Salı, Nisan 26, 2011

YILLARIN ÜSTÜNE....

Bir şarkı var kulaklarında çınlıyor hatta gümbür gümbür çalıyor. Öyle, gününün popüler şarkısı falan değil hatta; eski çok eski bir şarkı. Öyle herkesin dinleyeceği türden bir şarkı da değil hatta; damardan çok damardan.

Sözlerini içine işleye işleye dinlemişti. Yatağı pencerenin kenarında, pencerenin arasındaki boşluklardan soğuk çivi gibi vuruyor odasına. Üzerinde gri bir eşofman ve sabahtan beri hala çıkartmadığı pijamasının altıyla oturuyordu yatağın üzerinde. Günlerden Pazar, hava oldukça soğuktu. Aralık ayının tam göbeğinde, kaçıncı Pazar olduğunu hatırlamıyordu ama evde yalnızdı. Tüm ışıkları kapatmış odasında yatağın üstüne kapaklanmış, bilgisayar önünde, şarkı çalıyor ve o; uzaklarda çok uzaklardaki arkadaşıyla yazışıyordu. Kimseye anlatamadıklarını arkadaşına yazıyordu. Ağlıyordu evet evet ağlıyordu yazdıkça ağlıyordu. Nasıl olduğunu anlayamıyordu ama o kadar çok düşündüğü şey varmış ki yazarken fark etmiş, fark ettiğinde nasıl da acıdığını anlamış anladığında daha çok acımış daha çok yanmış ve daha çok kanamıştı.

Şarkı… Şarkının sözlerini içine işleye işleye dinliyordu. İçine işleye işleye..

Sessiz sessiz ağlardı hep ama şimdi evin sessizliği yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı. Ufak ufak hıçkırıklarla dağılmaya başlamış sessizliğe duvarlara fırlatılan eşyaların gümbürtüsü eklendi. Arkadaşıyla konuştuğu pencereyi kapattı ve nasıl yere oturduğunu fark etmedi.
Şarkı devam etti. Etti etti etti..
O ise, ağladı ağladı ağladı. Sanki can evinden vurulmuş gibi, sanki her şey o olsaydı daha iyi olacakmış gibi ve sanki her şey bitmiş gibi ama aslında yeni bir hayat başlamış gibi, sonda mı başta mı olduğunu anlayamadan kavrayamadan, dipte mi sonda mı yoksa hayatının kaldığı basamağında mı, yoksa daha yukarıdalar mı, bilemeden; ağladı ağladı ağladı…

Zaman bir hayli olmuştu herhalde bunu da bilemiyordu. Yere yüz üstü uzanmış, dizlerini kendisine çekmiş, öylece yatıyordu yerde, gözleri davul gibi şişmiş, yine ufak ufak iniltilerle içini çekiyordu. Elinde bir tutam saç, başı ölesiye acıyor ve ağrıyor.

İçini çeke çeke kapıdan gelen anahtar sesini duydu. Gelen annesi olmalıydı. Kalkıp toparlanmalıydı, toparlanmaya mecali kalmamıştı. Öyle yorgun, öyle dargın ve yemişti vurgunları…
Ufak ufak iniltilerle içini çekiyordu, elinde bir tutam saç, başı ölesiye acıyor ve ağrıyor…

…………

Aradan yıllaaaaar, yıllar geçmişti şimdi. Yatağının yerini değişmişti. Pencereye değil duvara yaslanıyordu artık yatak.
O, Yerde değil yatağının üstünde oturuyordu. Biri vardı şimdi hayatında. Seviyor muydu seviyordu.

Günlerden salıydı şimdi.. Aradan yıllar geçmişti. Büyümüştü ya da büyüdüğünü düşünmüştü.
Nereden açtı anlamadı ama, yine o şarkı kulaklarındaydı şimdi. Yıllardır bir kere bile dinlememişti.
Durdu kendisini dinledi.. Ve fark etti,

Acıyordu hala son yanı…

Salı, Nisan 05, 2011

DÖNGÜ...

Çantamda taşıdığım bin bir tane sayfadan sadece birkaç tanesiydi aslında kapatılması gereken. Açık kalmış, yarım kalmış, üzerine söylenmemiş çok fazla sözü olan ama söylemeye asla cesareti olmayan, belki de bu cümleyi bile hak etmeyecek kadar kirlenmiş “beyaz” sayfadan sadece birkaç tanesiydi.
Zamanın bir yerinde açılmış yazılmış ya da yazılmaya çalışılmış, okunamadan sonlanmış ama sonlanmış dediğinde bile aslında hep içinde yarım kalmış cümlelerin kaldığı sayfalar.
Her söylenmemişlik aslında biraz daha yer bitirir adamı. Halletmek çözümlemek gerekirken aslında gereksiz bir üzüntü kaplar her yanı. Adım atmak imkansızdır artık, dönüp aynada kendine bakmaya çalışmak da ayrıca… Durup adımlarını saymak olanaksızdır duyulmayan adım seslerinin arasında ve kalabalığın gürültüsünde attığı çığlıkları duymamak ne kadar mümkünse, denizin maviliğinden gözünün kamaşmıyor oluşu ve kokusunu alamaması da o kadar olasıdır…
Siyahla beyazın birbirine karıştığı her günde güneş aslında kendi renginde değildir, bulutlara bakıp bakıp benzetilecek şekiller yoktur artık, üstünü kapatan büyük şilteler gibidir şimdilerde o “pamuk” denilen bulutlar, yüreğin ve söylenmemiş cümlelerin….
Dünya umurunda değildir aslında, dönüş hızı bile daha yavaştır hatta dönmüyormuş gibi, beklenen zaman gelmiyormuş gibi, cümleler düğümleniyor düğümlendikçe büyüyor kocaman bir yumru oluyormuş gibi, o kadar ağırlaşıyor ve ağırlaştıkça can acıtıyor daha çok daha da fazla acıttıkça kaşındırıyor kaşındırdıkça tırnaklarını geçire geçire kaşıyası geliyor öyle de tatlı kaşınıyor, öyle de hızlı kaşıyor ki öyle hızlı kanatıyor öyle hızlı kaçıyor; öyle hızlı acıtıyor ki, keşke acıdığı gibi çabuk keşke kanadığı gibi sıcak keşke kaşındığı gibi tatlı tatlı ama acı acı, ama bi şekilde yine de işte, bi şekilde acısa kaşınsa kanatsa ve kabuk bağlasa..
Her yaranın her yanığın iyileştiği gibi iyileşse, birden, hiç anlamadan, hiç fark etmeden, ama aslında acısını hiç nefesinden silemeden..
Evet… Yıllar geçiyor ömür geçiyor, yaraların üstüne yeni yaralar geçiyor, can yarıkları oluşuyor. Kimi sayfalar yarım kalıyor kimi sayfalar ilelebet kapatılıyor. Yaraların izi geçiyor belki de bir çizik gibi insanın gözüne gözüne batıyor. Ama bir şekilde kanı duruyor. Acı bu ya, bir şekilde diniyor….
Ve açık sayfalar kapatılıyor.
Ve üzerine yeni sayfalar açılıyor.
Her sayfanın başlığı farklı her sayfanın kahramanı ayrı oluyor.
Başrol hep aynı, yardımcı oyunculara yenileri katılıyor…

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...