
Sessiz seslerini duymayayım diye.
Son oyuncakları toparlamaya çalışırken dalmışım gitmişim, bozmuşum tekrar yapmışım bozmuşum tekrar yapmışım..
Nerelere gittim geldim, farkında olmadan geride kalan hangi yüze selam verdim, kime yüzümü ekşittim, hangi güzel anıma gülümsedim; bilmiyorum, derken
“napıyosun sen sıpa” diye bi sesle irkildim.
Oyuncakları topluyorum, diye cevap verdim. “bu halinin fotoğrafını çekmem lazım” dedi. Aldı bi güzel çekti.
Çekti ve sınıfına gitti öğrencilerinin yanına..
Fotoğraflara baktım sonra..
Toplamaya çalıştığım oyuncaklara..
Oyuncakların içinde kayboluşuma..
Bi de ohooooo daha daha fazlasına..
Dedim ya çocuk oldum galiba bi kaç dakikalığıma…
Elimde oyuncaklarım, gittim iç dünyama ve döndüm tekrar odama,
Hayatıma….

İçimizdeki çocuk hiç ölmesin…


PINAARR YAŞAMM PINARIIIMMMM

bi öğren bakalım...

Bugün senden gidiyorum.
Çok yakın ya da çok uzak olması fark etmez, gidiyorum ya önemli olan bu.
Bu kararı verdim ya önemli olan bu. Nasıl verdim bilmiyorum nasıl istedim bilmiyorum ama bildiğim, bugün senden gidiyorum.
Misafirlikti sanırım benimki gerçekten yerleşmeye gelmemişim. Bi kaç parçam geride kalmış, üzgünüm, söyleyememişim.
Bugün senden gidiyorum ama seni de sana bırakıyorum aslında.
Ellerini kullanmayı öğren, gözlerinin dünyayı nasıl gördüğünü gör, kendi sesinin farkına var, kendi parfümünü kendin seç, makarnanın kıymasını kendin kavur ve kıyafetlerini sen kendin seç.
Bi kendini bul bakalım.
Eksikliğimi hissetme kendini hisset benden önce bensizlikten önce.
Dolabını aç iyice bak kıyafetlerine, neler almıştık beraberce.
Sonra çık kendi başına alışverişe. Yeniden doldur dolabını.
KENDİNİ koy dolabın içine.
Benden sonra kendin ol bi bakalım..
Uyurken kanepenin üstünde, battaniye örtmezsen üzerine, üşümeyi öğren…
Anahtarını unuttuğunu kapının önünde fark ettiğinde, çilingir aramayı öğren…
Cüzdanında paran kalmadığında bi sonraki ay daha tutumlu olman gerektiğini öğren,
En alt çekmecede biriktirdiğimiz paraları unut yine, hatırlama, bırak kalsınlar orada..
Bi gün lazım olabileceklerini hatırla..
Balkondaki çamaşırları toplamayı öğren, ama zamanında..
Yemek yapmanın inceliklerini farket..
Salatalıkları yıkayıp mı yıkamadan mı buzdolabına koyman gerektiğini öğren.
Peynirleri aldığımız peynirciye git ve bu sefer KENDİN peynir seç. Peynir almayı bile öğren.
Yokluğumda çok şeyi öğren.

Ben bugün senden gidiyorum.
Sensiz adım atmaya ve sensiz nefes almaya
Özgürlüğümdeki kendimi tanımaya.
Ben bugün senden gidiyorum
Nasıl oldu diye sorma,
Gidiyorum ben..
Ha bi de,

Aşk her yerini sarmışken nankörlük yapmayı biliyorken sen şimdi
Aşksızlıkta aşkı aramayı öğren bakalım..

Bi öğren bakalım…

Pazartesi, Ocak 17, 2011

TEBRİK.....

