Çarşamba, Aralık 29, 2010

:(

üzgünüm
çünkü yılın son haftasına cok anlam yüklemiştim.
üzgünüm
çünkü bu haftayla ilgili planlarım vardı
üzgünüm
çünkü bu hafta bol bol mutluluk fotoğrafı çekecektim
üzgünüm
çünkü canım acıyor
üzgünüm
çünkü alçıdaki kolum tüm yapacaklarıma engel oluyor...

AMA
2010 fotoğraflarım derlemesini söz verdiğim gibi yapacağım...

umarım...

Sevgiler...

Pazar, Aralık 26, 2010

2010'a veda ederken...

2010’un son Pazar sabahına uyandık bu sabah.
Layığıyla mı oldu derim acaba, evet uyandığım saati düşünürsem eğer, tam bir Pazar sabahıydı doğrusu…
Yarın sabah son defa pazartesi sendromu yaşayacağız bu yıl içinde..
Ve bu hafta son pazartesi son Salı son Çarşamba son Perşembe son Cuma olacak.. Ve bakalım nasıl yaşanacak..
Biraz evvel bilgisayarımdaki resimlere baktım da bi kaç tanesini seçtim içlerinden..
Bu hafta nasıl geçecek bilmiyorum ama elimden geldiğince fotoğraflamak istiyorum..
Aklımda bu yıl için fotoğraflarla süslenmiş bir post hazırlamak var ama..
Bakalım..
Diliyorum ki Bu hafta 2010’um gibi geçmesin
Bu hafta çok güzel geçsin
Hani bir şeyle ilgili en son gördüğünüz en son duyduğunuz neyse onu hatırlarsınız ya
Bu kötü yılım için bu hafta çok iyi geçsin.. hatıralarımda iyi anılarım da yer etsin..
Mutlu bir SON hafta dileklerimle…

Cumartesi, Aralık 25, 2010

BİTMEMİŞ SİGARA...

Koltuğun köşe tarafına oturmuştu her zamanki gibi. Pencerenin önündeki köşeye. Kafasını çevirdiğinde malum dolunayı görebilsin diye. Ay ışığına artık bir de uçakların ışıkları eşlik ediyordu.
5 dakika içinde 3 uçak inebiliyordu. Ne ilginç dedi. Havaya baktığımızda o uçaklar nasıl minik duruyor, halbuki kendinden daha minikleri taşıyor.. uçuruyor..
Mutfakta demlenmekte olan çay kokusu burnuna geliyordu. Eğer kulağında bangır bangır bir müzik olmasa, kaynama tıngırtısını da duyardı.
Demlikten gelen o sese hep hayrandı. Dinlenirdi ruhu sadece o ses olduğunda evde.t elevizyonu kapatır bazen öylece uzanırdı koltuğun üzerine.
Ocaktaki tıngır mıngır kaynayan çay da demini almak üzere..
Kokusu yayılmış evin her bir köşesine..
Evet bu akşam da yine koltuğun köşe tarafına oturmuştu.
Her zamanki gibi..
Her zaman yaptıklarından daha farklı yaptığı bir şey vardı şu sıralarda;
Hiçbir şey yapmamak..
Yeni çıkan şarkıları takip etmiyordu ve bakmıyordu dergilere çok fazla.
Rujlarına dokunmamıştı uzun zamandır.
Bir allık bir rimelle idare ediyordu.
Siyah topuklu ayakkabıları, öncelerden kalmış tek alışkanlığıydı.
Büyük geldiği için dolabın ücra köşelerine kaldırılmış siyah elbisesi tekrar ortaya çıkmıştı.
Ağlaya ağlaya giymişti onu tekrar, halbuki dolaba kaldırırken “senin bedenin bana ekstra large”diyip pis pis, zevkle sırıtmıştı;
ama siyah topuklu ayakkabıları mutlu etmişti.
Siyah ve yüksek topuklu.
Oturduğu koltuğun sol tarafında uzun yüksek bir sehpa vardı. Üzerinde iki saksı.. İçinde menekşeler.
Birlikte almışlardı o menekşeleri.. Eminönü’ndeki uzun bir Pazar gününden sonra, güneş batmaya yakın, balık kokuları hala burunlarındayken evin yakınındaki çiçekçiden almışlardı, aaaaaa ne kadar güzeller diyerek.
Şimdi baktı, solmuş menekleşeler..
Saksıların yanındaki küllüğe baktı. Yakılmış bir sigara ve kendi kendine sönmüş.
Külü kalmış ucunda, hayret nasıl tutuşmamış.
Öylece külü kalmış ucunda..
Tütmüş tütmüş sadece külü kalmış ucunda..
Baktı ve gülümsedi aslında biraz da alay etti bakarken.
Her şey bitmiş gitmiş, dağılmış sokaklar, üşümüş odalar.
Tekrar tekrar açılmış gardroplar.
Yok olmuş gitmiş eski güzel alışkanlıklar.
Bu muydu şimdi tütmüş tütmüş küle çalmış, tıpkısının aynısı vücudundaki yanıklar..
Bilek kemiğindeki çatlak hala sızlıyordu. Yüreği sanki bileklerinde atıyordu. Yavaş yavaş çatırdıyordu sanki kolu.
Bitememiş bir sigara gibi,
Kırılamamış bir kol gibi.
Akamamış bir yaş gibi.
Atılamamış bir adım gibi.
Unutulmuş kıyafetler gibi.
Vazgeçemediği siyah ayakkabıları gibi..
Bitememiş bir sigara gibi, çakmağı çakılmış, ateşe tutuşmuş, ateşe tutulmuş, ateşe bağlı gibi..
Bitememiş bir sigara gibi, tıpkı külü kalmış ucunda gibi,
Öylece çöpe atılmayı bekler gibi..
İnadına atmıyorum seni çöpe..
Dudaklarının değdiği, ellerinin dokunduğu, geriye kalan tek küle bile…
İnadına atmıyorum çöpe,
İnadına yok etmiyorum tamamen

GEL DE KENDİN AT DİYE!!

Cuma, Aralık 24, 2010

Mutluluktur çocuk...


Çocuk dediğimiz şey mutluluk..

