Çarşamba, Nisan 28, 2010

Seni Sevmiyorum..



Birisinin gözünün içine baka baka “sevmiyorum seni” demeye cesaret ettiniz mi hiç?
Sevgilinize, eşinize, dostunuza kim olursa, söylediniz mi hiç?
Ya da gözünüzün içine baka baka “sevmiyorum seni” diyen bir ÇOK cesaretli biri oldu mu hayatınızda hiç?
Sevgiliniz, eşiniz, dostunuz, kim olursa işte,
Alabildiğine sevgisizcesine…

Bir insana seni seviyorum demek ve hissettirmek ne kadar güzel ve özelse, seni sevmiyorum demek de o kadar özeldir aslında fark edilmez ama özeldir. Derindendir çünkü o cümle en derinden girendir en derinden hareleyen en derinden bitirendir. Fark ettirmez aslında ilk duyulduğunda kendisinin ne demek olduğunu ama; çok değil az bi zamanı vardır aslında ağırlığını hissettirmek için. İç hesaplaşmaları, yargılamaları, sorgulamaları, aşağılamaları, yanmaları, kanamaları, Kırılmaları da takmış peşine geliyor o cümle bakkk, istesen de istemesen de.. Çıktı mı ağızdan bi kere o ve söyledin mi gözlerinin içine baka baka? Söyledin. İşte o an tüm bu sayılanları gönderdin ve daha fazlalarını belki de, bir ok gibi, bir kurşun gibi, bir mızrap gibi, kalkanların gölgesinden bile uzakta, savrulmuş her şey oraya buraya, ve işte çarpıyor yüzüne yüzüne onun, yüreğine yüreğine, bakarak söyledin ya gözlerinin içine, nefretle..

Duydun mu sevilmediğini, nefret edilesi bi insan olduğunu, gözünün içine baka baka
“sevmiyorum seni” denildi mi, denildi.. Duydun mu, duydun.. İşitti kulakların. Kulaklarının işittiğini bütün sinirlerin sanki anlamışçasına, kanın sanki fırtınalar kopmuşçasına içinde deli divane olmuşken sen, kafanda hala karman çorman noktalama işaretleri...
İç hesaplaşmaların başladı mı, yargılamaların, sorgulamaların, aşağılamaların, yanmaların, kırılmaların. Başladı mı ağlamaların ya da ağlamamaların, yani SUSMALARIN.

Bir insana seni sevmiyorum demek acı çok acı bir şeydir.
Suyun bile söndüremediğidir. Tesellinin fayda vermediğidir.
Hele bir de değerlilerinden birinden duyduysan bunu, o zaman o cümle bir hançerdir.

Bir insana seni sevmiyorum demek cesaret gerektirir.
Söylemeye yürek, yürek içine kin nefret, nefret üstüne bi de saygısızlık gerektirir.
Tek bir kahvenin hatrına ihaneti ve her hatırayı birden yok etmeyi gerektirir.


BİR İNSANIN GÖZLERİNİN İÇİNE BAKA BAKA SENİ SEVMİYORUM DEMEK,
İNSANLIKTAN ÇIKMAYI GEREKTİRİR.

Pazartesi, Nisan 26, 2010

Anlam...



gecenin bu saatinde yazmak nereden aklıma geldi bilmiyorum bence şuanda yatıyor olmalıyım çünkü bütün gün çok yoruldum, ta ki şu dakikaya kadar..