1 Aydır iyileştirmeye çalıştığım sol kolumun alçıdan-askıdan çıkmasına daha yeni yeni seviniyorken,
oh be kolum özgürlüğüne kavuştu,tek kollu olmak ne kadar zormuş derken,
kolumu kullanmanın tadına varmaya çalışırken,

Sağ kolumu,
sol kolumda olduğu gibi,
Dirsek kemiğinden İncitebilen,
Hatta öyle ki, KIRTTTT sesini duyup "Kırıldı mı yaa" diye kolumu incelemeye alan,
şuan deli gibi ağrıyan kolum yüzünden "of yaaa çok acıyooo" diye söylenen ağlanan
ÇOK YETENEKLİ KENDİMİ TEBRİK EDİYORUM..

1 aydır askıda dolaştım yetmedi sanki,
Sağ kolu da KIRT'lattım..
Hadi bunu da ucuz atlattm diyelim, bidahakine bacağımı kesin kırıcam sanırım..

Evet, tekrar TEBRİKLER BANA!!!!!!

Pazar, Ocak 16, 2011

SARI SAÇLARIMDAN BEN SUÇLUYUM.. :P

Bu akşam yazdığım ikinci post bu ama ÇOK GÜLDÜM KENDİME…
Günlerden bir gün,
(o sırada üniversite son sınıftaydım ah böyle anmak ne acı şuan)
Saçlarımın belimde olduğu gün…

Arkadaşlarla yemeğe gidilir, yemek yiyilir, ve kuaföre gitmeye karar verilir…
Kuaförden çıkıp eve gidilir, merdivenlerden yukarı çıkıp ev kapısı açıldığında anne,
-aaaaaaaa saçların nerdeeeeee, der..
O upuzun saçlarım kuaförde kalmış artık gayet kısa saçlı bir kızımdır..
Ama halimden gayet memnunumdur

Gel zaman git zaman, mezun olmuşumdur, çalışmaya başlamışımdır,
yani aradan geçen 2 seneyi kısa saçlarımın uzamasını beklemekle geçirmiş olup her boyu kullanmışımdır..

Şimdi…
Saçlarım uzamıştır… hatta şöyle bi sallayınca
“aaaaaaa belime değcek şimdiiiiiiiii” diye sevinç çığlıkları atıyorumdur ve
yine günlerden bir gün (hangi zaman olduğunu hatırlamıyorum yakın geçmişte bi gün işte, evlilik hayalleri kurduğum günlerden birinde belki de),
“evlenince saçımı sarı yapıcam” demiş olduğumu düşünüp, şimdi gecenin şu 00.13’ündeee şöyle tepiniyorum evin içinde;


“SARI SAÇLARIMDAN BEN SUÇLUYUUUUUUUUUMMM HAHAH HAHAHAAAAAAA”





(evlenmeyi bekleyemedim yani ;) )

Hadi iyi geceler..
İyi haftalar =)

PINAAAAAARRRYAŞAAAMMMPINARIIIIIIMMMM....

Pazar akşamı...

“hadi artık banyoya” derdi annem küçükken ve Pazar akşamlarının değişmez cümlesiydi bu hatta cümlesidir bir çok evin..
Küçükken böyleydi ama büyüdüğümde de değişmedi aslında.
Ya da büyüdüğümü sandığımda şuanda..
Yine “bıcı bıcı”mızı yaptık. Islak saçlarımın altında bir havlu(inadımdan saçımı kurutmayı hep reddederim), burnumu çeke çeke oturuyorum salonda.
Bi de, kek kokusu geliyor mutftaktan.
Bardaklar hazırlanmış tezgahın üzerine tek tek bizim için,
Ve bi de küçüklüğümüzde olduğu gibi, süt kutusu duruyor tepsinin üzerinde, bardakların yanında..

Küçüklüğümüzde olduğu gibi diyorum,
Annem için büyüdüm mü ki acaba?
Büyümedim sanırım ama ne kadar büyüsem de ya da büyüdüğümü sansam da sırtım ıslanmasın diye “havlu koy sırtına” diyişini bi de şu kek kokusunu asla unutamam…

Sevgiler...

Cuma, Ocak 14, 2011

DUA'YA İHTİYACIMIZ VAR...