Her şey ters gitsin, oraya buraya surat asın, belki lanetler yağdırın, kızın bağırın ne yaparsanız yapın…
Her şey rutine bağlanmış olsun, değişiklik yok sanın, orjinallik yok her şey olağan her şey durağan..
Hayatınız nasıl giderse gitsin kısaca, hiç fark etmez ama birazdan söyleyeceklerim tüm rutinleri bozacak tüm dengesizlikleri parçalayacak cinsten.
Bu sabah uykudan zor uyanmışken, işe ayaklarımı sürte sürte gelmişken,
Çaylar kahveler devrilmiş yine de uyumak istiyorken
Bunlar yetmiyormuş gibi bileğimdeki ağrının omzuma yayılışını hissederken ve maalesef bir şey yapamazken..
Okulun kapısı çaldı, bi ses geldi
“ben geldiiiiiiiiimmm”
Pıt pıt pıt ayak seslerini duydum. Odanın önünden geçti ve direk gülümsetti beni.
“begüm yanıma gelir misin” dedim.
Günaydııınn diyerek odadan içeri girdi minicik ayaklarıyla 2,5 yaşındaki kız..
Öyle bir gülümsedi ki her şeyi değiştirdi sanki…
Ne güneşli görünen havanın soğuğu ne buz gibi odanın kokusu..
Ne ağrı ne acı ne uykusuzluk
Hepsi bi anda gitti çünkü mucize gibiydi o
Minicik bir ışık ama bir dünyayı aydınlatacak kadar büyüktü
Daha 2,5 yaşındayı ama 25 yıllık bi hayata 1 dakikada ışık tutmuştu..
Aldım kucağıma onu,
“abakılarıma baksana annem aldı”dedi
“evet gerçekten çok güzelmiş ayakkabıların çok yakışmış sana” dedim.
Yüzüme baktı başını kaldırıp gülümsedi,
“sen de çok güzelsin biliyomusun” dedi.
Sarıldım sarıldım o da bana sarıldı,
“Hadi ben sınıfıma gidiyorum” dedi
Koşarak ve gülümseyerek odadan dışarı çıktı
Bense arkasından hala yüzümde gülümsemeyle bakakaldım.

Böyle bi mucizesin işte sen çocuk…
Böyle bi mutluluksun…
Öyle temiz ki yüreği ve öyle gülüyor ki gözleri..
Minicik elleri, bembeyaz teni, uzun kahve rengi saçları ile bir melek gibi sanki..
Üzerindeki elbisesi ve pembe ayakkabılarıyla prenses gibi sanki…

Yeni doğmuş bir bebeğe bakarken hep “mucize”ye bakıyorum diye düşünürüm hep.
Ve hep şunu söylerim, bir bebeğe bakmak farkında olmadan gülümsemek, hislenmek, heyecanlanmak ve coşkulanmaktır…
Bir bebeğe bakmak bir mucizeye bakmaktır, mucizeyi koklamaktır..
Mucize dediğimiz şey minicik ellerinde, bezelye parmaklarında ve
Gözleri kapalıyken daha, ne olduğunu bile bilmediği tanımadığı şu dünyaya attığı tertemiz gülücükleridir..
Ve dünya üzerinde arayıp da bulamayacağımız bi kokuyla gelirler ya hani dünyaya,
bu yüzden de bebek yine mucizedir
çünkü o kokunun adı CENNET’tir…

Çarşamba, Aralık 22, 2010

HİNT KUMAŞIM...

Benim için bulunmaz bir nimetsin sen, diyerek başlamak istiyorum söze…
Bir yığın itirafı yazıp dökeceğim gözlerinin önüne bu gece.
En yakın arkadaşlar vardır yani candan da öte, kardeşten de öte..
Konuşmaktan bıkmadığımız, yan yana durmaktan usanmadığımız..
Hani onun yanındayken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız ve nerede olursa olsun yanında olmaktan zevk aldığımız
Sırlarımızı paylaştığımız hani, omzunda ağladığımız, mutluluktan titrediğimiz ve gülüşümüzle güldüğünü gördüğümüz, birlikte kahkahalar attığımız ve birlikte binlerce nice adımımız…
Dost vardır ya işte öyle bir şey…
Ellerinde büyüdüm, dersiniz ya birisi için..
İlk adımlarınızı görmemiştir belki ama çocukluğunuzu, ergenliğinizi, gençliğinizi ve ilk yetişkinliğinizi…
Ve bilirsiniz bilecektir bundan sonra hayatınızın her evresini..
Şimdi ben buraya seninle ilgili bu yazdıklarıma benzer daha klişeleşmiş şeyler yazmaktan öte, yüreğimi koymaya karar verdim şimdi ellerine..
O,
BENİM ABLAM..
Dedim ya, ilk adımlarımı görmedi belki ama çocukluğumda yanımda, ilk başarımda yanımda, ergenliğimde yanımda, ilk hatamda yanımda, ilk gözyaşımda yanımda, ilk sevgilimde yanımda, ilk dostumda yanımda, annemle kavgamda yanımda, öğrenciyken yanımda, genç oldum, yine yanımda,
Üniversiteye girdim, yanımda.. Yollar gittim, yanımda…
Aşık oldum, yanımda… Ağladım, yanımda.. Acı çektim, yanımda..
Mutlu oldum, yanımda.. Kahkaha attım, yanımda..
Mezun oldum, yanımda.. Kepimi attım, yanımda..
İşe giremedim, yanımda..
İşe girdim, yanımda..
Yüksek lisansa başlamaya karar verdim, yanımda..
Yüksek lisansa başladım,o hep yine yanımda..
Kandırıldım, yanımda.
Dönülmez yollara girdim, o yine yanımda.
Tatile gittim, yanımda.. Konserde, yanımda..
Denemelerimde, yanımda.. Yanılmalarımda, yine yanımda…
25’imi üfledim, yanımda..
Gecenin 10 buçuğunda evden kaçtım, yanımda..
Evden yine kaçtım, ve o
yine yanımda..
Gizliliklerimde, yanımda.. Şeffaflığımda, yanımda..
Arkadaşlarımlaydım, o yanımda..
Sabahlara kadar oturdum, yanımda..
En önemlisi;
Ben tek başımaydım ve o
hep yine yanımdaydı.
Yaş farkı dediğiniz şey hiçtir yürekler bir atmaya başladığında.
Dünyaya açılan pencerelerin perdelerini birlikte aralamaya karar aldığınızda..
Attığınız adımları birlikte sorgulamaya ve sorgulatamaya başladığınızda..
O Annemin arkadaşı…
Annemin en yakın arkadaşı.. Dostu..
Benim değerlim o.
Ellerinde büyüdüğüm ve kokusuyla yürüdüğüm yolumda,
Sıkıştığımda yanımda olmasa da biliyorum hep telefonun diğer ucunda.
Bulunmaz hint kumaşım o benim.
Herkesin arayıp bulamadığı, bulmak istediği ama bulamadığı ve bundan sonra da bulmak istese de bulamayacağı benim en kıymetlim o.
En büyük şansım o…
En büyük sırdaşım o..
Ablam o..
Dostum o..
Adını koyabileceğiniz her şeyim o..
Bunları yazarken sana ABLAMM, pastanın siparişini verdim…
Üzerine de öyle bir şey yazdım ki… =))
ABLAMMM, CİCOŞUMM,
İYİKİ DOĞDUN, İYİKİ VARSIN, İYİKİ HAYATIMDASIN…
BUNDAN SONRAKİ HER ADIMIMDA HEP ELLERİNİ HİSSETMEK DİLEĞİYLE…
SENİ ÇOK SEVİYORUM…
…PINAARRR YAŞAMM PINARIIIINNNNN…

Salı, Aralık 21, 2010

YOLDAN GELEN...


