Çarşamba, Haziran 29, 2011

iç ses....

Şöyle bi bakıverdim yüzüne yanından yanından… Baktığımı anladı ya da anlamadı, bana kalırsa anladı ama tavırları anlamamazlığa doğru yankılandı…
Kaşına gözüne, kollarına ellerine… şöyle bir yüzüne yüzüne, gözlerine doğru…
Yanına yaklaşamadan da olsa çektim kokusunu içime, içime içime, daha da derine…
Sonra döndüm kendime kendi içime… Hem bakarken gözlerinin içine, hem de konuştum kendi yüreğimle.
Adını koysana bunun dedim kendi içime… Adını koysana nedir bu çırpınışın sebebi, alsana gözlerini ondan dedim kendime, alsana gözlerini kendine döndürsene… Ne utanmaz bir kadın oldun sen kalabalıkların içinde dikmiş gözlerini öyle hayran hayran bakıyorsun adama… Fark etmiyorsun bile belki de sırıtıyorsun bakarken ya da gülümsüyorsun, nedir bu nedir sebebi söylesene ?
Her bakışta titrer mi içi insanın bu kadar? Sanki içine sokacakmışsın gibi, sanki bakmaya doyamıyormuşsun gibi, nedir yani?
Gömleğinin kollarına düşüşüne, ve rengi nasıl da gitmiş yakışmış tenine, dokunmaya bile kıyamıyormuş gibi ellerini uzatıp değemiyorsun bile, ellerini uzatmadan nasıl da hissedebiliyorsun o kolların sıcaklığını..
Sanki kimseler yokmuş gibi etrafta ya da çok kalabalıkmış da ama bi tek ondan ibaretmiş gibi orası aslında, hem güçlüsün yanında hem savunmasızsın aslında…
Ne kadar da çok güveniyorsun kadın ona öyle… Sanki o kolların altında herşey bitiyor tüm dünya duruyor, bütün pisliklerden arınıyor alem, zaman duruyor gibi, kokusu esiyor yüzüne yüzüne ve en güzel sesi duyuyorsun nefesiyle… Nefes alıp verişine bile kıyamıyorsun kadın, bir adam bu kadar güzel nefes alıp verir mi diye sorulur mu kadın, nedir yani nedir alt tarafı yaşıyor adam orada….
…………..
İşte böyle tıkanıp kalıyorsun… Kelime bulamıyor cümle kuramıyorsun… Onu tarif edecek cümlen bile kalmamış ellerinde. Bir iç çekiş bir tebessümle nokta koyasın geliyor yazıya…
Biliyorsun aslında…
Bitmiyor yazılacaklar…
Bitmiyor yaşanacaklar…
Bitmesin istiyorsun ya da…
Dünya dönsün..
O hep senin olsun..
Gözlerin hep onunla gülsün…
Dünya dönsün, O hep benim olsun….
*
Ve arabayı çalıştırdım… Hiç sevmem ayrılıkları, hep söylerim.. Hiç sevmem son dakikaları hiç sevmem beklemeyi bir dahaki buluşmayı, iple çekerim evet kavuşmayı…
Sanki bir daha göremeyecekmiş gibi, bence içimden “gitmek istemiyorum”u da kendisine yüklenmiş öpücük sonrasında;
Kaybetmekten korktuğumu yine yeniden fark ettim diye ağlamak yok…
Ağlamak yok kadın!

Salı, Haziran 28, 2011

ah bir evim olsa la la la la la layy la la la la la laaaaa aaaaaaaaaaa!!!!!!!!!!!