Beni mutlu eden bir durum: Sol kolum artık özgürlüğüne kavuştu; Alçı-Askı baskısı bitti..
Bugün boynumdan aşağı uzanan kolumu hapsine alan o askıdan kurtuldum.
Ağrı sızı sancı, benimle birlikte hafiiifff hafif ama olsun…artık kolum özgür,
MUTLUYUM…
Geçen hafta işe gelemeyince, kolumun altında bir yastık, kıpırdayamadan yatarken çok şey düşündüm.
Kendimi günlerimi düşlerimi geçmişimi geleceğimi..
Düşündüm çok… çok düşündüm..
Dostumu arkadaşımı…
Kırgınlığımı kırdığımı
Varlığımı varlığını
Ailemi kendimi
İşimi ya da işsizliğimi..
Yani, çok çok şeyi…
Değiştirdiklerimi, benimle birlikte değişenleri ve içimdeki değişen beni….
Bugün Cuma ve bu hafta da çok düşündüm.
Düne kadar çok üzüldüm, bi dostumu kaybettim diye gözyaşı döktüm,
Niyetimle yaptığımın birbirinden ayrı olduğunu ama ifade edemediğimi ve bunun yüzünden onu üzdüğümü..
Düşüdüm… ona hak verdim..
Düşündüm, onu kaybetmek istemedim…
Düşündüm.. üzdüğüm için af diledim…
Düşündüm… Dostluğumuz bitmesin diye defalarca telafi istedim…
Düşündüm… affedilmedim..
Düşündüm… yine çok üzüldüm..
Sonra…
Bir kere daha Fark ettim ki tarih tekerrürden ibaret…
Yaşadığımız şeyleri tekrar yaşıyoruz, tekrar şaşırıyoruz, bişeler hep tekrardan ibaret ama biliyorum ki bu dünyadan gidenlerin ve gideceklerin dönüşü yok.
Her hatanın telafisi var, ölümün yok..
Her kusurun düzeltilmesi var, ölümün yok..
Düşündüm…
Canım gibi sevdiğimin gözlerimizin önünde eriyor oluşu, hiçbir şey yapamıyor oluşumuz, öylece bekliyor oluşumuz, sadece dua edebiliyor oluşumuz;
Onun için çaresizce sadece üzüldüğümüz, ağlayamadığımız bile hatta,
Mucize dilendiğimiz Allah’tan,
Onun için hiçbir şey yapamamak ve onun eriyişini izlemek.. hatta,
İZLEYEMEMEK…
Düşündüm, ellerimiz kollarımız varken, gözlerimiz görürken her şeyi, kalbim kırıldı diye çok üzülmek, her şeyi bir anda silmek, niyet-eylem uyuşmazlığının getirdiği ayrılıkları düzeltmeye çalışmak, düzeltememek, terk edilmek, affetmek, affedilmemek, bu yaşta (!) kazık yemek, hayatımdan birilerini kaybetmek, iş yerimde mutsuz olmak, kilo almak, saçımın boyası, yüzümün siyah noktası, maddi sıkıntı, gurbet sancısı ve daha sayamadığım hayata dair ohoooo daha daha fazlası…

Bunlar mı çok canımı acıttı gerçekten, yoksa şuanda yaşadığım mı?

Şimdi teyzeme sarılmak isteyip sarılamamak, onu gidip kucaklayamamak, ve yanına gidememek, ağlayamamak, onun acı çektiğini görmek, onun için mucize dilemek ve ona dair yapabildiğim yapamadığım onca cümleyi yazamamak bile; ellerim titreyerek
Düşündüm…
Önemsiz şeyleri ne kadar da önemsemişiz meğer…
Çok dua edin teyzem için bugün…
Allah bi mucize versin,
Teyzem hayata mucize olsun…

Bugün pembe giyindim uzun zaman üstüne ilk defa…
Bilmem ki öyle geldi içimden…

Perşembe, Ocak 13, 2011

yıllarım..geleceğim...bugünüm...


Sevgili Yıllarım,
Çok haybeye harcadım sizi..