Yoldan geleni beklemek hep heyecan vericidir. Uzak bi yerden uzun bi zamandan çıkıp geleni beklemek heyecan vericdir. Bol bol özlemi yüklenmiştir bavuluna, bol bol hasreti, saklanmış kokuları,
Nefesini tuta tuta gelir yoldan gelen, kavuşacaklarının kokusunu doya doya çeksin içine diye ve bekleyenler hep elleri yüreklerinde bi çarpıntıyla bi kuş kanadı sesiyle hiç durmadan sanki.
Pır pır işte…
Uzaklardan gelen birini beklediğim bi gecedeyim bu gece.. Ve böyle yazasım geldi içimden gele gele. Bi yanda gayet dramatik bir dizi izlesem de;

Yoldan geleni beklemek hep heyecan vericidir.
İş ki, gidenler geri dönsün, yolların dönüşü düşünülsün,
Gidişler dönüşsüz, dönüşler kimsesiz kalmasın…

Pazartesi, Aralık 20, 2010

herşeye razı olduğum yerdeyim şimdi

Nasıl güzel bir şarkıdır bu
“ALDIRMA DELİ GÖNLÜM, GİDEN GİTSİN SEN ŞARKILAR SÖYLE İÇİNDEN BOŞVER”
Şimdi dinlerken bir kez daha fark ettim ne kadar güzel olduğunu..
Hele şu dizelere bi bakın
“Her gün bir şey daha biter, GİDEREK ACI VERMEZ BİTEN ŞEYLER,
KAYITSIZ BİR RAZI OLUŞ BAŞLAR, SIRADAN İZLER BIRAKIR EN TUTKULU AŞKLAR..”
Durdum düşündüm tam da aynanın karşısındaydım.
Baktım dondum, tam da donduğum noktadaydım
Tam da lanet Çarşamba gecesinin kokusundaydım.
Yıkıldığım yaşta, yığıldığım yastıkta ve
Akmış rimellerimi gördüğüm aynadaydım.
Kafamı döndürdüm baktım yerlere kadar uzanan beyaz perdelere ve içimden geçip gidenlere,
Ellerimden kayıp gidenlere ve avuçlarımda tutamadığım kendimin her zerresine..
Her zerreme saldığım elvedalara ve erken yaşanıp aslında geç kalınmış yarınlarıma…
Yüzümü aynaya çevirdiğimde göremediğim gözyaşlarımdayım şimdi, kayboluşların arkasında arayışa çıktığım ormanda her kayboluşun ortasında daha da kayboluştayım.
Her yıkılışın yaşandığı yedi tepeli’de,
Her sokağına damlattığım gözyaşlarımdayım, çığlığımı saldığım her caddesinde.
Denizin kenarındayım martıların özgürlüğünde, ve bi o kadar da hapsindeyim beynimin.
Ve yüreğimin nefesi kesilmiş atışındayım, kanı kalmamışlığında..
Parmaklarımın beyazlığındayım şimdi,yavaş yavaş buruşuklaşmışlığında ve
Bir gecede çıkmış beyazlarındayım saçlarımın..
Dökülmüş kaşlarımdayım ve avuçlarımda tutup ağladığım saçlarımda..
Yüzümde çıkan her bir noktadayım şimdi her bir çukurda bi de kopartırcasına ısırılmış kanatılmış yaralarındayım dudaklarımın.
Gözlerimi dikip baktığım tavandayım, odamın tavanındayım yine yeniden,
Aynamdayım, hep beni bana gösteren.
Dili olsa da konuşsa keşke dediğim duvarlarımdayım bi de elimde 4 yaşımın hediyesi oyuncak bebeğimdeyim.
Odamdayım şimdi 25imin bittiği evdeyim.
Kendimdeyim şimdi hissizleştiğim, ne yapalım alıştık artık dediğim, her şeye razı olduğum yerdeyim şimdi..
Umudumun bittiğini söylediğim ama içten içe ağlayarak umut etmek istediğim yerdeyim.
Dedim ya, ne güzel şarkısın sen gecemin içinde ne güzel şarkısın sen yüreğimin sesiyle…
Ne güzel ne güzel sözsün sen ne güzel çaresin sen hayatın silesine..
Giden gitsin sen şarkılar söyle içinden…


http://www.dailymotion.com/video/xbnpbt_aldrma-deli-gonlum-levent-yukselser_music

76'da Salih Amca...

Sabah çok erken uyanınca, mesai bitip otobüse bindiğimde, hele oturuyorsam birde, kaçınılmazdır uyukluyor olmam. Hani sabah olduğunda alarm çalar ve “5 dakika daha” dersiniz ve o 5 dakika çok tatlı gelir ya, otobüste de uyumak öyle bir şey benim için.
Bu akşam 76 numaraya bindiğimde bomboştu, oturacak yerleri seç beğen ve otur yani öyle.. Gittim en arkaya oturdum.
Yanıma bi amca geldi oturdu,onun yanına ondan daha genç bi bey daha. Tam karşılarında bir delikanlı ve orta yaşlı bi bey daha. Hararetli hararetli anlatıyor amca yıllar öncelerine gitmiş, 46’lara kadar falan. İstanbul’un eski hallerini anlatıyor, siyasete girdiler, dünyadan konuştular derken bana ninni gibi mi geldi nedir,ben uyukladım. Bi süre kaçırdım yani anlattıklarını ama en fazla 15 dakika kaçırmışımdır.
Gözlerimi açtığımda baktım etraf öyle kalabalık ki, hani okul servislerinde en arka en popülerdir, orası ayrı bi havalıdır, muhabbetin en çok olduğu sıradır en arka sıra. Orada oturmak için can atarlar ya sanki öyle bi hava vardı 76 numaralı otobüsün en arka sırasında. Cam kenarında ben, yanımda amca, onun yanında ve karşında kendisinden genç iki bey daha ve bir delikanlı. Can kulağıyla onu dinliyorlar. Amca anlatıyor, “istatistiksel olarak Türkiyede doğan her 10 çocuktan 6’sı kız, yani erkek nüfusunda azalma var. E şimdi kızlar napacaklar, hanım kızım da yanımda aman alınma ama, kızlar napacaklar kendilerine en uygun bulduklarını kapacaklar, erkekler azaldı çünkü…..”
Derken beylerden biri dedi ki, “nolursa olsun bu zamanda kimse bir şeyden geri kalmıyor herkes her şeye sahip oluyor, iş eş para, bi şekilde buluyor” dedi ve indi otobüsten her birimize iyi akşamlar dileyerek.
“Artık erkekler hep çalışan bayanlarla evleniyorlar çünkü zaman zor, 22-30 yaş aralığındaki kızlarımızın hepsi çalışıyor, bu hanım kızım da bu aralığa giriyor o da çalışıyor.”dedi amca.
Amca döndü bana “evli misin bekar mısın kızım” dedi. Cevap verdim.
“Allah seni iyi insanlarla karşılaştırsın kızım, yatmadan önce çok uykun bile olsa dua et, allahım bana çirkin şansı ver diye. İstediklerinden vazgeçme, sevdiğinden utanma, kimsenin seni kırmasına izin verme sen nerelisin bakim memleket nere?”
Rize, diye cevap verdim.
“Belli bakışlarından belli, sen yatmadan önce hep dua et kızım Allahına, bana çirkin şansı ver diye, bak ben sana bi kalem veriyim, otobüste geveze bi amca vardı bi türlü susmadı, bu kalem de ondan Salih Amca’dan dersin, ben şimdi iniyorum, teyzen bekler evde, alışveriş yapıp gideceğim, Allah seni çok iyilerle karşılaştırsın yüzünü güldürsün kızım, hadi iyi akşamlar” dedi ve indi 76’dan.
Arkasından ister istemez kıkırdadım. Çok hoşuma gitti sohbeti. Dedim ki kendi kendime keşke o uyukladığım 15 dakikayı bu amcayı dinleyerek geçirseydim. Ne hoş sohbet bir amcaydı.
Hayat dediğimiz böyle bir şey işte, bir otobüs yolculuğu böyle zevk veriyor insana. Tanımadığınız insanlarla aynı yolda giderken böyle tat alıyorsunuz işte paylaşımlardan..
Aynı yollarda yürüdüğümüzü sandıklarımızı gözümüzün önüne getirsek şimdi bi de…
Eeyy gidi ey Salih Amca’nın dileğiyle; ALLAH ÇİRKİN ŞANSI VERSİN HEPİMİZE…