Korktuğu başına gelmiş anneciğimin, adına üzüldüm, adıma dua ediyorum… =)
Şu sıralar şu cümleyi çok sık duyar oldum “evet yaş ilerledikçe insan çok seçici oluyormuş”. Onda şunu şunda bunu arıyormuş. Hayat felsefesi değişiyor hatta ailesinden uzaklaşıyormuş. Annesinin babasının yanında oturmak yerine hep dışarılarda gezmek istiyor, arkadaşlarıyla daha çok vakit geçiyor, onlardan daha çok zevk alıyor. Bazı değerleri yitiriyor bile belki ve daha çok özgürlükçü oluyor. Kendi kendine hayaller kuruyor, şakayı kaka yapıyor, (aslında gerçek niyetleri anne ve babalar şaka olarak algılıyor; bunu ben söylüyorum) ooyy oy çok değişiyor çocuklar büyüdükçe ya da büyüdüklerini düşündükçe…
Annem öyle diyo…
Kendi yaşımı kendime söyleyince kimine göre daha küçük olabilirim belki ama kendime göre büyüğüm artık. Ya da zaman zaman büyüğüm. Babamın hala küçük kızıyım kabul ediyorum ama annemin hala en güçlü dayanağıyım ben. Kardeşimin ablası olabilirim ama kendimin nesi olduğumu bi yerlerde arıyorum, bir gün bulurum diye umuyorum.
Yağmur yağınca toprak kokar ya etraf hani, işte o kokuyu soluya soluya, yazlıktaki pembe evimizin balkonunun trabzanlarına ayaklarımı uzatmış, “ben kariyerimi nasıl planlıcam yaaaa” diye kendi kendime söylenirken annem arkamdan, “o yüksek lisans bitmeden biraz zor planlarsın” dedi.
Ve yine kendi kendime konuşurken “ loto oynasam, şöyle sağlam bi para çıksa ve kendime ev alsam, ayyyy ayrı eve çıksam off ne harika olur heee” diye mırıldanırken, annem yine arkadan “evlenmeden ayrı eve çıkamazsın, 50 yaşına kadar evlenmesem de bizimle oturuyorsun ayrı evi unut” diye hınzırca muzipçe ve kendimce acımasızca sırıttığını gördüm, başımı arkama çevirdiğimde. Aslında ne kadar güzel olurdu kendime ait bi evim olsa… oh mis… şöyle 1+1…
Ve şimdi iş yerimdeyim… tam bunlara konsantre olmuş kendi içimi dökerken EYLEM ve ELİF; hadi kahve ve çaya, dedi…
Hayallerimin içine bol kafeinli kahve ve slim sigara dumanı karıştı..



Of Kafama kuş sıçsa, şans bana vursa…

Hadi yaaa ama tanrım lütfen, ah bir evim olsa… =))))))

Pazartesi, Haziran 20, 2011

GÖZÜMÜN GÖRDÜĞÜ; RUHUMUN SESİ....

Annem onu görmediğimi sanıyo ama görüyorum, sessiz sessiz ağlıyo..
Kendi hastalığım yüzünden benden kaçıyo, ben ona sarılıp ağlamak istiyorum, belki de bağırmak istiyorum, düşünüyorum kabul edemiyorum, üzülmüyorum diyorum ama teyzemi daha şimdiden Ben de özlüyorum.. Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum. Keşke yüzümü kapatarak da olsa ağlayabilsem..
Keşke anneme sarılarak ağlayabilsem..
Keşke annem yine bana sarılarak ağlasaydı..

“Önce can” diye baş ucumda da gözleri dolu dolu bana bakarken, gözlerim yarı açık onun o halini gördüğümde, o halde olmamam gerektiğini hatırlıyor olsam da, ben de yanıyorum. İstiyorum ki geçen haftadaki gibi dimdik durabileyim, annem kollarını uzatsın boynuma sarılsın ve hıçkıra hıçkıra ağlasın.
Evet bunu istiyorum. Ama bunu yaşayamıyorum. Ve buna sebep yine BEN’im. Çünkü annem, ben de üzülüyorum diye ben de hastalanıyorum diye bana sarılmaktan vazgeçti. Bana sarılmaktan, benle acısını yaşamaktan, bana dayanmaktan vazgeçti.

Ben yıkılmak istemedim.

Ama teyzemi özledim…

Annem şimdi karşımdaki koltukta uzanıyo.. İki eli de başının üzerinde.. Bi koluyla suratını kapamaya çalışıyo…

Onu görmediğimi sanıyo ama görüyorum sessiz sessiz ağlıyo..
Ben ise… Yine içime akıtıyorum. Yine ağlayamıyorum. Yüreğim yine daralıyo…

Pazar, Haziran 19, 2011

KISACIK....

Bazı gerçekleri yaşamak bazen acı geliyormuş gerçekten..
Ve bazı şeyleri yaşamak, belki de ilk defa yaşamak….
Aslında o kadar karışık ki içim bunları yazarken… Neye ve kime ithafen yazdığımı, hatta ne yazmak istediğimi bile bilmediğim bi ruh haliyle açtım öyle yazıyorum..
Hani olur ya, kolu kanadı kırılmış gibi gelir insana… Hani kaslarını hisseder; ama hissetmez.. Sanki tüm vücudu doluymuş gibi, ama aslında boşmuş gibi…

İşin özü;
CAN kaybedilince insan kendinden geçiyor.. Cümleler kısalıyor.. Kelimeler kaçıyor… Yürek içeride haykırıyor.. Sesi dışarıdan duyulmuyor..
CAN gidince… Böyle oluyormuş… Ve daha fazlası… Yaşayınca anladım…

Yaşayınca anladık….

Salı, Haziran 07, 2011

benim küçüklük gelinlik hayallerim...

