Dolunayın tepede olduğu bir geceydi yine.
Aynı dolunay altında olsak da, hadi sana selametle demişti zamanında ama dünya o dar küçüktü ki, o unutmak istese de çok şeyi unutmasına engel oluyordu.
Hiç beklemediği anda insanın karşısına neler çıkarıyordu şu hayat dedikleri, şu hayat dediği şey.
Her adımda farklı bir şey görüyordu ama bazen gördüklerine gerçekten çok şaşırıyordu. Hem dünyanın küçüklüğüne hem insanların karaktersizliklerine hem de daha nelereee nelere….
Ayağında en sevdiği kırmızı topuklu ayakkabılarıyla ağır ağır yürüyordu sokak boyunca. Arkadaşının arabasından indiği yer evinin birkaç sokak aşağısıydı. Bilerek orada inmişti, hava öyle güzeldi öyle yumuşaktı ki ve sokakların en boş olduğu saatlerdi; o sadece kendi nefesinin sesini sadece topuklu ayakkabılarının bağırışlarını ve sadece dolunayın ışığını görmeyi istiyordu.
Gayet keyifli olduğu akşamlardan biriydi ama bunu nasıl bir tabu nasıl bir totem haline getirmişti o da bilemiyordu ancak; dolunay varsa eğer hayatına bir yıldırım düşerdi. Her defasında böyle olmuştu, tesadüf müydü değil miydi bilmiyordu; hoş, o tesadüflere de hiç inanmazdı ama, öyle bişelerdi işte.
Sokağın başına girdiğinde bu sokağın başından gerçekten nefret ettiğini hatırladı. Oysa ki bu sokak, çocukluğunun her evresinin geçtiği, saklambaç, yakalamaç oynadıkları, çocukluk aşkını gizli gizli izlediği ve hayatında şimdiye kadar gördüğü en güzel çıkmaz sokaktı. Ve o sokağın köşesinde en yakın arkadaşı oturuyordu ve o köşe onların köşesiydi, köşedeki demirler onların demirleriydi ve yaz mevsimi geldiğinde gece dışarıya çıkıp sabahlara kadar çekirdek çitlettikleri köşeydi…
Büyüdüklerinde de anlamını kaybetmemişti bu sokak ama o öyle şeyler görmüştü ki bu çıkmaz sokakta, sanki çıkmaz olduğundan mıdır nedir, bi türlü çıkıp gidememişti o anılar ne bu sokaktan ne onun hafızasından. Kilitlenip kalmışlar, çıkacak yolları yokmuş gibi, öylece kalakalmışlardı öyle. Apartmandan her çıktığında o köşeyi dönerken nefesinin daraldığını hissediyordu şimdilerde ve hızlı hızlı yürüyordu hızlı hızlı geçiyordu o köşeyi.
Aradan aylar hatta yıl geçmişti belki de… Birçok şeyle kendisini bütünleştirmiş, yaşadığı hiçbirşeyle yüzleşmemiş ama onlarla yaşamaya alışmıştı artık.
Ve dolunayın tepede olduğu bir geceydi.
En sevdiği kırmızı ayakkabıları ayağındaydı. Sokağın köşesine geldiğinde gözlerine inanamadı. Baktı ama seçemedi. Devirdiği bi koca şişe şarabın etkisiyle görüş açısı daha da daralmış olsa gerek karşıda sadece bir karaltı gördü ama bu boynun düşüşünü nerede olsa tanırdı o. Nerede görse yüreği hop ederdi zaten .
Adımlarının yavaşladığını sesinden anladı.
Tık…. Tık….. tık…. Dedi ve durdu. Baktı ki karanlık siluet de ayağa kalktı.
O an içinden ne dualar etti, bu sokak batsın bu sokak yerin dibine batsın, şimdi ortadan ikiye ayrılsın.