Pazar, Aralık 19, 2010

Pazar Gecesi Yankılanan Hafta sonu senfonisi

En sevdiğim şeylerden bir tanesidir en rahat kıyafetlerimle istiklal’de istediğim gibi yürümek, insanları incelemek, değişik müziklere kulak kesilmek..
İnsanların kahkahalarına eşlik etmek ve kendi kahkahalarımı da hediye etmek.
O ara sokaklarda gezinmek, ilginç şeylere bakmak, fotoğraflamak..
Bi de ayaklarım yere sürte sürte yürümek..
Onca sorumluluk varken omuzlarımda, sanki ayaklarıma yapışmışlarcasına, ağır ağır ayaklarımı çekmek, yere sürtmek, sesini duymak.
Bacaklarımın o serbestliği, hakimiyetsizliği ve ayaklarımın kendi kafasına göre sağa sola savruluşu..
Severim istiklal’in verdiği bu havayı..
Bi de Pazar sabahlarını severim. Hele bi de güneş varsa hava da oh ne ala..
Boğazda kahvaltıyı, deniz üzerindeki martıyı, onun çığlığını, simit atmayı ve simidi yakalayışını
Spor ayakkabılarımı severim, güneş gözlüğümü severim. Makyajsızlığı, doğallığı, rahatlığı,
Derin bir oh çekmeyi..
O huzuru severim..
Bi de… Cuma akşamı işten çıkıp haftasonuna hazırlanmayı.. Cumartesi günü özel işleri toparlamayı, akşama eve arkadaşlar için çıkıp markette alışveriş yapmayı,o sepeti doldurmayı, ellerimde poşetlerim, kulağımda kulaklığım, sallana sallana keyifle eve çıkmayı, yemekler hazırlamayı…
Akşam onları ağırlamayı, yemek masasında uzun uzun sohbetler etmeyi..
Birlikte gülmeyi eğlenmeyi, hüzünlenmeyi..
Sonra gece yarısında sonra “bulunmaz hint kumaşım”ın gelişini,
O, ben, onun bitanecik minik elma’sı ve benim D. Ve G. İle sabaha kadar, sabah 5 e kadar kahkahalar atmayı.. Halleyleri, mandalinaları, brownie’leri.. Sonradan ortaya çıkan aşureyi ve daha fazlasını =))
Pazar sabahı 1’de uyanmayı, aheste aheste kahvaltı yapmayı…
Sonra üçümüzün giyinip, saçımızı şöyle bir düzeltip, dışarı çıktığımız…
Makyajsızlığımız, doğallığımız, Pazar gününün karanlık soğuk ve donuk havasını canlandırdığımız,
Sokaklarda kol kola şarkılar haykırdığımız…
Gidip makyaj malzemesi aldğımız, her mağazaya girip çıktığımız, oturup uzun zaman üstüne sucuk ızgara yediğimiz =))
Eve gelip Cicoş’umla telefon konuşmalarımızı, gülüşmelerimizi, meraklarımızı…
Ve en sonunda bu yazıyı yazarken “ay gibi parlayan Mehmet”le kısacık ama güzel konuşmamızı…

Şimdi klavye üzerinde dolanan kırmızı ojeli parmaklarıma bakıyorum. Kulağımda Sıla’nın son albümünün şarkıları var…

Çok sevdim bütün bunları yaptığımız bu iki günü;
odamda yankılanan bu hafta sonu senfonisini..

Hava kapalı da olsa…
Yağmurlu da olsa…
Soğuk da olsa…

Bi de annem olsaydı....
Tam olacaktı...

PINAAAAARYAŞAMPINARIMMMMM….

Cuma, Aralık 17, 2010

resimler..nefesim...

Yan yana durulan her anı fotoğraflamak için can atarsınız, o heyecan adamın başını döndürür, öyle bir gülersin ki objektife bakarken, sanki dünya durmuş, en büyük mutluluk oymuş, hayat onun kokusuymuş sanki dercesine…
10larca
100lerce
100lerce
1000lerce
Milyonlarca fotoğraf…
Her biri birbirinden güzel gelir insana.. renklendirilir kolajdan kolaja. Siyah-beyazlar bürünür, romantik dizeler alır başını yürür, türküler yakılır, yürek hoplatılır, bir fotoğrafa dakikalarca, saatlerce bakılır ve daha neler neler yapılır..
Arşivlenir o fotoğraflar. Albümlere sığdırılır. O fotoğraflardan saatler yaptırılır, puzzle parçaları hazırlanır, her yere serpiştirilir o fotoğraflar, kitapların arasına, dolapların arkasına, yastığın altına, cüzdana, paltoya, çantaya, gözün görebileceği her noktaya ve her kuytuya.. Elin gittiği her yerden çıkar o fotoğraflar…
Sonra bir gün, her şey alev alır, yanar yanar yanar kavrulur ortalık. Ateş kokar, yangın kokar, alev gibi turuncuya bürünür dünya, gözün gözü görmediği kadar gözyaşı gelir ama yok nafile sönmez o yangın.
Sonra, kül bulutuna döner yer… Küllerin ortasında yüzün gözün kir içinde, yaş içinde oturur kalırsın.
Tek bir tanık tek bir şahit yoktur ki acını anlasın. Tek bir fotoğraf da kalmamıştır artık kalmamıştır ki o hengameden…
Zaman geçer aradan. Her şeyin bittiği anlardan, akşamlardan..
Dikilir karşına nereden geldiğinin farkına sen bile varmadan…
Donar kalırsın öylece, bi kamyon buz dökülmüş gibi üzerine ya da kaynar sular boşaltılmış gibi beyninin her kıvrımına..
Donarsın ya da haşlanırsın….
Donsan da yansan da kalakalırsın öylece.. Nefesin kesilir gider bir heceye..
Bir resme tek bir kelimenin bile en söylenmeyeceği gecede duruyorsun şimdi bak.
Küllerin arasında kalmış yanmamış, parçalanmamış sapasağlam duruyor karşında bak. ne siyah ne beyaz, rengarenk capcanlı, yaşananları umursamaz..
Fotoğraflandığı anda kalmış gülücükler hala gözlerinin önünde bak şimdi sen hala donuk sen hala soluk sen hala buruk…


Hep böyle olur ya zaten..
Yaşamaya ve alışmaya başladığın o noktada zaten gelir dikilir karşına…
Sabahı bulur gecen, geceyi bulur sabahın..
Uyku kaçmıştır artık napsan nafile,
Boşa temiz hava boşa deniz kokusu boşa soğuk su boşa sözler boşa teselliler…
Ahhh pat diye karşıma çıkan o eski resimler,
bak işte nefesimin içine ettiler…

Perşembe, Aralık 16, 2010

Sabah Melankolisi....

