Fedakarlığın sınırı neresidir acaba diye merak etmiyor değilim. Merak ediyor olsam da yapmaktan geri kalmadığımın farkında da değil değilim… Durmam gerektiği yerde çokça zaman durmadığımı; a pardon duramadığımı, hep ilk adımı atmak için can attığımı ama aslında bunu yapmamam gerektiğini; öğrenemedim öğrenemedim…
Yaşıma başıma bakmadan, hani şarkıda demişti ya kız “benim daha boyum kaç benim kilom kaç daha benim yaşım kaç?” diye, dönüp kendime sormadan birşeylere atlama huyum yok mu, otur işte kıçının üstünde be kız!!
Adını fedakarlık koyduğumuz şeyin adı bir zaman sonra ismin “-aptallık” halini alıyor; biliyorum, en azından bunu öğrendim. Öğrenmiş olmama rağmen aptal olmaktan geri kalmayan, kendisini hep ateşe atan, sonra eline avucuna öylece bakan ve sadece koca bir APTAL’dan başka bir şeyi kalmadığını anlayan bir aptaldan daha ötesi olmadığımı düşündüğüm zamanlarım, ey gidi zamanlarım.
Kendimi bu şekilde düşünürken acaba tek sebep ben miyim, aslında ben mi aptallaştırıyorum kendimi yoksa çok şey mi bekliyorum ki dünyadan? Çok fazla değil aslında da “DÜNYA”m, bellidir ismi ki mevcut bir elimde beş parmaaaam… Bir elimin beş parmağını geçmeyecek kadarcık insandan beklediklerim iki elimin on parmağından fazla olamaz ki, olamaz ki o kadar büyük ve bu kadar imkansız…
Bazı şeyler için gözümü karartmaya ve kendimi ateşe atmaya çok erken yaşta başladım. Daha çok küçükken; zamanını yazasım gelmedi, of ya diye ellerimin arasına alarak başımı, dudaklarımı büzerek “ama yaaa” diye başlayan cümleler kurduğumu bilirim. Attığım adımların arkasından baktığımda tek başıma olduğumu anladığımda akıtmıştım zaten ilk gözyaşımı… O kadar küçüktüm yani, dudak büzecek kadar, ve dudak büzerek ağlayacak yaşta bile ağlayacak bir şeylerim olacak kadar büyüktüm aslında. Çok küçükken kendi kendini büyüten ya da büyütmek zorunda kalan, ya da bir sürü aptallığın elinde büyümüş ve kocaman olmuş koca bir aptalım belki de…
Şu yaşıma geldiğimde bile gözümü karartmaktan hiç vazgeçmeden, kulaklarımı herşeye tıkayarak, kafama koyduğumu yapmak istediğimi; yaptıktan sonra pişmanlık duymak değil ama kendime hiçbir şey kalmadığını, aslında “şaşırmak” eylemini hayatımdan çıkardığımı sandığım zamanımda bunun sandığım gibi olmadığın anladığım zamanım; hala şaşkınlığındayım hayatın…
Bazı şeyleri hep önce düşünmekten sıkıldığımı anladığım yaşım… Bazı şeyleri BEN’e düşündürmek yerine BEN düşünmeden “keşke birisi yapsa benden önce ya” diye düşünüp çoğu zaman da imkansızlığını anladığım ama keşke demekten bıkıp usanmadığım yaşım…
Beklentilerimin her zamankinden daha az olması gereken yaşım… kendimce bu kadar çok şey görmüş ve geçirmişken, en yakınım canım ciğerimden belki de dünyamın en büyük kazığını yemişken; şaşkınlığımdan eriyip bitmişken ve daha sonrasında kendimi bile tanıyamamışken; kendime şaşırdığım, şaşkınlıktan kala kaldığım ama artık şaşırmamam gerektiğini düşündüğüm ama şaşırmaya devam ettiğim yaşım…
Çaba göstermek ne kadar yorucu bir şey aslında daha önce öğrendim bunu… Boyumdan büyük çabalar sarf ederken öğrendim, çaba sarf etmek için çaba sarf ederken öğrendim. Öğrendim ki kendimden başka bir şey için gereksiz bir eylemmiş ama gel gör ki, bunu da düşündüğüm ama çaba sarf etmekten haaaalaa vazgeçemediğim yaşım…
“Ah benim sevdalı başım….”
