Çarşamba, Mart 30, 2011

GÜNEŞ...AY...

Sabahları, daha güneş yeni doğmuşken hatta doğmaya yüz tutmuşken sokakta olmayı seviyorum. O sessizliği, o hakimiyeti, hakimiyetimi, yalnızlığımı ve ayrıcalığımı… Yürürken sadece kendi topuk seslerimi duyuyor olmayı. Araba sesinden insan sesinden uzak, sıyrılmış, o zaman sadece bana ayrılmış, çıkmaz sokağımızda benden başka o saatte işe gitmek için dışarı çıkan bile yok iken; hatta kimi sabahlar yağmurun çok olduğu, rüzgarın esip dalları savurduğu ve güneşin doğmak için daha bir süresi daha olduğu sabahlarda, itiraf etmeliyim ki kendimi korku filminde hissederim ve ürkerim. Ama bazı sabahlar olur, yağmur vardır yağıyordur, hava aydınlanmamıştır ama o yağan yağmur o karanlık, ve bu ikisinin birleşmesi bir de çıkmaz sokağım.. İşte o sabah yataktan uyanmak istememiş olsanız bile adımınızı kapıdan atınca değişir her şey. Yağmur alır götürür sizi, karanlık daha bi içine çeker ama gittiğiniz yer dip değil aslında kendi ruhunuzun özgürleştiği ve bazılıklardan arınmışlığıdır. Öyle değişik bir andır o an..
Ve her bunları yaşayışıma hep yalnız güneş şahit…
*
Bir de gecenin sessizliği var.
Herkes evde uyumuşken pijamalarımla pelüş yorganlı yatağın üstünde oturmak, belki eski fotoğraflara bakmak belki biraz hafiften müzik çalmak ve mırıldanmak, oturduğum yerden kalkmadan dolaba bakarak ertesi gün ne giyeceğimin hesabını yapmak… Bir de nasıl olduğunu anlamadan içimde bir yerlerde bişelerin canlandığını anlamak, anlamak ve bilgisayarı kucağıma oturtup klavye üzerindeki harflerde parmaklarımı rastgele oynatmak. Ne yazarsa ellerim onu yazmak, ne isterse gönlüm onu dolandırmak parmaklarımda. Ve tık tık tık sesini dinlemek. Sessiz evde.. Herkes uyumuşken işte ben ayaktayım yine. Yine hakimi benim aslında koca evin. Benim hakimi bu seslerin. Bu sesler bana ait, benim içimin sesleri, yüreğimin iniltileri. Parmaklarımın dokunduğu her harf benim harfim, harflerimin oluşturduklarının hepsi benim cümlelerim benim düşüncelerim, benim…
Bir gece… Aslında hiç sevmediğim Çarşamba gününün gecesinde. Hala ıslak saçlarım, ellerim buruşuk gibi üşümüş sanki, gözlerim yavaş yavaş küçülmeye başlamışken burnumda akşamdan kalma cennet misali bir koku; üzerimde huzurum, kalbimde umudum, dışardan bakıldığında görülen mutluluğum.. Ve ne kadar sessizse o kadar rahat içim.. Ne kadar rahatsa içim o kadar duraksız o kadar heyecanlı o kadar gümbür gümbür… oysa ki ne kadar sessiz dururum oysa ki ne kadar suskun..
Çünkü hepsi, Ay Işığında Saklıdır

Not: Sevdiğim iki filmle bağladım paragrafların sonlarını…

Salı, Mart 29, 2011

Aşk O ki,...