5 dakika bile geç uyansam hep geç kalırım işime…
Dışarıdan bakıldığında sanki sessiz sessiz ama içeriye bi göz gezdirdiğinde gerçekten çok büyük haykırışlarla yataktan kalktığını fark etti o sabah.
Haftanın bitmesine az kalmıştı ve bu haftayı oldukça dolu dolu geçiriyordu da ama ters giden bir şeyler varmış gibi sanki hem umarsız ve sakince dolanıyor nefes alıyor ve kilometrelerce koşmuş gibi ağrıdığını hissediyordu bacaklarının kollarının ve kafasının… Kafasının ağırlığı sanki bedeninin ağırlığından daha fazla gibiydi sanki ve hep ayaklarının taşıdıklarından daha fazlasını taşıyordu sanki beyni.. Bu yüzdendi yorgunluğu belki. İşlerinin yoğunluğu bi yandan, koşuşturmalar, uzun uzun listeler, alınması gerekenler, evin içindekiler ve şehrinden uzakta olanlar, dönmesini bekledikleri ve daha nice niceleri…
Havaların iyice soğuduğu günlerden birindeydi yine ve tüm gece kapalı kalmış kapısını açtığında serin havanın yüzüne vurmasıyla irkildi, buz gibi sudan önce ve ürperdi. Birden kendine geliverdi.
Âdetidir zaten, dolabın karşısında 5 dakikaya yakın bir süre beklemek. Onu mu giysem bunu mu giysem diye düşünmek. Yine aynı gerçekleştirdi aynı sabah rutinini.
Koştura koştura hazırlandı ayağında hediye terlikleri. Huzur veriyordu o terlikler ona. Kafasını öne eğip ayaklarına baktığında ona gülümseyen iki tane ayıcık kafası görünce ayaklarında, bi hoş oluyordu.

Sabahın soğuğuna ve karanlığına attı kendini, beklemeye koyuldu gelecek servisi.
Nereden çıktı şimdi sabah sabah bu melankoli dedi içindeki ses…
Ooof of dedi derin derin…
Yine gün aydı içimde karanlıklar...Ve yine yeni bir gün, ama hayallerim hep geçmişimde kaldılar...

Pazar, Aralık 12, 2010

parmaklıklarımın ardından yüreğime sızan güneş ışığım

Her sabah uyandığım karanlığımla koyuyordum başımı yastığa ve her sabahın akşamında daha da kararıyordu hava…
Her akşamın sabahında gözlerime güneş ışığı vurmadan kendimi atıyordum sokaklara ve amaçsızca zorunlu amaçlarımı halletmeye çalışıyordum karınca kararınca…
Ve yine karanlık bir sabahın daha da kararmış bir akşamında silik sönük bir ay ışığı gibi vurdun odama, çarptın suratıma. Aydınlanıverdim ben az da olsa…
Bi gülümseyiverdim sanki aynada duran bakışıma ve sanki bakışıma karşılığım oldun ışığınla odamda.
Çok değil birkaç saatlik belki de birkaç saniyelik bir gülümseyişti belki de ama
O kadar kararmışlığın ardından, beyazlar kattın siyahlığıma…
Sabah oldu şimdi. Perdeleri kapalı odamda gözlerimi açtığımda gülümsedim bakınca pembe duvara.
Yüreğimin üstüne yatmışım gece boyu sanki aman bi yere kaçmasın der gibi korumuşum kollamışım. Ellerimle saklamışım ve hapsetmişim sanki seni, orada bi yerlere.
Kıpırdamamışım, kıpırdayamamışım bile…
Her sabah uyandığım kararanlığımla uyanmadım bu sefer bu sabaha. Parmaklıklarımın ardından vuran güneşin ışıltısı çarptı gözüme. Yaşarttı gözlerimi hoplattı yüreğimi.



Odama vuran ay ışığım,
Belki de son yürek atışım,
Parmaklıklarımı araladığım
Karanlık odamdan;
Parmaklıklarımın ardından;
yüreğime sızan güneş ışığım..

HOŞGELDİN..

Cumartesi, Aralık 11, 2010

yıkmaya geldim tüm direnişleri....

Telefonu eline aldı ve çevirdi numarayı
Aslında, çalsın ama açmasın diye dua ediyordu. Sesini duymayı bu kadar çok isterken neden böyle istiyordu bilmiyordu ama “sesim titriyor duymasın” diye de düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.
Konuşmak istiyordu, ama bişeler tutuyordu onu. Telefonu daha önce de çok fazla eline almıştı ama, olmamıştı yapamamıştı, arayamadan mesajı yazamadan telefonu komodinin üzerine bırakmıştı her defasında.
Of çekip televizyona bakmaya devam etti.

Adım atmak isterken hep geri geri gidiyordu ayakları ve bişeler sanki zincirlemişti onu olduğu yere, ellerini kilitlemişti sanki, beynini kemirip duruyordu hep yüreğindekiler..
Kemirip duruyordu.
Durdu düşündü. Açtı resmini baktı uzun uzun.
“Koşasım var sana ama koşamıyorum anlasana” dedi fısıltıyla.
Onun duyamayacağını bile bile, kendi kendine..
Halbuki nasıl da sarılmak istemişti içten içten sıcacıkken..
“Evet, ona koşmak istiyorum elini tutmak istiyorum gözlerine bakmak istiyorum, canım demek istiyorum canıma basmak istiyorum. “
Neyse, hiçbir şeyi düşünmek istemedi. Gitti odasına aldı kitabını eline. Okumaya çalıştı, güya okudu, sayfaları tek tek geçti ama sayfalardan tek kelime bile kalmıyordu aklında ve her satırda onu okuyordu sanki, her sayfa sesinde onun sesini duyar gibiydi sanki.. O, ondan bir parça olmuş gibiydi sanki, bedeni orda, yüreği onda. Yalnız ama dopdoluydu onunla o odada… Aşık oldum dedi, kendi kendine, yalnızım burada, ama yüreğim onunla, kendimi buldum nefes alıyorum kokusuyla.. Her geldiğinde kokusu burnuna, biraz daha sanki üzülüyordu bi kez daha koşmak istiyordu ve bin kere durduruyordu kendini, bin kere ketliyordu yüreğini, defalarca acıtıyor defalarca kanatıyor defalarca, defalarca vazgeçiyor defalarca of çekiyor, gitmek yerine direniyordu kendine, yüreğine..

Derken kapı çaldı.
Bu saatte bu da kim diye düşündü. Odasından çıkıp kapıya gidene kadar yüreği çarpmaya başladı, sanki kapıdakini hissetmiş gibi, sanki kokusunu duymuş gibi..
Kapıyı açtı, karşısındakini görünce şaşırdı..
Ve duyduklarına inanamadı..