Sevgili Geleceğim,
Çok erken yaşadım seni..

Sevgili Bu günüm
Çok geç kaldım sana..

Çarşamba, Ocak 12, 2011

karmançormannn....

Hani bazı günler vardır ya, hiçbirşey söylemeden öylece durursunuz. Hayatı şöyle karşıdan izlersiniz. Durup bakarsınız olana bitene yürüyenlere durup sizin gibi izleyenlere.
Yorgunlara, enerjisi bol olup koşanlara.
Yaşananlara yaşadıklarınıza bi de yaşattıklarınıza
Öylece karşıdan durup bakarsınız
Adım atasınız vardır, hatta yüreğiniz deli gibi çarpıyordur “evet şimdi gidip konuşmam gerek” dersiniz ama bişe durdurur sizi.
Sonra durup bakmaya devam edersiniz.
Çok sakin gibi duruyorsunuzdur karşıdan ama aslında içeride öyle bir koşuşturmaca vardır ki.
Hormonlar duygulara duygular kararsızlıklara kararlar duygusuzluklara ve pişmanlıklara kimi zaman umursamazlıklara ama aslında çok umursayışınıza..
Her şey arapsaçına dönmüştür yani.
Ellerinizi başınızın arasına alıp
“oooyyy oyy!! ” ya da “ooooffff off!!” ya da o anlarda ne söylüyorsanız ondan işte..
Ben genelde “ooooyyy oyyy” derim…

Şimdi ben bu yazıyı neden yazdım??
Onu bile bilmiyorum
Ama aslında biliyorum…

Oooooyyyyyy oyyyy….



ebru sanatı'ndan bir resim paylaştım; yapamasam bile çok sevdiğim bir sanat dalıdır..
güzellik olsun dedim... :)

Pazar, Ocak 09, 2011

ADAM GİTTİ..KADIN KALDI...

Giderken ona “seni bekliyorum” demişti.
Arabadan inerken mutlu mesut evine koşar adımlarla gitmişti.
Hava soğuk çok soğuktu ama onun içi sıcacıktı.
Zamanlar üzerine bi adamın elini tutmuş, bi adama güvenebileceğini ummuş, bi adam için HOP etmişti yüreği.
Korka korka…
Umudu vardı ilginç. Bekleyecekti onu..
Beklemeye koyuldu onu… Telefonu elinde, beklemeye koyuldu…

Adam gitti..
Kadın kaldı…
Kadın bekledi..

Evleri birbirine çok yakındı. Bi kaç sokak vardı aralarında..
Ama adam, şehirde değildi artık.. Gitmişti…
Ama Gelecekti..
Söz vermişti. Geldiğinde her şey çok güzel olacaktı. Gittiği yerden arayacaktı onu.
Söz vermişti adam.

Kadın;
Bekliyorum demişti, bekleyecekti.

Adam gitti..
Kadın kaldı.. Dediği gibi, bekledi.. Umutla bekledi.
Aradan zaman geçti..
Adam aramadı..
Ses kesildi. Soluk kesildi.
Kadın, yalnız kaldığını anladı bu sefer..
Umutlarının kırılma noktasına geldiğini hissettiği her an açtı resimlerine baktı adamın. Yüzünün her zerresini ezberledi.
Gözlerinin arasındaki boşluğu, kaşlarının gözünün üstünde duruşunu, gülerken yanaklarında beliren çizgileri..
Ellerini ezberledi. Ellerinin beyazlığını, Parmaklarının birbirine yaslanışını, kollarının duruşunu..
Üzerindeki ceketi, gömleği…
Resimde baktığı gibi bakmıştı ona da son kez,
Tekrar tekrar hatırladı, hatırladıkça umutlandı, kıpırdandı, kendi kendine mırıldandı,
Söz verdim sana ben, bekliyorum diye…

Bi gün,
Havada kar kokusu, bahardan kalma göz kamaştıran bir güneşin olduğu bi günün öğle saatleriydi. Kadın sarı saçlarının üzerinde taktığı kırmızı şapkası, beyaz montu, siyah çantası ve siyah çizmeleriyle evinden çıktı.. Kulağına kulaklığını taktı, onu hatırlatacak şarkısını açtı,
Yürüdü… Adamla en son göz göze geldikleri yere ayak bastı.
Durdu orda bi an, iç çekti, içinden dua etti;
“Allahım bi haber, küçük bi haber”.

