Pazar, Ocak 29, 2012

küçük saç teli

Bir tohum tanesi kadar küçüktü önceleri küçük yüreğinde çünkü, küçük yüreğinin küçük atışlarında daha sesi duyulmaz duyulamazdı ve cılızdı, sönük kadar silik değil uğultu kadar gürültülü değildi cılızdı sadece, bir küçüğün içinde küçük ve cılız bir ses gibi.
Minicik avuçları vardı minicik avuçlarının içinde küçük minik çizgiler. Büyük şeyleri tutan küçük ellerinin minik avuçları. Ve tuttuklarını sakladığı küçük yüreği, tuttuklarıyla büyüyen yüreği..
Büyüyen küçük yüreği..
Zamanla sulanmış ve beslenmiş bir hikayenin asıl kahramanıydı aynada göz göze geldiği. Zamanla beslenmiş, zamandan daha büyük ve zamandan daha ileriki bi zamanlarda nefes alan, ve takvimde gördüğü yerde yaşamaya mecbur bırakılmış; ve parmakları kalınlaşmış, avuçları büyümüş ve çizgileri uzamış avuç içlerindeki. Saçlarında tek tük beyazları vardı zamanın esiri olmuşlar kalmışlar, hatıra niyetine ya da sokmak için gözüne gözüne…
Zamanla sulanmış ve beslenmiş bir hikayenin asıl kahramanıydı aynada göz göze geldiği. Bir nohut tanesi büyüklüğündeki şeyin üzerine koymuş elini ve saklıyor bırakmamacasına. Giderse ölür, ölürse gider, bırakamaz, ardına bakamaz ve ilerisine gözünü karartamaz; sadece bırakamaz, sadece elini bırakmaz, sadece ondan ayrılmaz, sadece sadece sadece…
Vücudunun her yerine dağılmış milyonlarca nohut tanesiyle baş etmeye çalışan bir asıl kahramandı aynada göz göze geldiği. Yandan ayırdığı saçlarının tam da ayrımında küçük bir beyaz saç teli yavaşça sallanıyorken aşağı yukarı; bir uçurumun kenarına ayağından asılmış bir bebek gibi ve saçları aşağıya doğru sarkmış, kanatlarından kopartılmış ve kırılmış en derininden yüreğinden ve eli yine nohut tanelerinin üzerinde, bilemiyor hangisinin üzerinde olmalı diye, hangisini korumalı hangisini ardında bırakmalı, hangisinin adı ne, adı ne olanı saklamalı…
Kocaman bir boşlukta ve sert bir taşın üzerinde eli sol tarafında duruyor öylece. Gözleri açık ve bakıyor karşıya tam da karşıya, ne gördüğünü biliyor; aklında. Nohut taneleri her yanında. Zaman daha az geçmiş ve az zamanda çok yoklukta boğulmuş ve şimdi gerçekten yok olanı yakalamaya çalışamadan ve vazgeçmiş ve harap ve bitap ve üzerinden dumanlar çıkan bir yıkık bina kadar bile değil tozu kalkmış üzerinden, yığılmış üzerinde bin bir tane yıkıklık; karanlıkta kalmış bir yıkık ev kadar değil bile güzelliği ve yalnızlığı o kadar bile görülesi değil… Hissedilesi değil ve anlaşılası değil..
Hissedilesi ve anlaşılası değil…
Kocaman bir boşlukta ve sert bir taşın üzerinde eli sol tarafında duruyor öylece.. Eski bir battaniyenin üzerine düşmüş küçük bir saç teli gibi, kıvrılmış, tek, ve kopmuş kökünden, ve gitmiş… Ve bitmiş özünden, ve bitmiş; tam da yüreğinden…ve sebebinden…

Pazar, Ocak 22, 2012

Karsı Duvar...