kime göre ve neye göre anlamlıyız YA DA kendimize dönüp soralım, KENDİ Hayatımız ne kadar anlamlı?
hangi boyutta yaşıyoruz hayatımızı
öylesine mi yoksa bi amaç uğrunda mı
yaptığımız şeyler daha sonradan hatırlatıyor mu kendilerini, "şunu da yapmıştım" diyor muyuz
pişmanlıklarımız var mı ve en önemlisi pişmanlıklarımızdan dersler çıkardık mı
mutluluklarımızı sevdik mi, yoksa mutluluğumuzun hep daha fazlasını mı istedik
dostlarımızın kıymtini bildik mi ve herkese hak ettiği kıymeti verdik mi?
şimdi düşünseniz eminim siz de bunun gibi birsürü soru çıkartırsınız eminim. O kadar çok amacımız,o kadar çok nesnemiz, kendimize dönük o kadar çok öznemiz, her adımın sonunda farklı bir yüklemimiz var. düşündüm de, hayatımızı anlamlı kılmak için neler yapıyoruz?
Kendimi düşündüm.. Şuan hayatımın anlamını.. Şuanki amacımı.. bir gün içerisinde o kadar çok şeyi halletmey çalışıyorum ki, aslında farkettiğim şu, tek bir amacım yok, çok bir amacım var. sabah uyandığımda bir amacım var çünkü bir işim var gitmem gereken. Bir işimin olması da öğrencilik zamanlarımın amacıydı :) iş yerimizin kapısından içeri girdiğim andan itibaren de bir amacım var.. İş yerinden çıkıp eve giderken de.. Evde beni bekleyenlere, aileme karşı yapmam gereken şeyler var.. bunlar da bu günkü amaçlarımdan... Bla bla bla...
İleriye yönelik amaçlarım var. Şuan üzerinde durduğum yaştan sonra bir insanın amaçlarını düşününce, anne ve babayı daha da çok mutlu etmek ve kardeşle daha yakın arkadaş olabilmek, işinde daha iyiye gitmek ve öğrendiklerinin üzerine yenilerini koyabilmek, varsa bir ilişkiyi yürütebilmek ve belki de ona bir ömür biçebilmek vs. vs. vs.
Şimdi durup düşünüyorum hayatım ne kadar anlamlı? Gerçekten ne zaman terkedeceğimi bilmediğim bu dünya üzerinde ne kadar anlamlı yaşayabiliyorum?
evet düşündüm..

Aileme, dostuma baktım...
3yıldır hayatımda varolan adama baktım.
25imde bile kazanabildiğim yeni, lolit dostuma baktım.
Kazandıklarıma da kaybettiklerime de baktım.
Bu zamana kadar yapabildiklerime ve bundan sonra yapmak istediklerime baktım.
Ve tabiki yapıyor olduklarıma da..
Kırıldıklarıma ve kırdıklarıma, Nedenleriyle birlikte tekrar tekrar baktım.

Gecenin bu saatinde çok şeye baktım..

Baktım ki, gerçekten çok anlamlıyım...

Perşembe, Nisan 22, 2010

23 Nisan için.. Bizim için...



Eveeeeeeeeeeeeeeeet
Çok fazla bir şey yazmak istemiyorum aslında bu günle ilgili çünkü biliyorum ki ne yazarsam yazayım bugüne, önemine, Atatürk’üme az olacak.. O yüzden sadece ;
Bugün okulumuzda 23 Nisan’ı kutladık biz, çocuklarımızla. Ellerimizde bayraklar onuncu yıl marşını söyledik. Oynadık zıpladık. Eğlendik. Bunların hepsini birlikte yaptık. Çocuklarımız ve öğretmenleri.
Artık büyümüş gibi görünen, mesleğini eline almış insanların bile içlerinde bi yerlerde mutlaka hiç ölmeyen hep yaşayan ama çoğunlukla saklanan bi çocuk var, hep nefes alan. Onu yaşatan, onu canlandıran, onu barındıran biziz.
Yaşımız kaç olursa olsun, bu bayram Atatürk’ün çocuklarına, dünyanın çocuklarına armağan edildi. Biz de bu dünyanın büyümüş çocukları olarak;
Hadi içinizdeki çocuğu dışarı çıkarın. Bugün koşun oynayın. Çocukluğunuzda yapmaktan en çok hoşlandığınız şeyi yapın. Parka gidip salıncakta sallanın. Elinizde bi pamuk şekerle sokaklarda dolanın. En yakın arkadaşlarınızla buluşun birbirinize doya doya sarılın ve kahkahalar atın. Yani,
Bir çocuk kadar mutlanın. Mutlu olun…

Bugünü çifte bayramla yaşayan Lolitime ithafen, ablacığının kolları arasında doya doya çocuk ol… ;)
Gözümün bebeği Cimcimem Gizemime ithafen, o adanın altını üstüne getir, koş koş koş, gül gül gül, eğlen eğlen eğlen..
Canım dostum Dicoşuma ithafen, ranzanın üst katındaki nazlı bebeğin yanına çık, içinden ne geliyorsa onu yap..

Hadi bakalım, Bayramımız Kutlu Olsun Çocuklaaaaaaaarrrr……….

Yaşa mı Başa mı?? :))




Takvim yaşına mı bakalım yoksa ruh yaşına mı? Kişiliği yansıtan yaşa mı, bin dokuz yüz bilmem kaçlı yılları 2010’dan çıkartınca karşımıza çıkan rakamdaki yaşa mı bakmamız gerek, BİLMİYORUM diyeceğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.. Nitekim bu soruya siz de benim verdiğim cevabı veriyor iseniz,

DINNNNNNNNNNN!!!!!!!!!!!!!!!!!