Arkasını döndü yürümeye devam ederken gördüklerine inanamayarak gözlerini kıstı, gördüklerini iyice seçebilmek için.
Onun paltosu…
Siyah.
Uzun.
Ayakkabılarına baktı.
Onun ayakkabıları.
Siyah.
Bağcıklı.
Saçları..
Onun saçları. Traşı bile aynı
İnanmak istemedi gördüğünün o olduğuna. Kafasını sağa sola salladı, hayır hayır bu o olamazdı
Ellerine baktı. Baktığı an yıkıldı,
Bu eller onundu.
Kadın ağır adımlarla, adamın yanına gitti.
Arkadan omzuna dokundu titreyen elleriyle.
Adam kafasını çevirdi.
Kadın gözleri dolu dolu olmuş, şaşkın şaşkın adama bakıyordu.
Titreyen eli ise hala havada kalmış…

Adam kadını görünce şaşırdı, onu görmeyi beklemiyordu, dudaklarından dökülen
-Ben gelmiştim ama….
Cümlesini kadın, sus, diyerek kesti titreyen sesiyle.
Sustu adam
Kadın ona yaşlı gözlerle bakmaya devam etti.
Farkında değildi; damlalar özgürleşmişti bile artık yanaklarında.
Allıklarını bir bir çiziyordu, ıslatıyordu yanaklarını.
Sus dedi kadın.
Sus.

İçinden neler geçirdi o anda kadın..
Uzunca bi süre bakakaldılar öylece birbirlerine..
Adam şaşırmış, kadın yıkılmış..
Neler düşündü kadın o anda…
Adam dediğin tuttuğu elin kıymetini bilebilse keşke..
Tuttuğu elin yüreğini hissedebilse..
Adam dediğin baktığı gözü görebilse gönül gözüyle
Gözün söylediğini anlayabilse…
Adam dediğin geride bıraktıklarının kıymetini bilse,
Geride bıraktıklarına verdiği sözleri bilse…
Adam dediğin, ederi kadar, ettiği kadar, hak ettiği kadar,
Adam dediğin değdiği kadar..

Ve daha neleri geçirdi kadın adamın gözlerinin içine bakarken..
Gözlerinden yaşlar akarken
Yüreği dağlanırken
Umutları yerle bir olurken
Korkuları gün ışığına tekrar çıkmışken
Nefretleri bir etrafını sararken,
Sevgisini yitirdiğinde, yüreğinin kanadığını hissettiğinde, acıdığını anladığında içinin,
Ve bi kere daha “kahretsin güvenmeyecektim” diye düşünürken bulduğu an kendini;
Kadın, yüzündeki ıslakları sildi, güldü..,
Başını dikleştirdi daha da.
Aşkta gurur olmaz diye savunurken,
şimdi yıkılmış bedenin her yanını saran gururuyla,
Gerisinde ardından öylece bakan siyah paltolu bir adam bırakarak,
Ve kırılmış yüreğini ellerine almış, derin derin nefes almaya çalışarak düşmemek için,
son cümlesini söyledi fısıltıyla
ve
gitti kadın..