“sen karşı koymaya çalıştın ya aşka, ben yıkmaya geldim tüm direnişleri….”



DİLEK: Öyle bir aşk bulsun ki bizi, direnişlerin geride kaldığı, ellerin birbirini ısıttığı, gözlerin birbirini okuduğu, yüreklerin birlikte vurduğu… Onda kendimizi bulduğumuz, onun yanında kendimiz olduğumuz… Öyle bir aşk bulsun ki bizi, şimdi içimizden ne geçiyorsa onu da alsın gelsin yanında…
Öyle bir aşk bulsun ki bizi, hadi bulsun ve hep yanımızda dursun….
Öyle bir aşk bulsun ki bizi, yüreklerimiz bir vursun….

Perşembe, Aralık 09, 2010

cuma sabahı İstanbul'da hava buz...

Biz alışmıştık aslında güzel bahardan kalma havalara İstanbul’da…
Güneşin turunculuğunun altında ısınmayı sevmiştik hafiften ürperirken.. Kot ceketlerimiz hala en favorilerimiz arasındaydı renkli şallarımıza. =)
Ve şimdi pencereden dışarıya bakmaya gerek duymadan duyabiliyoruz yağmurun sesini. Çatıya hızlı hızlı vuruşunu.. İstanbul’a beklenen kış geldi aralık 10’da..
Sulu kar yağıyor dışarıda..
Ve radyoda “hoşça kal olacaklar sensiz olsun” çalıyor ama ne havanın karanlığı ne şarkının buhranı, keyfimi bozamadı bu sabah neyse ki…
Yağmur, soğuk, kar bu kadar zevk vermemişti herhalde..
E şarkı bile güzelleşti şimdi nasıl keyiflenmeyelim ki…
“Sevenin de sövenin de ah edenin de aaaaaaaaahhhhhhhh canı sağolsun……
Bu dünyaya sevmeye geldiiiiiiiiiiikkkkkk…..
Mutlu oldum dertli oldum aşk uğruna sarhoş oldum …..
Hepinizin canı sağolsuuunnnnn…..”
Cumartesi planlarımızı yaptık şimdiden…
Evimiz…
Eşofmanlarımız…
Sahleplerimiz..
Perdeleri açılmış pencerelerimiz…
Ve arkadaşlar..

Kar yağıyor şimdi istanbul’da…
Hava soğuk ve karanlık..
Ama gayet aydınlığız bu sabah…
Kış da güzelmiş, kış da özlenmiş…
Sevgiler….

PINAR YAŞAM PINARIIMMM……

not: daha fazla kar yağsın diye şöyle denirmiş, ben de bu sabah öğrendim:
"haydar haydar haydar haydar, anneni babanı al da gel"

:)))))))

Bekliyoruz İşte...SABIR SABIR...

Hep beklediğimiz bişeler var şu hayatta..
Bi kaç saat sonrayı
Bi gün sonrayı
Bi hafta sonrayı
Bi ay sonrayı
Bi yıl sonrayı
Bi gideni
Bi gidecek günü
Bi mutlu günü
Bi amacı
Olgunlaşmayı
Yaşamayı
Yaşlanmayı
Ah şu hayatta ne çok şey var beklediğimiz ama buraya yazamadığımız
Neler için sabrediyoruz, sabır sabır diyoruz
Ve kimlere bu tek kelimeyle teselliler veriyoruz
Ne kolay söylüyoruz “sabır” diye bi çırpıda
Ama sabretmek ne kadar zor oysa…
Ne heyecanlarla bekliyoruz ne heyecanlarla sabrediyoruz
Ve ne acılar çekiyoruz Sabrederken
Nasıl da umutlanıyoruz
Nasıl da çaresiziz
Ne kadar da kimsesiziz
Ne kadar da sabrımızla baş başa, berabereyiz
Ne kadar da çok şey bekliyoruz şu hayatta
Ve ne kadar çok şeyi yaşıyoruz sabrederek bekleyerek
Neler için sabrediyoruz neler için bekliyoruz
Nelere kavuştuk şimdiye kadar bu sabırla
Neleri kazandık bu umutla
Düşündüm de…
Hep beklediğimiz bişeler var şu hayatta…
Ölümü bekliyoruz bi kere zaten, Hiç bi şeyimiz olmasa da…

Güzel bekleyişlere….
Sabrın sonundaki mükafatlara..
Güzellikle…

Gideceklere…
Geleceklere…
Bekleyenlere…
Bekletenlere…
Hepimize…

SABIR SABIR….

=)))

Pazartesi, Aralık 06, 2010

Yalnızlığın Altında Güneşlenmek...

Üzerinde siyah bir kazak vardı ve altında daha öncelerde de giymekten zevk aldığı gri mini eteği..
Siyah uzun çizmeleriyle uyum sağladığını düşündüğü füme çorapları…
Tırnaklarına gözleri ilişti birden klavyede gezinen parmaklarını görünce..
Ojesiz, manikürsüz, ama bembeyaz duruyorlardı, bembeyaz kuğu gibi dans ediyorlardı sanki klavyenin üstünde…
Yavaş yavaş işlerini halletmeye çalışıyor, raporlarını yazıyor, gönderilmesi gerekenleri yerlerine gönderiyordu.
Mesai saati bitimine doğru aynaya baktı şöyle bi..gözleri kızarmış bilgisayarın ışığından, makyajı hiç akmamış, öyle bi makyaj yapardı ki tüm gün kalırdı, asla akmazdı.. sadece saçlarının dalgaları biraz sönmüştü ama şekillendiricisi hep çantasında dururdu zaten..problem değildi…
İş bitti.. Çıktı sokağa elinde bilgisayarı, koluna taktığı çantası, tıngır mıngır yola koyuldu.. Eve gitmekten vazgeçti, spora gitti, önce yürüdü, sonra hızlı hızlı koştu, terledi baya, tüm yorgunluğunu attı, gitti biraz da yüzdü…


Sonra kendisini canlı müzik dinlerken buldu..
Hava açıktı. Oturduğu sandalyeden kafasını sağa çevirdiğinde ay ışığını görebiliyordu dolunayın yüzüne vuruşunu ve yıldızların oynayışını.. Gülümsedi..

Önündeki dev şarap kadehini alıp ay ışığına doğru kaldırdı..
Yalnızlığın altında güneşlenmek böyle bir şeydi işte…

Şerefe…

Pazar, Aralık 05, 2010

Cüceler Aşkına DEV Saygılar...

