Cuma, Eylül 10, 2010

aynı dolunay altında olsak da....

İnsan bişeyi birisinden beklemediği anda görünce, yaşayınca; kendisini ne sanacağını şaşırıyor…
Aptal mı, yok canım, saf mı, yok yaa olamaz.. Ne yerine konduğunu bi türlü kavrayamıyor.
Ve bundan sonrasında kendini nereye koyacağını bilemiyor. Hangi sıfatı yakıştırsın kendine, hangi kimliği yerleştirsin benliğine, neyi kabul ettirsin kişiliğine, bi türlü karar veremiyor, bırakıyor alabildiğine gitsin hayat, devam etsin film.. Koptuğu yere kadar.. Dönsün dursun makine..

Penceresinden içeriye dolunayın ışığının vurduğu bir gecede açmış resimlere bakıyordu. Pardon, onun resimlerine bakıyordu. Bakıp bakıp daha önceden bu resimlere bakarken neler düşündüğünü neler hissettiğini ve neler yaşamak istediğini düşünüyordu. Bi de şimdi düşündüklerini ve hissettiklerini. Her ikisini de tartıyor, doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu.

Başlıyordu ilk resimden. Bu resme günler öncesinde baktığında gördüğü şey, tertemiz bir sima, gülen bir yüz, güzel gözler.. Aslında bana da benziyor birazcık yaa, diye aklından geçirdiğini… Hmmm bu resimde bi de ben olsam tam olurmuş heee dediğini.. Bi de gülümsediğini.. Tabi bi de kuş kanadı gibi çırpındığını hissettiği yüreğini…

Kıskandığı resimlere baktı.. Hayran olduğu resimlere de baktı.. Beğenmedikleri var mı diye şöyle bi göz gezdirdi.. Yok hepsinde bi güzellik bulup çıkartıyodu o nasıl olsa.. Bi yerden bi güzellik buluyordu, ya eline hayran oluyordu ya gözlerine, ya kaşına vuruluyordu ya bakışına.. Kolundaki saatten saçındaki kıvrıma, ellerini dizlerine koyuşundan, başını eğişine kadar ,Bi güzellik mutlaka buluyordu. Nasıl bir şeydi bu anlamıyordu ama o buluyordu işte onda güzel bişeler…

Tek tek hepsine baktı.. Karar verdi.
“evet bana benziyo bu”

Şimdi yine baktı hepsine ve bir resimden diğerine geçerken baktığını sildi attı. Silmeden önce gülümsedi, iç çekti, sildi, gülümsedi iç çekti, yine sildi. Hepsi bitene kadar, gülümsedi, iç çekti, sildi.
En son resim, en sevdiği resimdi. Onun gülümsemediği tek resmiydi. Objektife bakmadığı resmiydi. Ne anlamlar çıkartıyordu o resme her baktığında, ve ne güzellikler buluyordu o resimde, bakışında duruşunda, saçlarında, of neler buluyordu neler..

Şimdi bakınca, nerede neler bulmuşum ben, yanlış kapılarda doğruları aramışım ben, gülüşlerin ardındaki keskin dişleri göremeden, parçalanacağımı bilmeden dil yaralarıyla, kendimden ne güzellikler yaratmışım ben.. Vay canına ben ne sanmışım bu bakışları, ben neler yaratmışım bu ellerde bu gözlerde, ben kendimce neler kurmuşum ben bilmeden neye inanmak istemişim.. Vay canına bu muydu yani inanmak istediğim güvenmek istediğim, bu muydu bu gülen yüzün söyleyecekleri bu muydu bu yüreğin hissedecekleri, ben nelere inanmışım meğer, ne yüreksizleri yürek sanmışım meğer, vay canına ben ne aptalmışım meğer. Yok yok ben ne saf mışım meğer.. Yok yok sanırım bu da değilim. Neydim ben bu kadarını düşünecek ve bu kadarını düşleyecek. Dışarıdan çok mu aptal görünüyordum çok mu saf, çok mu güzel görünüyordum çok mu çirkin, çok mu ağır görünüyordum çok mu hafif, çok mu iyi görünüyordum çok mu kötü, neydim ben bu kadar neydim.

Şimdi son resmi de silmeye hazırlandığı yerde gülümsediğini fark etti yine. Bu sefer farklı şeyler hissettirdi resim ona. Farklı şeylere gebe olduğunu hayatın ve bundan sonrası için ne olacağının meçhul olduğunu, aslında bu resmin bu bakışın bu gözün bu elin bu yürek gibi görünen şeyin, aslında gerçekten düşündüğü kadar büyük önemli ve görkemli olmadığını..

Filmde de dendiği gibi, ben bi hikaye anlattım ve sen büyüdün”. Kendi yüreğinde büyütülmüş bi hikaye, ve belki de fazla önemsenmiş, e haliyle.. Yürek atarken inanıyor böyle işte bazı şeylere, yürek sandığı yüreksizlere bile.. Dünya üzerinde belki de tek kaldığını sandığı güzelliklere ve güzel sandığı çirkinliklere.. İnanmak istediği sevgiye, güvenmek istediği benliğe, düşlemek istediği geleceğe, şimdi hepsine lanetle, tek bir resme bile inat, kendi üzerine yürüye yürüye, şimdi meydan okuyor her resme her sese her geceye, her ele her göze… Ve gülen her yüze… Kendisine bile bağırarak, ne olduğunu bulmaya çalışarak ve bi yığın soru işaretinin arasında, yürümeye çalışırken her defasında onun sesini duymamak için kulaklarını tıkıyor, görmesin diye hayalini gözlerini kapatıyor, elinden gelse beynini söküp atacak gibi, elinden gelse yüreğini fırlatacak gibi, öyle hırçın öyle kırgın öyle dargın öyle hırslı öyle hızlı yürüyor ki ileriye ne olduğunu görmeden bilmeden düşünmeden bu sefer Hayal etmeden umut etmeden, inançsız umarsız, her resimi eze eze, her gülüşü sile sile ve her hayali yok ederek, gittiği her yeri hayalinde yakarak, her adımı parçalayarak ve yine duası dilinde, yine dilinde şükürler, yine elleri açık duaya, yürüyor şimdi..

Kendisini nereye koyacağını bilmeden, Hangi sıfatı yakıştırsın kendine, hangi kimliği yerleştirsin benliğine, neyi kabul ettirsin kişiliğine, bi türlü karar veremiyor, bırakıyor alabildiğine gitsin hayat, ayakları nereye götürürse oraya, ki ölüme gider en fazla
En fazla ölüme…

Aynı gökyüzü altında nefes alsak bile, aynı Dolunay’ı seyretsek bile, sesine, gözlerine, ellerine ve bi de kendime, kendi yüreğime, bi de bu şehrin sen kokan bi kaç köşesine, denizine, teknesine, caddesine, ayak izlerine,
Ve şimdi sen yerine taş koyuyorum yüreğime,
Sesine, gözlerine, ellerine
Ve bi de kendime, kendi yüreğime bile,
Hadi selametle…



4 yorum:

  1. Pinarcim son yazilarini takip edemedim kacgündür! Ama Bayrami yakaladim gecte olsa,kutluyorum,iyi bir hafta sonu geciresin diliyorum,sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Hoşgeldin o zaman canım tekrardan.. Okuyabileceğin çok yazım birikmiştir belki de...
    bayramın kutlu olsun, son anda :)
    öpüyorum, sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Yazı harika ama final daha bir güzel geldi bana.
    Çok hoş bir paylaşımdı..

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...