Evet tebrikler siz de baya tecrübelisiniz hayat, memat ve insan konusunda.
Gerçekten yaşa bakınca insanın ciddi anlamda olgun olmasını, olgun davranışlar sergilemesini, bazı şeyleri tolere edebilmesini, algıladıklarını fark edebildiği gibi algıladıklarının hangi anlamlarla atfedildiğini de fark edebilmesini, hadi yaşın gibi değil ama en azından bi yetişkin gibi davranabilmesini, sınırlarını, tavırlarını ayarlayabilmesini bekliyoruz, Normal olarak..
Beklediklerimizi göremediğimizde ne oluyor peki??

Yaşıyor yaşıyor ve sonunda gülüyoruz.

Aldığımız tepkilere şaşırmanın yanında bi de bu tepkileri veren insana şaşırıyoruz, bunları nasıl yapabiliyor diye. Sinirimiz bozuluyor, umursamak istemiyoruz. Tam umursamadığımız düşündüğümüz bir anda hoooooooooop yeni bir şey oluyor ve bu sefer birazcık terbiyesizleşiyoruz, yuh be kardeşim bu kadarı da olmaz yani pessss barbar mıdır nedir vs. vs. gibi biz de söylenmeye başlıyoruz, neden? Çünkü tahammül sınırımız zorlanıyor.

Şunu kabul etmemiz gerekir ki, kimse kimseyle konuşmak zorunda değildir bu dünyada, ve kimse kimseyi sevmek zorunda değildir elbette. Ama mecbur olduğumuz bi konu var ki o da, aynı gökyüzü altında nefes aldığımız müddetçe, sorun ne olursa olsun SAYGI’yı yitirmemek…
Aynı çatı altında yüz çevirerek yürümek, bir günaydın’ı bir iyi akşamlar’ı esirgemek, izin istemekten aciz olmak.

“AKIL YAŞTA DEĞİL BAŞTADIR” çok doğru bi cümledir aslında. Ne yaş büyüklüğü, ne (güya) tecrübe bolluğu, hiçbirisi işe yaramıyormuş demek ki.

Çok küçükler gördüm 50lilklerin tecrübesine taş çıkarır..
Çok büyükler gördüm 3 yaşındakilerden farksız kalır..
Hadi artık AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN…

Ha bu arada, bu yazıya şaşkın bebekleri koyma sebebimi açıklamayı unuttum;

Bebekler bile şaşırıyor bu triplerinize, hallerinize... Ona göre...
:)))))))))))

Pazar, Nisan 18, 2010

KADIN DEDİĞİNN...

SADECE BEĞENDİĞİM İÇİN..
OLMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNDÜĞÜM İÇİN..

Bir kadın çocuktur aslında… Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını… Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani... bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.. Bir kadın güçlüdür aslında... Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar. Bir kadın sevgidir aslında... İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever; ama, tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer alamazsınız. Her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri ”acımak" duygusudur. Bir kadın yalnızdır aslında... Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz. Bir kadın çılgındır aslında... Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Üreticiliğinin sınırı yoktur ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz üreticiliğini. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz? Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz! ............bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!! ....... çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!!!! kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!!! öyle olsaydı ezilirdi......!!! üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!! AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI...... Eşit olsun diye...... kolun biraz altında... Korunsun diye...!!! KALP HİZASINDA SEVİLSİN DİYE!!!

CAN DÜNDAR

öylesine bi gece...