Adam değilmişsin ki, anlamalıydım…

Cuma, Ocak 07, 2011

3 KATLI EVİN TERASI....


3 katlı bir evdi.
Giriş katında büyük bir salon, büyük bir mutfak vardı.
Beyaz mermer merdivenlerle ikinci kata çıkılıyor, bu sefer ayakları daha beyaz lamine parkelere değiyordu. Çıplak ayaklarının seslerini dinlemeyi seviyordu o parkelerin üzerinde, bilerek ne terlik giyiyordu ayaklarına ne çorap..
Odası, ikinci kattaydı, merdivenleri çıkıp sola döndükten sonra ilk oda.
Büyük bir bahçeye bakıyordu odası ve ay ışığını çok güzel alıyordu geceleri.
Penceresinden içeriye vuruyordu geceleri ama o, perdeler açıkken uyuyamazdı, yaz sıcağında bile perdeleri sonuna kadar kapatır, her yeri zifiri karanlık yapar öyle uyurdu.
Onu hep birilerinin koruduğuna inanırdı o karanlıkların içinde.
Üst kat.. Teras katıydı. Aslında çatı katlarından hep korkmuştu şimdiye kadar. Çıkmaktan en çekindiği yeriydi evin. Yazın çok sıcak kışın çok soğuk olurdu. Ama en çok çatıdaki o küçük odanın balkona açılan kapısını severdi. Küçük bir kapısı vardı, kapıdan kafasını eğerek geçerdi ve başını yukarı kaldırdığında uçsuz bucaksız bir deniz görürdü karşısında. Sabahları güneşin doğuşunu burdan izlerdi. Geceleri ise yakamozu..
Balkonun mermerinin üstüne çıkardı eline bir kadeh şarabını da alarak.
Annesi hep o mermerlerden bir gün düşeceksin diye uyarmaktan kendisini alamazdı, o ise gülümser ve yakamoza geri dönerdi.
Sabahları…
Sabahları yatağının üzerindeki battaniyeyi üzerine alır, terasa çıkar, uykudan yeni uyanmış gözleriyle denize bakardı.
Bakardı bakardı.
Aradan uzun zaman geçmişken gitti o evine yine..
Çok badireler atlatmış çok yollardan geçmiş, iğneleri çıkarmış delinmiş yüreğinden, kanını durdurmuş, yaralarını sarmış, gözlerinin altı biraz morarmış da olsa… yine o terastaydı işte elinde bir kadeh şarapla.
Mevsim kıştı.
Aylardan ocak…
Üzerinde kalın beyaz battaniyesi vardı.
Elinde koca bir şarap kadehi ve koca şarap şişesi..
Ses yoktu etrafta.. yazın ışıltısı cıvıltısı yoktu. Denizin üzerinde yakamoz yok, batan güneşin turuncusu yok..
Hava mora çalıyordu, ve deniz, alabildiğine dalgalıydı kudurur gibi..
Baktı.. Baktı… Baktı..
Annesi de yoktu şimdi yanında.. düşeceksin diye uyaranı yoktu.
Bu sefer elini tutanı da yoktu..
Telefonu yoktu..
Müziği yoktu.
Parfüm şişesi kırılmıştı..
Ayaklarında çorapları vardı bu sefer..
Bi çok şeyi değiştirmişti oraya gelmeden önce..
O terasa bambaşka çıkmıştı son keresinden sonra…
Çok şeyi değiştirmişti kendinden sonra..
Çok şeyi değiştirmişti ellerinden kayıp gidenlerden sonra..
Çok şeyi değiştirmişti aynada yitirdiklerinden sonra..
Çok şeyi değiştirmişti nefesinin sesinin farklılaştığını farkettikten sonra…
Dünyanın değişmediğini anladığında,
Maalesef ki değişmek zorunda olanın kendisi olduğunu anladığında,
Bazı şeyleri kabul ettiğinde..
Çok şeyden sonra..
Çok şeyi değişmişti….

Eline bir kağıt bir kalem aldı içeriden geldi tekrar balkonun mermerine..
Tekrar tırmanmaya çalışırken çorabı kaydı, neredeyse düşmek üzereydi ve o an annesi geldi gözlerinin önüne..

Gülümsedi.. kağıdı dizlerine koydu.. şarabından koca bi yudum aldı..
Karşıya baktı, denize, dalgalara, fırtınaya….

Başladı yazmaya….

Cumartesi, Ocak 01, 2011

2010 fotoğraflarda....