Sonunu bile bile başlanmış bir nefes gibiydi ilk gözlerini açtığında hayata birlikte.. Elleri birbirine değdiğinde yanacaklarını biliyorlardı aslında ve bile bile denize yürümekti bu ayaklarının altında ateşli ve sakin.

Avuç içlerindeki bir inci tanesi kadar kıymetli ve bir o kadar da derinlerdeydi sanki okyanusların dibinde saklanmış gibiydi, ve o yüzden o kadar kıymetli ve o kadar değerli ve birbirlerindeydi şimdi elleri ve ayrılmış ve yanmış ve kopamamış ve bir okyanusun dibi kadar yalnız ve bir o kadar da kalabalık..

Sessizliğinde boğulmuş derin bir karanlığın en gürültülü uğultusunda nefes almaya çalışırken kabarcıklar çıkıyor burnunun küçük iki deliğinden. Her nefes kabarcığında biraz daha onu dışarıya çıkartıyor, her nefes kabarcığında biraz daha kendisini boşluğa savuruyor biraz daha kendisinden veriyor biraz daha ölüp giden kendisini izliyor ve vazgeçmiyor; nefes alıyor ve daha hızlı veriyor ve kabarcıklar büyüyor içlerinde kocaman “O” yazıyor ve o, her kabarcıkta ölüyor..
Ve o izliyor…

Baş parmağında dolaşan küçük bir karıncayı hissedecek kadar hisli ve rüzgarın yüzüne vurmasından donmuş gibi yüzü ve o kadar donuk ve donmuş bir vaziyette duruyor, ayakları YALIN, kaşları kalın ve parmakları da boğum boğum, boğum boğum kalmış sevda duruyor avuçlarında ve onu nefes alıyor onu pompalıyor her kanında. Ve midesindeki açlık ona ve bu uçurum; aşağıya..
Bu uçurum, sonsuzluğa,
Ve ona..
Ve yalnızlığına…
Ve o kollarını açıyor ağlıyor, hala ayağında dolaşan karıncayla birlikte, uçuyor,
O, ağlıyor…  Tutmuyor…

Uyanıyor….
Sırılsıklam kalmış bir yatağın içinde durup öylece karşı duvara bakıyor nefes nefese ve her nefeste tek bir isim soluyor, isim boğuyor ve isim öldürüyor; hissediyor, bitiyor,  ve bir sesle irkilip kendinden geçiyor…
“kendini öldürüyorsun, öldürüyor seni içindeki, sen ölüyorsun, ve ben hiçbir şey yapamıyorum…” 