İstiklal caddesi..
Hava yumuşacık.. Sanki bahar gibi bi Aralık..
Cadde alabildiğine kalabalık…
Sesler, kahkahalar, müzikler, uğultular..
Yürüyenler, yürürken ona buna çarpanlar..
Yani çok kalabalık.
O kalabalığı yara yara bir çift geldi karşıdan.
Diğerlerinden farklılar belli her hallerinden.
Dimdik duruşlarından, ellerini sıkı sıkı tutuşlarından..
Etrafa bakışlarından gülücükler dağıtışlarından
Mutluluklarından
Gururlarından..
Her hallerinden belli, diğerlerinden farklılar..
Bir adam… Kot pantolonu, deri ceketi, beyaz tişörtü ile uzun ve yakışıklı.
Bir kadın… Kot pantolonu, kırmızı kazağı, kumral saçları ile çok güzel bir cüce..
Aralarında gözle görülebilecek tek fark, aralarındaki boy farkı.
Ortak noktaları, aşkları..
Ortak noktaları, yüreklerinin aynı atışları..
Ortak noktaları, yürüdükleri yolları…
Adımlarının büyüklükleri, boylarının uzunlukları farklı olsa da, çok fazla ortak noktaları..
En yakın arkadaşımla dün İstiklal’de gördük onları; Biz sorguluyorken hayatımızı…
Gördük..Birbirimize baktık.. Gülümsedik..
Ve işte..
“İşte Bunun karşısında saygıyla eğilirim ben...”

Hayatı boyunca kendisine çok şey kattığını düşünen ama insan yüreğine değer vermeyi öğrenemeyen,
Kendisine laf söyletmeyen ama söyledikleriyle insanları kırmaktan çekinmeyen
Çok şeyi göremeyen, çok şeyi bilmeyen, öğrenemeyen ve öğrenmeye de niyetlenemeyen büyümüş ama hala büyüyememiş insancıklara ithafen….

Cuma, Aralık 03, 2010

iş yerinde kolayca bulunan keyif =))))


Sanki bahardan kalma bi gün yaşıyoruz İstanbul’da ve iş yerinde olmanın keyifsizliğini de hissediyoruz tabiî ki haliyle…
Şimdi şöyle Ortaköy Bebek Arnavutköy taraflarında olmak vardı şöyle gözümüzde güneş gözlüklerimiz, denizin kokusu burnumuzda, tabiî ki harika bir çay da yanında…
Hayal kurmak güzel tabiî ki, aaaah ah çekmek fena olabilir ama olsun yine de hayal kurmak güzeldir =p
Neyse.. Bizim iş yeri ile ilgili klasikleşmiş bi cümlem vardır;
“şuranın bi de manzarası olaydı var ya tadından yenmeyecekti”
Karşımızda yemyeşil çimler var oh mis ne güzel ama işte başka manzara yok
Napalım manzaradan yoksun bi iş yeri burası =)
Bi manzarası olsaydı ya da önünden geleni gideni çok olsaydı, pencereden baktığımızda kalabalık görseydik falan..
=)))))
Hava güzel..
Hava mis…
Güneş harika…
Esinti hafiften hafiften..
Ama işler birikmiş dağ gibi..
Sevgili kırmızı koltuğumuz şuan karşıdan bakıyor “haydi otur da raporları yaz” diye..
O zaman bunun üstüne yapılacak tek bir şey var dedim kendi kendime…
Ve Gittim
Aldım
Geldim
Sonra Oturdum kırmızı sandalyeye
Sandalyeyi döndürüp şöyle bi pencereden dışarı baktım, güneşe, gülümsedim güne ve kendime..
Hiç bozmadan keyfimi, aldım mis kokulu çayımı elime..
İçtim şöyle güzel bi yudum gülümseye gülümseye…
İşte çayın keyfiiiiiiiiiii =)

Biraz evvel E.'ye önerimi de yazıyorum hemen, HERKES ÜSTÜNE ALINSIN,
"bozma sinirini bak hava ne güzel oooohhhh günlük güneşlik, git kendine bi çay al, şöyle güzel güzel iç, bi kendine gel, hadi"


İyi çalışmalar =)))

Çarşamba, Aralık 01, 2010

YILIN SON AYI...

İletime de yazmıştım malum günlük rutinimiz haline gelen facebook’ta;
Ayın 1’lerini sevmesem de, bu yılın son ayının başlangıcı olması sebebiyle torpil geçiyorum Aralık ayına..
Gerçekten artık sevmiyorum ayın 1’lerini. Ve her 1’de yine bi “aman of” çekiyorum yalan değil, sevmiyorum yani.
Ama bu aya torpil geçmeye karar verdim.
Hadi dedim madem bu kötü geçen yılın son ayısın sen;
Madem ki yeni yıla son 1 kala, dedirten aysın,
Demek ki bu yıl son ayını yaşayıp geri şafak saydırıyorsun,
Torpil geçiyorum sana aralık,
İnadına güzel yaşayacağım seni, ve yaşayacağız,
Sana inat Aralık
Sana inat Hayat
Sana inat Gidenler
Sana inat Gelip Üzenler
İnadına işte 2010’a..
Hadi bakalım yeni yıla 1 kala,
hafızalarımızda kalacak güzel bir SON ay’a..
Mutlu günlerle geri şafak saymalara,
Nereye? 2011’e…
Sevgiler…

Salı, Kasım 30, 2010

KASIM'DA AŞK BAŞKA MIDIR?


Kasım 1 itibariyle iletilerde, mesajlarda, resimlerde hep “sweet november”, “Kasım’da aşk başkadır” yazılarını gördüm.
Baktım insanlarda bi coşku bi heyecan.. Kasım sarmış dört bir yanı, aşk sarmış sanki tüttürmüş bacaları..
Baktım baktım gerçekten Kasım’da aşk başka mıydı? Kime farklıydı kasım, yine aynıydı?
Bilemedim.
Bazılarını gördüm, evet işte Kasım’da aşk başkadır dedim ama, bir elimin beş parmağını geçmedi
Fark ettim..
Şimdi düşündüm de bu coşkular bu heyecanlar, aylara yüklenen anlamlar boşuna mı?
Düşündüm de
Kasım’da aşk başka mıdır gerçekten???

Aralık ayında, mutlu aşklar o zaman…=)

Pazar, Kasım 28, 2010

Kalp Kırılmaya Alışmaya Görsün....


Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Her kırgınlığı üzerine çeke çeke atıyor sanki
Sanki her elinde hançer olan koşa koşa ona geliyormuş gibi
Bunu biliyormuş gibi, korka korka kan pompalıyor
Sanki son defa atarmış gibi güm güm atıyor
Sanki son damlasıymış gibi kanıyor.
Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Durmuş gibi sanki nefes alırken hissettirmiyor kendini
Sanki her yere dağılmış sanki orada yokmuş gibi sol yanda
Sanki yok olmuş bi anda
Sanki yolun sonuna gelmiş gibi
Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Sanki belli eder gibi bunu
Her defasında daha fazlasıyla
Ve her defasında daha farklısıyla
Sanki kendine eziyet eder gibi
Sanki medet umar gibi
Kalp kırılmaya alışamaya görsün
Tüm gözyaşlarını kapakçıklarına hapseder gibi
Sanki odalara sığamaz gibi
Sanki ağlayamaz sanki boğulur gibi

Ah Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Ağız dil bağlanıyor kelimeler kifayetsiz kalıyor
Belli belirsiz bi gülümseme yayılıyor
Beyin uğulduyor kulaklar sağır oluyor

Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Her kırıldığında bi kere daha duruyor
Her kırıldığında bi kere daha öldürüyor bedeni
bi kere daha öldürüyor yüreği
Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Her kırgınlıkta daha kapatıyor kulaklarını duyacaklarına
Daha kapatıyor gözlerini göreceklerine

Kalp kırılmaya alışmaya görsün
Kapatıyor kendini…

Kalp kırılmaya alışmaya görsün işte…
Şimdi Parçalarını aramaya hali yok…

Alkışlar…

aynı yol..farklı adımlar...