Sevgili ay ışığı,
Ne çok şeyi anlattım sana, tarif edebilir misin acaba duyduğun onca haykırışı….
Ne kadar pembe düşleri oluyor genç kızın. Her şey ne kadar saf her şey ne kadar berrak her şey ne kadar temiz… Akça pakça…
Ne kadar da masum ne kadar da uysal. İçine karıştırılmamış hiçbir yasa hiçbir kural… Sıkıştırılmamış anılarının arasında haykırışlar yakarışlar. Ağlamaklı tek bir hayali bile yok, her düşündüğü güldürüyor her güldürdüğü daha da düşündürüyor..
Ah genç kız, ne kadar da bağlanıyor hayallerine, ne kadar da benimsiyor ne kadar da inanıyor geleceğine ne kadar da sadık dünlerine, ve ne kadar dost aldığı nefesine…
Ah genç kız, ne kadar da umutlu ne kadar da mutlu…
Ah genç kız… Ah küçüklüğüm… Ah küçüklük hayallerim… Ah benim küçüklük gelinlik hayallerim…
Ayakları yere basar ve gözleri daha da canla kanla bakar dünyaya… hayata… hayatına..
Annesinin küçük kızı büyür, genç kız olur, artık konuşur artık isterse durur bazen yorulur, durur durur düşünür, artık düşünür ama zaman zaman üzülür..
Babasının nazlı kızı, nazlanır, şımarır, babasının bal kızı büyür, yürür….
Genç kız büyür…
*
Yaşımı hatırlamıyorum şimdi ama hatırlayabiliyorum,
Evimizin kapısının önü, portmantonun yanındayım, çoraplarımı çıkardım ayağımdan, dolabın kapağın açtım, göz göze geldik onlarla ve önce arkamı kontrol ettim gelen var mı diye, aldım bi hışımla minik ellerimle… giydim… baktım kocaman oldular.. ayaklarım minicik kaldı içinde… ama olsundu, o ayakkabılar hayatımın en güzel ayakkabılarıydı.. annemin gelinlik ayakkabılarıydı onlar ve ben de babamla evlenirken benim de böyle güzel gelinlik ayakkabılarım olacaktı. Hem de ayağıma tam olacaklardı. Topukları da çok yüksek olacaktı ki babamın boyuna yetişebileydim ya da babam beni kucağına alırdı ne olacaktı ki, zaten o beni hep dizlerine oturturdu, gelinliğim ve beyaz topuklu ayakkabılarım, yanımda da babam…
İşte o gün dünyanın en mutlu kızı ben olacaktım çünkü evlenecektim, ve hayatımın ilk aşkıyla, babamla….
Bütün kızlar kıskanacaktı beni, çünkü ben evleniyordum, hem de bembeyaz gelin ayakkabılarım vardı… hem de babamla evleniyordum.
Herkes bizi çılgın gibi alkışlayacaktı. Ben; çok mutlu olacaktım çünkü ben evleniyordum hem de bembeyaz gelinlik ayakkabılarım vardı.. hem de babamla evleniyordum…
Elimde bembeyaz güllerim vardı. Bi buket beyaz gülüm vardı elimde. Sıkı sıkı tutacaktım güllerimi elimde, kimse gelip almasın diye, kimse hayallerimi çalmasın diye, kimse babamı kimse hayatımı kimse aşkımı elimden kaçırıp almasın diye, sıkı sıkı tutacaktım.. çiçeklerim ve ayakkabılarım beni koruyacaktı.. benim bembeyaz gelinlik ayakkabılarım vardı.. ben, babamla evleniyordum…
Upuzun bi duvağım olacaktı. Yüzümü kapadığımda tülün arkasından insanlara bakacaktım. Kimler gelmiş diye hepsinin gözlerinin içine bakacaktım, bi yandan gülümseyecektim, kalbimin atışını daha da yakından hissetmek için daha da derinden nefes alacaktım.. Ama korkmayacaktım nefesimin hızından.. hem benim bembeyaz gelinlik ayakkabılarım vardı.. hem de babamla evleniyordum… işte bu yüzden korkmuyordum…
Bir sürü arkadaşım olacaktı yanımda, tabiî ki babam hep yanımda, gelinlik ayakkabılarım ayaklarımda.. topuk seslerini her adım attığımda duyacaktım, duymak için daha da sert vuracaktım.. daha da sert basacaktım ayaklarımı yere, daha da güçlü vuracaktım, herkes duyacaktı belki de ayakkabılarımın sesini… ve babam yine yanımda olacaktı. O gün hayatımın en güçlü günlerinden biri olacaktı çünkü bembeyaz gelinlik ayakkabılarım vardı benim çünkü ben babamla evleniyordum…
Bembeyaz bir gelin arabam olacaktı ayrıca.. bembeyaz güllerle süsleyecektik onu, bi tek ben ve babam olacaktık arabada, kimsecikler olmayacaktı başka; bir de gelinlik ayakkabılarım…
Gökyüzü yemyeşil deniz masmavi gökyüzü berrak aydınlık… kollarım ardına kadar açık.. geriye doğru başım gözlerim gökyüzünde, belimde babamın elleri, dans ediyoruz şimdi. Bir elimde beyaz güllerim ve kulaklarımda topuk seslerim… o gün en mutlu günümdü benim… hem bembeyaz gelinlik ayakkabılarım vardı benim..hem de babamla evleniyordum.. işte bu yüzden en mutlu günümdü benim…
…….
Ve o ayakkabıları minik ayaklarıma giydiğim her gün yeni hayaller ekledim üzerine “gelin” hayallerimin...
Zaman geçti.. annemin gelinlik ayakkabıları küçük oldu ayaklarıma.. artık büyüdüm dedim galiba.. hem babam da sadece anneminmiş geç oldu farkına vardığımda, ve belki de ilk can yanığım oluştu ilk onu kaybettiğimi anladığımda… ilk babamdan mahrum kaldığımda…
Zaman geçti…büyüdüm… hayallerimi de büyüttüm.. babamın sesleri elleri hep omzumda büyüdüm ama bi yandan yokluğunu da içimde besledim büyüttüm..
Zaman geçti büyüdüm… hayallerimin içine bi yürek daha ekledim.. kendimle birlikte ne nice nice şeyi büyüttüm…
Zaman geçti.. Gelinlik hayallerimin hepsi yalan oldu…
Zaman geçti.. bembeyaz gelinlik ayakkabılarımın hayalleri duman oldu…
Zaman geçti.. hayallerim hayal oldu..
Zaman geçti.. annemin gelinlik ayakkabıları eskidi..
Ben büyüdüm..
Babamı ben yüreğimde büyüttüm.. kendimi aldım başka diyarlara götürdüm…
Zaman geçti… Hayallerimin üstüne bi parça toprak attım hepsini gömdüm…
Zaman geçti… Küçükken “gelen var mı” diye dolabın arkasından arkamı kontrol ederdim o bembeyaz gelinlik ayakkabılarına bir kez dokunabilmek için..
Zaman geçti… Şimdilerde bir iç çekiş oldu sadece… Bi iç çekiş, bi iç yangın kim bilir derinlerde…
Zaman geçti… Doğduğum odamdayım yine, sevdiğim gibi yerde oturmuş bağdaş kurmuşum hem de..
Zaman geçti.. Kulağımda bi değişik nağme..
Zaman geçti… Büyüdüm ben kendimce…
Zaman geçti… Nefesim nefesimi bile terk etti nefessizce…
Zaman geçti…. Vazgeçtim gelinlik ayakkabılarımdan…
Zaman geçti… Hiç vazgeçmedim beyaz gülleri sevmekten..