Şu yaşıma gelene kadar çantamın içine çok şey sığdırdım elbet. Girdiğim yollardan dönemediğim de oldu yığılıp kaldığım da, ve ellerimde çiçeklerle çıkıp geldiğimde olmuştur yanaklarımda kahkahalarımın ışıltılarıyla… Çok kazık da yemişliğim vardır zamanında ve kim bilir birilerince attığım da…Aşık olmuşluğum da vardır körkütük ve bilirim ki yıllarca beklenildiğimi umutsuzca… “benim kanayan dizlerim yoktu hayatta bir tek, benim de kanattıklarım vardı elbet” cümlesini kendime hep hatırlattığımda bir de kendi cümlem gelir her defasında bu cümlenin ardında;
Laflara karnım tok, yapılanlarla ilgileniyorum.
Söz uçar yazı kalır diye söylemişti lisede matematik öğretmenim ve bilirim ki söylenen söylenir; eyleme döküldüğünde değerlenir. Birileri hep bir şeyler düşünüyor hep bir şeyler söylüyor ya güya; işte ben hep farkımı buluyorum burada, beklediğim çok da değil aslında; düşünülen söylendiği gibi söylenildiği gibi de dökülsün istiyorum gözlerimin önüne.
İstediğim şeyleri yaşamak için adım atmaktan sıkıldım artık.. Her adımsızlığımda ellerimin boş kalmasından, bazı şeylerin olurunun bana kalmasından sıkıldım artık, bazı şeyleri düzenlemekten, organize etmekten, kurmaktan sıkıldım. Oyuna birileriyle başlayıp sonunu kendim getirmek zorunda kalmaktan sıkıldım, parçaları üst üste koyma sırasını başkasına verdiğimde oyunun durmasından, oyun durduğunda “e hadi” diye uyarmaktan, tüm bunlardan yoruldum diye, birazcık da ben söylemeden bir şeyler yapılsın diye oyunun dışında geri kalmaya çalıştığımda oyunun tamamen bitmesinden sıkıldım ben artık.
Yıktım bütün Legolarımı, küstüm oynamıyorum!!!
işte buna "hayat" diyoruz Pınarcım :)
YanıtlaSilve yaşaya yaşaya öğrendiğin herşeye de "tecrübe"
toplamına da sanırım "hayat, tecrübelerden ibaret" denmeli
küsme canım...
iki ağır kelimenin toplamından ortaya çıkmış çok anlamlı bi cümle olmuş cnm.. :)
YanıtlaSilküstüm diyorum da, çabuk yumuşayanlardanım zaten.. saman alevi gibi..
sevgiler...
Aptallığın önde gidenini yaşamış biri olarak sizi öyle iyi anlıyorum ki..
YanıtlaSilO.K.A. herkesin birbirini anladığı günlere, diyelim... teşekkürler
YanıtlaSilsevgiler...
Merhabalar,
YanıtlaSilHayatı zorlaştıran ve çekilmez hale getiren biz insanlarız!
İlahi emirlere uyup yasaklardan uzak durarak her türlü manevi hastalıklardan temizlenmiş nefis sahibi insanların çoğalması hepimizin en büyük arzusudur.
En Güzel'e emanet olun ve sağlıcakla kalın efendim, saygılarımla.
insanın yaşamakta mecbur oldgu hayat :D
YanıtlaSilsevgili psikologum yazımı okurmusn
http://www.anindayorum.com/2011/07/hhwc.html
İbrahim....
YanıtlaSilokurum tabiki, zevkle....