Senin sevgilin var mı diye öğretmenine sorduktan sonra, aldığı “evet” cevabının karşısında çok net bir tepki verdi çocuk
“tüh şansımı kaybettim”
=)))
Aşka karşı bu kadar net cümlelerle durabilsek keşke ve belki de, başarabilsek dönüp arkamızı gidebilmeyi. Hangi aşktır ki ağlatmasın, durup durup daldırmasın, daldırıp daldırıp derinlerde boğmasın adamı, aşk o ki hep bi yerlerinde inceden bi sızıyla gelir yerleşir adamın hayatına, hükmeder varlığına. Nasıl olduğunu anlamadan ama, bi türlü çözemeden ve yıllar yılı tariflenemeden, yürekten yüreğe anlamı, adı değişebilen.
Reddedilişlerden bu kadar çabuk sıyrılabilsek ve gururumuzdan vazgeçebilsek, egomuzu tatmin etmeyi düşünmeden sadece kabullenmeyi öğrenebilsek, sadece boyun eğebilmeyi.
Evet bitiyoruz, dendiğinde bile cümlelerin kifayetsiz kaldığını hissettiğinde yürek, susabilse, sussa hatta ağlamasa, içinden haykırmasa, fırtınalar koparmasa. Aşk o ki, ayaklarına kapandırmasa birisinin, birisinin önünde diz çöktürmese; gözlerinin içine baka baka “gitme” dedirtmese…
Aşk ki, mantığı devre dışı bıraktırmasa;
Yüreğini değil kafasını kullandığını, boş yere, söyleyenlerin bile düşündüklerini oyun dışı bıraktıran o değil midir ki tüm dünyaya meydan okuyan, “eeeeeeehh ne olursa olsun” dedirten, bir tek o olsun hayatımda, bir tek sen ol hayatımda ve “ ne gelirse senden gelsin” dedirten..
O ki aşk, adamın midesine sanki bişe saplanmış da tatlı tatlı kaşınıyor gibi, derler ya hani “midemde bişeler pır pır kelebekler gibi”. Durup durup gülümsetiyor, durup durup sevindiriyor, çok büyük şeylere ihtiyaç duymuyor ki o kendi büyüklüğüyle gururlanıyor, kendi büyüklüğüyle şahlanıyor kendi büyüklüğüyle; alay ediyor hükmettikleriyle, ellerini birbirine kelepçeledikleriyle, öyle ukala işte öyle kendini beğenmiş; o ki AŞK…
Aşk ki, kokusu sarıyor her yanı, yeri göğü evreni ve uykunun ötesini, rüyaları oluyor rüyalarına doğuyor, rüyalarında yağıyor yağmurlar ve en güzel toprak kokusuna adanıyor sevgili. Dünyanın en güzel kokusuna layık görüyor o kadar ki ayaklarına seriyor cenneti.
Zaman dursun diye dua ettiriyor, aşk o ki zaman geçmesin yanındayken dünya dursun, biri durdursun dünyayı ya da, her şey aksın gitsin biz burada duralım durduğumuz yerde kalalım, Adım atmasak da olur dedirtiyor, konuşmasak da olur sadece o koksun etraf dedirtiyor aşk,
O ki aşk hadi zaman hemen geçsin diye sabırsızlandırıyor, tahammül sınırlarını zorluyor, heyecandan patlayacak gibi sanki küçük bir çocuğun olduğu yerde sıçrayışı gibi zaman geçsin diye bekleyemiyor bekletemiyor, saatler hep uzun geliyor ve saniyeler bir türlü geçmek bilmiyor. Aşk o ki; aşktır hem zaman geçsin diye kudurtan hem zaman dursun diye yalvartan.
O ki, bütünlüyor iki parçayı, ellerini birleştiriyor, kollarını birleştiriyor, odur ki iki parçayı bütünlüyor. Sarıyor sarmalıyor, adını huzur koyuyor, doya doya içine çekiyor kokusunu, çekiyor doyamıyor, doyamadıkça daha da çekiyor daha da çektiriyor. Aşk ki, sarıyor sarmalıyor, adını huzur koyduruyor.
Aşk ki, daha çok yazdırıyor aslında yazdırıyor yaşatıyor, yaşatıyor ve yazdırıyor. Aşk ki saflaştırıyor masumlaştırıyor, dünyayı beyazlatıyor, bembeyaza büründürüyor. Pembeleri bile kıskandıracak kadar temizleştiriyor, her renk göze hakim oluyor, dünyaya berrak baktırıyor.
Aşk ki, emir oluyor adamın hayatına, emrediyor hayatına,
“Bir tek sen mühimsin aşk sen hayatımda” oluyor adamın cümleleri…
aşk o ki; ………………………………………………………………………………..
Aşktır ki, boşlukları doldurulamayan, aşktır ki yerine başkaları adanılamayan, o ki aşktır işte aşktır, karşı koyulamayan,
Aşk odur ki, tüh şansımı kaybettim kadar kolay olmayan
Aşk odur ki, ha deyince sayfaları kapattırmayan,
Aşk odur ki, yıllara meydan okuyan..
Aşk odur ki;
Aşk, daha gelmeyen...