İçinden asla çıkamayacağını sandığın anlar mutlaka olmuştur hayatında, uzakta ya da yakında bi zamanlarda.. O anlarına eş olacak şarkıların da vardır belki şimdilerde kalmıştır aklında, hatta duyuyorsundur bile şuanda kulaklarında.. Aradan yıllar da geçse aylar da, duyduğun an hatırlatır o anları sana, o zamanları tekrar yaşatır, bişeler cıızzz ediverir sol tarafında.. Kırgınlıkların mıdır o cızlayan, üstüne mi basmışsındır farkında olmadan kırıklarının, canına mı batmıştır yine parçaların, çok acıtmasa da dediğim gibi bi cızzz ettirmiş midir, ettiriyor mudur hala?
Kırgınlıkların tamamen yok olup gidişini mi bekleriz acaba birilerini affederken, ya da üzerini mi kapatırız parçalarımızın yüreğimizdeki? Her şey hallolmuş gibi mi hissediyoruz o “affetme” anından sonra ya da gerçekten bişeleri unutuyor muyuz “o anlığına”
Aradan aylar da geçse yıllar da geçse bi gün bi şekilde bi yerlerde batıveriyo yine o kırık parçalar. Hani klasik bi laf vardır ya, “al bi kristal bardağı at yere, evet hadi şimdi o parçaların hepsini bir araya getir bakalım, mümkün mü?”
Gerçekten bu klasik, klişeleşmiş lafın doğruluğuna bi kere de daha inanası geliyo insanın. Tek bir şarkı götürebilir mi insanı; o derin yaşanmışlıklara böylesine delicesine hissettirecek kadar can yarıklarını, acıları, hayal kırıklıklarını tekrar yaşatacak kadar ve tekrar korkutacak kadar tekrar gözlerini yumduracak kadar??
Kırgınlıklar bi yana dursun kaderin cilvelerine, silik sönük göz kırpışlarına da aynı hızla inanmaya başlamak..
Aylardan Ağustos, İlk cumartesi günü Ağustosun 8i.. 2009
Paramparça gidilmiş hatta zorla götürülmüş bir konser gecesi..Aynen can kırıklarıyla can parçalarıyla, can yarıklarıyla.. Gayet damar şarkıların çalındığı, gözlerin dolduğu sözlerin durduğu, sadece sahnedekinin konuştuğu, bi gece… Açık hava tiyatrosu.. Tribünün ön tarafı bi de arka tarafı, yani zıt kutupları…
Yanımda çocukluğum, can dostum ama yüreğim darma duman, aklım karman çorman, hayat sanki boş.. Ve ön tribünde o gün hiç tanımadığım bilmediğim ama bugünümün gülen yüzü…
Ve işte o; kaderimin cilvesi, ve aslında o gece hayatıma dahil olmuş pozitif enerjisinin Lolit’i…
Şimdi aylardan Nisan.. 19u Nisan’ın..
Hayat çok şey yaşatıyor insana..
Hayat çok şey öğretiyor insana..

Cuma, Nisan 16, 2010





Çocuk mutluluktur. Onun dünyası o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar derin, o kadar renkli, o kadar ilginç ve daha birsürü okadarla doludur ki, Çocuk inanılmazdır.
Çocuk, sanattır aslında.. Elleriniz ellerindeyken gözleri size bakarken birşeyler sormaya öğrenmeye çalışır. Cevap verirsiniz belki ama her cevabınızın ardından tekrar “neden” sorusu gelir ve o sorular aslaa bitmez. Kendiniz yoğurursunuz onu. Nereye çekerseniz oraya gelir , kendi ellerinizle yarattığınız dünyanın en güzel sanatıdır aslında.
Çocuk zordur. Dünyası o kadar karmaşık ve değişiktirki sağa attığınız adımı sola atmışsınız gibi anlar. Ya çok büyük yol katedersiniz ya 10 adım geriye gidersiniz. O minicik beyni ile o kadar çok şey düşünür ki ayağa kalkıp kendi hakkını savunurcasına sanki büyümüş de küçülmüş gibi çat çat pat pat tartışabilir. İstediğini yapmanızı bekler. İstemediği birşeyi yaptığınızda sinirlenir. “sen kötü bir öğretmensin gözlerime baaaakkk!!!!!” diye sizi tehdit bile eder, azarlar.
Her duyduğunu hafızasına kaydeder. Öyle bir zamanda söyler ki onu şaşar kalırsınız. Nerden geldi aklına dersiniz ama zaten kaydetmiştir onu o, bir gün gelip de yüzüne vurmanız için..
Aslında çocuğu anlatmak çok uzun, meşakatli bir iştir. Yazıya başlama sebebim, “göz ağrısı” ve “güneş”
“Bizim evimize güneş biz evden çıktıktan sonra gelir. Ama şuanda güneş bizim evimizde değil, güneş sınıfımızda. Bak.” Der. Güneşi tek değil birsürü sanar. Bizim evimizde de güneş var dediğinde ne söyleyeceğinizi şaşırırsınız.
Günün bombası:
Öğretmeniyle öğrencileri sandalyede otururlarken, öğretmen diğer öğretmenlerle sohbet halindedir. Öğretmeninin kucağında oturan 3 yaşındaki minik, kendi aleminde gibi dursa da herşeyin farkındadır.
Öğretmen der ki;
Bu benim ilk göz ağrım.
3 yaşındaki minik bunu şöyle algılar ve kurduğu cümlenin ardından kahkahalar patlar:
“BENİM GÖZÜM AĞRIMIYO Kİİ”

Dedik ya; çocuk ilginçtir,
çocuk Mutluluktur...
:))))))))))))))

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...