Pazartesi, Ocak 09, 2012

ACI SEKIL DEGISTIRINCE

Mücadele dediğin şey nereye kadar? Nereye kadar tek başına gidebiliyor insan.
Çok sevdiğim bir arkadaşımla geçen akşam Taksimde tahta bir masanın üzerine koyulmuş bir tabak patates kızartmasının yanında bize eşlik eden biralarımızla konserin başlamasını bekliyorken, konuştuklarımızla sarhoş olduk, daha bir yudum bile alamamışken.
Çok güzel bir cümle kurdu bana ve gözlerim dondu kaldı o anda, vay canına diyebildim yalnızca.
“Tek başına iki kişi için ağlama, bu seni çok yorar…”
Tek başına iki kişi için ağlama… Verdiğim mücadele tek başına ve belki de mücadele bile değil adı kendi kendime boğulduğum saplantı koydum artık adına.
Bir insanı çok seviyor olmanın gerçekten (kusura bakmayın ama) bir boka yaramadığını anladığım 2012 yılında olduğum için bu yüzyıla gıcık olsam da, herkesi seviyorum ben yine de, banane…
Dedim ya, bir insanı çok seviyor olmanın hiçbir işe yaramadığı, eski zamanlarda doğmuş ama tarihi farklı koyulmuş bir yürek taşıyorum içimde. Çok sevip çok sadık kalanlarından, ve çok saflarından belki çok sağlamlarından.. Haddinden fazla güçlü belki de, ardında görünmez kırılganlıkları var aslında…
“Kadın gibi kadın olmayı becerebilseydik keşke, keşke onlardan daha çok erkek olmasaydık…” diye de çok konuştuk.. Bu kadar güçlü olmak niye,  gözümüzü bu kadar karartmak ve birçok insanı karşımıza almaya razı olmak; o kadar ki ailemizi bile.. Niye? Kime?
Çok sordum bunları kendime. Bu kadar çok sevmek bu zamanda, yok yok hiç yakışmıyor, hiç yakıştırılmıyor.
Gerçek sevmeler yakıştırılmıyor ilişkilere.. Sahte övgü sözcükleri yer alıyor hikayelerin sonlarında, birkaç damla göz yaşı ekleniyor virgül niyetine, ardına birkaç cümle daha.. Sorun sende değil bende hikayelerinin çok geride kaldığını ya da kalması gerektiğini düşündüğümüz yaşları yaşıyorken, HALA bunları duymanın verdiği komediye ağlamalar…
Günlerin geceleri, gecelerin günleri kovaladığı saatleri yaşıyoruz, ağlıyoruz, uyumuyoruz, dualar ediyoruz, hala ondan başkasına bakmıyor gözlerimiz, hala “o” diye tutturuyoruz. Etrafımızdakiler kızıyor bize, ne var onda bu kadar, diye.. Vazgeçmiyoruz, vazgeçemiyoruz sevdamızdan, aslında APTALLIĞIMIZDAN!! Laf da söyletmiyoruz hani,  söyleyene tripler atıyoruz..
 Giden gitmiş, geride kalan biz hala neyin yangınındayız; bilmiyoruz…
Sahnede gitar çalan adamın şarkılarına gözlerimiz yarı açık yarı kapalı eşlik ediyoruz bağıra bağıra..
Biz hala uyanıyoruz sabahlara onların kokusuyla…
Bu kadar güçlü olmak niye… Erkek gibi(!) güçlü olmak, bu kadar sadık olmak, bu kadar aşık olmak, bu kadar sevmek bu kadar sevdalanmak, gözleri bu kadar karartmak, niye?? Kime??
Kim için bu cesaret?
Kime adanıyor bu cesur yürek??!!
Yürek çok fazla şeye alışıyor.
Ayrılık acısı ölüm acısına denktir diyorlar, dedim. Birden bir yara açıyor bir bıçak sol yanında. Kanatıyor kanatıyor kanatıyor, yakıyor yanıyor kavuruyor, olmuyor dinmiyor geçmiyor, söndürülmüyor, sönmüyor.
Yürek çok fazla şeye alışıyor. Zaman geçiyor. Zaman çok şeyi öğretiyor.
İnsan tek başına mücadele ediyor.
Bir süre..
Artık dizlerinin üzerinde bile durabilecek gücü kalmadığında anlıyor, kusursuz da olsa aşk, değmiyor gidene ardından HALA büyütmeye, beslemeye, beklemeye..
Değmiyor giden, hak etmiyor, yastığı ıslatan gözyaşları, avuçları açıp edilmiş duaları…
Hak etmiyor giden, kalanı..
Kalan hak etmiyor kalmayı..
TEK BAŞINA İKİ KİŞİ İÇİN AĞLAMAK YORUYOR, BİTİRİYOR…
Yeter artık dediği noktada bi ateş sürekli yanıyor, sönmüyor.. Kokusu yüreğin bedenin tüm hücrelerin etrafını sarıyor. Kızışıyor Kızgınlık yürekte. Birikiyor alevleri artıyor.. Burnundan solutuyor insanı, çenelerini sıktırıyor, gözleri dolsa bile ağlatmıyor! Durduruyor, daha da kızdırıyor… 
Yeter artık diyor insan.
Kızıyor.
Yeter artık diyor.
NE SEVGİSİNİ HELAL EDİYOR,
NE HAKKINI…


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...