Salı, Mart 22, 2011

eeeyyyyyyyyy gidi eyyyyyyyy

Ey gidi koca dünya gam yükü müsün =))
Kardeşim her geçen gün insanların yeni yüzlerini görmekten bıktım, ama yooooook onlar göstermekten bıkmadılar =) görmek istemiyorum arkadaşım gözüme gözüme neden sokuyorsun, bakıp keyfimi kaçırıyorsun, durup sinir sistemimi bozuyorsun? Amacın nedir kardeşim amacın nedir???
Biliyorum ki her birimizin ayrı ayrı rolleri var, adım attığımız her yerde farklı bir kimliğe bürünüyoruz kabul, iş yerindeyken bi farklı oluyoruz evdeyken bi farklı oluyoruz hatta girdiğimiz arkadaş ortamları değiştiğinde bile farklı oluyoruz AMA, buraya koca bir AMA koydum, karakter aynıdır be kardeşim, aynı olmalıdır. Yani bir şeye bi yerde hayır diyorsan başka yere geçtiğinizde de hayır dersin. Senin düşüncendir çünkü o. Mimiklerin değişebilir, hitap şeklin değişebilir, beden duruşun değişebilir ama fikir senin düşünce senin, nasıl değişir bi anda ve nasıl da şaşırtırsın karşındakini anlamadım ki ben. Sonra söylemeye kalksan böyle böyle yaptın diye, kollarını iki yana açıp ha bi de gözlerini fal taşı gibi açma durumu var;
“ben öyle demediiiiiiiiiiiiim, ben öyle yapmadııııııııııııım” diye bi tavır tutum takınırsın ya, illet oluyorum, hatta abartıyorum şuan, gözlerini yuvalarından söküp alasım geliyor ve ardından da BEN YAPTIIIIIIIIIIIIMMMMMMM diyesim geliyor =)))
Diyorum ya beden duruşun değişsin kardeşim, kıyafetlerin değişsin, mimiklerin değişsin konuşurken ama düşüncelerin….
Eeeyyy gid eyyyyy kafa aynı kafa, hani derler ya eskiler “nato mermer nato kafa” aynı o hesap aslında….

Pazar, Mart 13, 2011

Bahar Melankolisi....