Çarşamba, Haziran 01, 2011

KARIŞIK-SAÇMASAPAN-ÇOK ANLAMLI

Çünkü değişik bi duygu o…
hayatımda hiç olmamış yaşanmamış, kimseye karşı duyulmamış ve kalpte barındırılmamış, akla sokulmamış, durup durup daldırmamış elbette….
Çok yorgun düştüğünü hissetmek ama aslında bi o kadar da enerjik olabilmek.
Ah eve gidip uyusam diye bütün günü geçirmek ve sonrasında “eve gitmek istemiyorum” diye düşünüp bu ikisinin zıtlığını yaşayabilmek..
Zıtlıklarda hayat bulabilmek
Geceyle gündüz gibi..
Kışla yaz gibi…
Zıtlıklarda hayat bulabilmek işte
Evet ile hayır gibi…
Zıtlıklarda hayat bulabilmek dediğim değişik bir şey işte,
Çocukla yetişkin gibi aslında…
Zıt gibi görünen eş anlamlılar gibi belki de…
Ayrı gibi görünen birliktelikler gibi belki de…
İlerisini görebilmek ya da görememek gibi..
Karanlıkla aydınlık gibi ne bilim…
Karanlıktaki ışık gibi..
Aslında aydınlık her yer…
Aslında günlük güneşlik…
Her şey sakin…
Her şey yolunda..
Her şey hayatın akışında…
Her şey güzel kısaca…
İşte böyle bi duygu,
Kafanda kurunca dolduruyorsun sayfayı saçmalıklarla =)
Ya da Anlamla…

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...