SÖZ VERDİĞİM GİBİ FOTOĞRAFLARI EKLİYORUM... 2010U YAZILARLA DEĞİL DE FOTOĞRAFLARLA DÜŞÜNMEYİ TERCİH ETTİM DİYE...
Bİ DE,
BU POSTTA BULUNAN HERKESE ARMAĞANIM OLSUN DİYE....


2010a girerken birlikteyiz...OCAK...


2009un son günü... 2010 için ağacımızı süslüyoruz bahcemizde...








KAR... ŞUBAT...


DOĞUM GÜNÜ KIZI...25... MART...




YAĞMUR'UM BÜYÜRKEN... MART...


İŞ YERİMİZ...


UZUN AYRILIKLARDAN SONRA MUTLU KAVUŞMALAR... NİSAN...


İKEADA... NİSAN...


İŞ ÇIKIŞI CIVILDAŞMALAR... MAYIS...


EBUUU'NUN DOĞUM GÜNÜ... HAZİRAN...





TERASTA HEP BERABER... VE ZOR GÜNLER... HAZİRAN...






NİDA VE MAHMUT EVLENDİ... GELİN ÇİÇEĞİ BENDE...



HUZUR BULUŞUM...YAĞMUR'UM... HAZİRAN...


ABLAMLA DERTLEŞME GECESİ.. TEMMUZ...


İSTANBUL'DAN KAÇMAK... TEMMUZ...











BAZI ŞEYLER BİTER...UNUTULMAZ...AMA BİTER...



UZUN ZAMAN ÜSTÜNE EN KEYİFLİ AKŞAMIMIZ...İFTAR YEMEĞİMİZ...AĞUSTOS...



BİTANEMİN DOĞUM GÜNÜ.. EYLÜL...






KONSER AKŞAMIMIZ... GECEMİZ... SABAHIMIZZ... EYLÜL...






BİR YAZ GECESİ RUYASI, SONRASI...
VE BAZI RUYALAR BAŞLAR BAŞLAMAZ BİTER..
UYANMA VAKTİDİR ÇÜNKÜ...
EKİM...



CANIMIN CANI...EKİM...


ABLAM...DERT GECESİ... BOL KAHKAHA GECESİ...
"BİLETÇİ-HORTUMCU" KONSEPTİ... =))))
EKİM...


CANIM ANNEM...EKİM...


YAĞMUR'UM HUZURUM...EKİM...


İŞ YERİMİZ...EKİM...




29 EKİM...



İZİN GÜNÜMÜZ...KARŞILAŞMA GÜNÜ(!) EKİM...


EN GÜZEL DOĞUM GÜNÜM.... EN GÜZEL 25...





TAM 00:00 DA KAPIMA DAYANAN SÜPRİZİM...SÜPRİZLERİM...















ELMALI GÜN... :) KASIM...


LOLİTİM VE NİŞANLISIIII.... KASIM...



İŞ YERİMİZ... ARALIK...


SEMİNER GÜNÜM... ARALIK...


SEMİNER SONRASI HALAY... :) ARALIK...



SON HAFTA... ARALIK...




2010...SON GÜN...




VE Bİ ŞEKİLDE BİTTİ GİTTİ 2010... BU YILI SEVDİM Mİ??
HAYIR...
AMA BU YILDA ÇOK ÇOK ÇOK BÜYÜDÜM. HER ADIMIMDA YENİ BİR YÜZ GÖRDÜM..
BU YIL ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM.. KENDİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ KARARLAR VERDİM...
BU YIL, ÇABUK BİTSİN DİYE ÇOK DUA ETTİM... AMA YİNE DE NEFES ALMAYA DEĞER OLDUĞU İÇİN BU HAYAT VE ÖĞRENDİKLERİMİN HATRINA, BU YILI DA SEVDİM, DİYİM...

2010'A GİRERKEN OLDUĞU GİBİ BU YIL DA BERABER GİRDİK YENİ YILA...
KUSURA BAKMAYIN AMA
"KISKANANLAR ÇATLASIN"
:))))))))))
MUTLU YILLAAAAAAAAAAAAARRRR.....



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...