Bahar gelmiş diyorlar, güneş çıkmış tepeye, ısıtıyor etrafı, yakıyor bakınca insanın gözünü. Güneş gözlükleri çıkmış ortaya diyorlar, kot ceketler çekilmiş, en canlı renklerle bezenmiş şallar dolanmış boyunlara… cafeler açmış teraslarını, bahçelere atılmış masalar, sigaralar tüttürülür olmuş keyifli keyifli, bi de nargileler fokur fokur.
Bizim evin köşesindeki lunaparktan sesler geliyor, duyuyorum ben de. Çığlık atıyor insanlar kahkahaları bile duyuluyor buradan.
Dün akşam yemeğe çıktık D&Y ile. Saçımı özensiz bi şekilde tepeden topladım. Zaten saçımın son sarı renginden de sıkıldım. Makyaj yapmadım, tırnaklarıma bakmadım. Çektim üstüme gri pançomu, bi de fuşya eşofmanımı, vurdum kendimi öylece sokağa. Yemeğe çıktık sonra onlarla, ben elimde telefonla, mesaj attım durdum bi ona bi buna…
Gece oldu. Aldım sevgili bilgisayarımı kucağıma.. Müzik gecesi ilan ettim geceyi kendime. Ve kendimi odama kapamayalı uzun zaman olduğunu farkettim. “kulaklık takıyorum duymam sizi” diye haber verdim içeridekilere, ne geliyorsa dinledim bangır bangır, söyledim de tabi bi yandan ama, duymadım ben kendi sesimi. Dinlerken söylerken ve yazarken bi yandan da elimin altında kurabiyelerim, yedim durdum. Dün gece bi çoğumuz için yeme-içme-bunalıma girme gecesiydi. Hayatımın en büyük dönemecinin sebebi olan şu gözünü sevdiğim Facebook üzerinden yorum attık durduk birbirimize. Fark ettik ki herkesin kafaları kıyak, herkes yemenin dibine vurmuş, herkes içmenin dibine vurmuş, aşk vurmuş herkesi sevda vurmuş, dibine vurmuşuz gecenin ayrı ayrı yerlerinde yedi tepeli’nin..
Sabah oldu. Zaten gece geç yatmışım yetmemiş gibi uyuyamamışım bu da yetmemiş gibi kurulmuş saat misali Pazar sabahının köründe uyanıverdim. Zorladım kendimi zorladım zorladım. Uyudum yine, oh be başardım. Uyandığımda saat 11i geçiyordu ki kalktım kahvaltı hazırladım. Kahvaltı masası 2 saate yakın öylece durdu. Ben tırnaklarımla oynadım. Kopardım. Acıttım. Kanattım. Yetmedi; dudaklarımı kopardım, acıttım kanattım, yetmedi; gittim kavrulmuş fındık aldım bi güzel yedim yetmedi gittim kalan kurabiyelerden aldım yedim, yetmedi gittim dünden kalmış makarna salatasını yedim bitirdim yetmedi, tırnaklarımı koparmaya devam ettim. İlle de dışarı çıkalım diye direttim ama yok annemi ikna edemedim. Kaldık evde Pazar Pazar.
Bu evden de sıkıldım zaten. Başka bi eve çıksaydık, herşey bu evde kalsaydı, yeni baştan başlasaydık.
Bahar gelmiş neyime, modundayım resmen. Çok ofluyor, çok koparıyor, çok acıtıyor, çok kanatıyorum kendimi. Konuşmuyorum konuşamıyorum, açamıyorum bile ağzımı cümle kuramıyorum ben de boş bırakmıyorum çenemi, ne buluyorsam hop yiyorum oluyor bitiyor..
Güneş açmış neyime aman aman neyime, offfff biri bana dur desin, çare bulsun derdime!!!

Çarşamba, Mart 09, 2011

PEMBE KAR BOTLARIM....

Yağmur yağarken çok yazı yazmışlığım vardır ama kar böylesine etrafı bembeyaz yapmışken, yazmamıştım itiraf ediyorum. Pencerenin karşısında oturup, bi yandan piano solo bi müzik, karşımda hızla yağan kar ve tabi ki her yerin bembeyazlığıyla, bi hoş oldum…

Hatırladım da, küçüktüm, daha ilkokulluydum. Pembe kar çizmelerim vardı. Cırt cırtlı. Üzerinde rengarenk yıldızları olan ve tabanında ince oynar bir çivi monte edilmişti. “kar yağdığında bu çiviyi ters döndürürsen karda kayıp düşmezsin” demişti annem. İlk aldığımda yatağımın kenarında saklamıştım onları, kaybolmasınlar gözümün önünden diye. Sabah uyandığımda ilk onları görebileyim diye belki de…