Önce gidip sarılası geldi evet tutamayacaktı kendisini sanki gidip atlayacaktı sanki boynuna, kokusunu derin derin içine çekecekti, öyle özlemişti ki ensesinin kokusunu, boynunun sıcaklığını, başını oraya koyup uyumayı, öyle özlemişti ki o kollarda kaybolmayı, o kollarda güvenle sarmalanmayı; onu öyle özlemişti ki şimdi koşup atlayacaktı boynuna…
Bir anda her şey gözlerinin önünden film şeridi gibi geçti. Birlikte geçen yılları, ve son anı; sarılamayışını ve nasıl da hırpalanışını… O kadar çok şey geçti ki gözünün önünden, sadece o değil, tek başınayken yaşadıkları ve saçını yoluşları, onun gözlerinin içine bakarken kendisini izledi aslında sanki karşıdan, ona her baktığında kendisinin nasıl da yok olduğunu hatırlıyormuş meğer, bu zamana kadar bakamadığı bir çift gözü binlerce gün üzerine gördüğünde bunu hatırlayacaktı demek, kendisinin nasıl yok olduğunu…
Ne özlemi ya dedi bi anda kendine, ben evime gideyim bu sokak batsın o da içinde kaybolup yansın, dedi…
Adımlarını hızlandırdı. Topuklarının seslerini çok sık duymaya başladı hatta o kadar sert bastı ki ayaklarını yere, bir ayağını burktu, ama sonra doğruldu, yanından geçti gitti, geçerken gözlerinin içine hiç bakmadı ama ağladığını fark etti.
Merdivenleri üçer beşer çıkarken ayakkabıları artık elindeydi, kapıyı hızlıca açtı içeriye girdi, kapıdan içeri girer girmez aynada kendisini gördü ve ağladığını işte o zaman farketti..
Artık kocaman evde tek başınaydı.. istediği gibi hıçkırabilirdi..
Zaten hava da aydınlanıyordu..
Gece bitiyor, dolunay gidiyor, yerine güneş geliyordu…
…………
Hüzün... Ağladığını bile fark etmeyecek kadar çarpılmak, çarptı beni Pınar.
YanıtlaSilinanılmaz bir masal gibiii harikaaa bir yazıııı yazanınn ellerinee kalbiyle gören gözlem yapan yüreğineee sağlıkkk
YanıtlaSil:) sevgiler...
YanıtlaSilsağolll canımmm
YanıtlaSilPınarcım sen kitap falan yazıyor musun ? ee süper yani.... okurken yaşıyor insan :)
YanıtlaSildüşünüyorum canım, ama biraz daha zamanım var ;)
YanıtlaSilteşekkürler,
sevgiler...
eve girdikten sonra, hava da aydınlanmaya başlayınca orda bitirmedim ben hikayeyi
YanıtlaSildevamını kendim kurguladım
aydınlıkla beraber aydınlık bir son yazdım kendi kendime
güzel oldu
mutlu son yani :))
aslında o son cümleyle amacım alttan alttan oydu aslında... yerini bulmuş demek...
YanıtlaSilsevgiler ;)))
sevimli bir konuyla mimledim seni
YanıtlaSilbilmem igilenir misin :)
hemen girip baktım ve bayıldım :)))
YanıtlaSilçoook tatlı çok teşekkür ederim :)
günüme renk kattın
sevgiler
Adam var bir de, kadın köşeyi döndükten sonra aklından cümleler geçer:
YanıtlaSilbelki bilmek istersin;
ben burdayım hala, durduğum yerde..
çok şey değişti içimde..
biri aynı gibi..
ne anlatsam, ne desem, neye gülsem de inanma..
umursamaz davransam, kalbini kırsam, yaralasam da inanma..
gece yastığa başımı koyduğumda,
maskemi çıkarıp, gözlerimi kapattığımda..
aynı düşünceyle uykuya dalıyorum hala..
belki bilmek istersin..
vazgeçemedim ben hala..
tutunamadım da ama..
belki bilmek istersin dedim ama,
bilmek istemeğindendir aslında bu kadar yara.."
Adamı da ben tasavvur edeyim dedim :) SEVGİLER
Teşekkürler...
YanıtlaSil