Kar yağdığında etraf hep daha bi sessiz daha bi kendime kalmış gibi hissederim. Gariptir ki küçükken de böyle hissettiğimi hatırlıyorum şimdilerimde. Kar tutmuş yerlere basarken çıkan o “kırt kırt” sesini, karın soğunu içime çekmeyi, havaya bakıp yüzüme vuran kar tanelerini, bi de tabiki sokakta daha ayak basılmamış karların üzerinde gezinmeyi, bırakmayı ayak izlerimi.. Sonra çıkıp kar topu oynardık arkadaşlarla. “kar topu savaşı” yapardık çığlıklarla. Evimizin penceresinden görünen o bembeyaz örtü bizim ellerimizle dalga dalga olurdu. Arabaların üzerinden topladığımız karların altından arabaların renkleri çıkardı ortaya. Arabalar rengarenk benekleri olan dalmaçyalıya dönerdi. İtiraf ediyorum, hiç sevmedim o görüntüyü hala sevmiyorum ve o zamanlarda, oyun bittiğinde “keşke oynamasaydık da güzel kalsaydı” diye üzülürdüm. Çocukluk işte….
Zaman geçti büyüdük. Büyüdüm ben de haliyle. Kar yağdığında pencerenin perdelerini iki yana açıp kahvemi elime alıp yağan karı izlemek daha zevk verir oldu. Bakıp bakıp farkında gülümsemek daha bi huzur verir oldu. Gündüz değil de akşam olduğunda insanlar evlerine çekildiğinde, etraf iyice sessizleştiğinde dışarı çıkıp sadece yağan karın sesini ve sokakların sessizliğini dinlemeyi, sonra çocukluğumdan bu yana değişmeyen o “kırt kırt” sesini dinlemeyi...Daha çok sever oldum…
Taş köprünün altından geçen tren yolunun nasıl da bembeyaz olduğunu görüp fotoğrafını çekmeyi, her zaman yürüdüğüm taş sokaklarda yürümeyi… İyice yürüyüp iyice üşüyüp, küçük bir bozacıya girip sahlep içmeyi, onun verdiği keyfi, daha çok sever oldum.
Çizmelerim de değişti elbet daha çok sever olduklarımla birlikte. Pembe değiller artık. Değiştiler…
Ve kendimi bildim bileli ilk defa, yedi tepelime kar yağdı yağalı ilk defa okullar tatil olmadı. İlk defa kar fırtına demeden insanlar işine okuluna gidiyor….HOŞ =)
Yazıyla hiç alakası olmayabilir ama dedim ya büyüdükçe her şey değişiyor diye,
Ben pencerenin önüne oturmuş, müziğimi dinlerken karı izlerken yazımı yazarken çalışıtğımız anaokulumuzda iki tatlı öğretmenim kahkahalarla odama girdiler (N&E) gülüşmeye söylenmeye başladılar, bilgisayarı elimden bırakıp neler olduğunu sordum ve ben de kahkahalarla güldüm ve onlar odamdan çıkarken ekledim; yazıya sizi de yazıyorum şimdi =)
Ve ben yine kendimi yazmaya vermiş yazımı bitirmeye çalışırken o öğretmenlerden biri odaya girdi (E), masama doğru geldi ve iki avucuna doldurduğu beyaz gül yapraklarını kafamdan aşağı döküverdi =). Gülümsetti beni ve kapıdan çıkarken bi öpücük gönderdi ve gitti.
E benim de hep söylediğim gibi,
Hiç vazgeçmedim beyaz gülleri sevmekten…


Ve hasıl kelam, madem ki hava soğuk, kar yağıyor lapa lapa; tadını çıkarmak gerek bu havaların… Evde perdeleri iki yana açmak gerek… Pencereden dışarı baka baka karı seyretmek gerek.
Yok evde durmam diyorsak da, çıkıp karda yürümek gerek, yürüyüp yürüyüp üşümekten zevk almak sonrasında sıcak bişeler içmek gerek… E madem hava soğuk, akşam saatinde bi de sinemaya gitmek gerek… =))
Sevgiler….

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...