Sokağın köşesinde durmuş gelene geçene bakıyordu kız sabahın karanlığında.
Bazı sabahlar ne gelen olurdu ne giden.
Bazı sabahlarsa çok sık duyulurdu topuk sesleri.
Kadınların hızla hareket ettiklerini adamlarınsa ağır ağır ama büyük adımlarla yürüdüklerini izlerdi.
Sokağın köşesinde durmuş gelene geçene bakıyordu o sabah ve düşündü ne kadar değişik insanlar vardı şu dünyada, kaşı gözü ne kadar değişik, adım atışı saçını savuruşu ne kadar değişikti.
Erkek ve kadına baktı. Aynı yöne ama ayrı adımlarla yürüyorlardı. Ne kadar farklı adımları ne kadar farklı bakışları, diye düşündü.

Sonra karşıdan bi çift geldi el ele tutuşmuşlardı. Onlar da hızlı hızlı yürüyorlardı belli ki bir yere yetişmeye çalışıyorlardı. Kızın ayağında siyah topuklu pabuçları, adamın üzerinde ise siyah bir palto vardı. İkisinin de ellerinde bilgisayar vardı ama boşta kalan ellerini birbirlerinin elleri dolduruyordu.
Onlara baktı dikkatlice bi kaç saniye içinde. Onlar da birbirlerinden çok farklıydı, kız sarışın adam esmerdi. Kız ince ve kısa, adam uzun ve kiloluydu. Adımlarını atışları ileriye bakışları farklıydı. Bilgisayarlarının boyutları vücutlarının duruşları, farklıydı. Bu farklılıklara rağmen birbirlerine kenetlenmiş ellerine baktı. Aynı yolda farklı adımlarla yürüyorlardı. İki farklı insan aynı yere gidiyorlardı.
O kadar farklılığa rağmen, aynı yolda gülümseyerek yürüyorlardı…

Cumartesi, Kasım 27, 2010

Teyzem'e...TEYZOŞUM...

Hani yazıyorum ya arada bir birilerine, gönderiyorum ya kelimeleri cümleleri.. Hemen okusun diye değil ama günün birinde bu sitenin linkine tıklar, görür ve mutlu olur diye..
Aslında şimdi yazma amacım bu değil..
Hani yorgunluktan heryerinizin ağrıdığını hissettiğiniz anlar vardır ya uyursunuz uyanırsınız hala yorgunsunuzdur. Sürekli bi uyku hali hep dibe çeker sizi ama aslında tv karşısında koltukta uzanmak ve o miskinlik zevk de verir.
Oturduğu yerde binbir tane şey düşünen, ama art niyetli değil, sadece düşünen hayatındakileri ve hayatından gidenler, yaşadıklarını ve yaşadıklarını düşünürler ya sürekli hani, işte öyle bir mood içindeyken geldi aklıma da…
Teyze dediğiniz şey gerçekten “anne yarısı”. Sanki anne kokuyor gibi sanki annem kokuyor gibi 5 teyzemin de her biri. Küçükler her zaman sanki daha bıcırık daha nazlı oluyor aynı benim küçük teyzoşumun olduğu gibi..
Ablalarının bitanesi oluyo, 6 kızın en sonuncusu en nazlısı…
İsterdim ki gerçekten daha yakından duyabilmeyi kokusunu, daha yakından, yan yana kahkahalar atabilmeyi, her mutluluğumu paylaşabilmeyi ve her üzüntümde yanında ağlayabilmeyi.
Hem mutluluğumu hem huzursuzluğumu yaşadığım için küçük teyzoşumun yanında, kendimi şanslı hissediyorum.
Bize geldiğinde evin içinde dolanışımı izleyişini, gülüşümden mutlu oluşunu bi de herkesten farklı “şirine” deyişini..
Sonra en kötü dediğim günümde beni önce sessiz sessiz dinleyişini, gözyaşımın dinmesini bekleyişini, sonra sessiz sessiz sakin sakin benimle dertleşmesini;
Yaşadığım için şanslı sayıyorum kendimi..
Teyzoşummm, 5 ablasının nazlı edalısı..
Anne yarısı diyorum çünkü kaç kilometre uzakta olursa olsun adını duyunca anne kokusu gelir ya hani, işte o yüzden.. Telefonla konuşurken sanki anne sesini duymuş gibi, anne şefkatini hisseder gibi, onun bir “nasılsın” sorusunun altında aslında neler var olduğunu kelime kelime okur gibi…
Teyzemmm uzakta bile olsan Anne Yarım benim… En küçük anne yarım… En minik anne yarım…
Beni hep destekleyen benimle hep gurur duyan, beni hep “şirine”si sayan enn minik teyzem…
Hayatın her zorluğuna çelik gibi durabilen bıcırık teyzem..
Aslan gibi iki delikanlı yetiştiren en yetenekli en küçük teyzem…
Benim gururlu teyzem… Duasını dilinden hiç eksik etmeyen, hep şükretmesini bilen cici teyzem…
Şiveyle en güzel konuşan, “çay” derken ç harfini en güzel vurgulayan güzel sesli en ufak teyzem…
Teyzemmm.. Anne yarım.. Şu hayattaki en büyük özlemimiz, şu şehirdeki aslında en büyük eksiğimiz, burada olsaydı ne güze olurdu diye söyleyip bitiremediğimiz en güzel hayallerimiz, sesini özledim yaaa diyip aradığımız aradığımızda kahkahalara boğulduğumuz ve her ne olursa olsun bizimle gülen, bizimle sevinen, güzel huylu teyzoşum…

Teyzem….
Hadi gel, çay demledim…
Seni çok seviyorum…

Salı, Kasım 23, 2010

öğretmenim canım benim canım benim....


İnsan ailesiyle büyüyor gelişiyor ama öyle bir el var ki dokunduğu zaman çocukluktan yetişkinliğe baştan aşağı etkiliyor hayatı.
Öyle bir el ki hayata bakışını, okula bakışını, kaleme, kağıda, boyaya bakışını dokunuşunu değiştiriyor.
Öyle bir el ki ayakların attığı adımı, ağızdan çıkan cümleyi, ve yüzdeki değişen her mimiği etkiliyor
Öyle bir el ki, bir ömür unutulmuyor.
İşte o mucize elin adıdır ÖĞRETMEN.
Her öğretmenler günü ne kadar özel ve kutsalsa bizim için, tabiî ki öncelikle ATATÜRK’ün önderliğinde, öğretmenleri öğrenci olarak değil onların yanından biri olarak tanımak ve yaşamak çok daha güzel. Bu iki senedir bunu anlıyorum.
Bir çocuğun öğretmenine “öğretmenim” diyerek seslenişi ne kadar mutlu edici bir şeydir, çocuğun öğretmenine sığınması, onun elleriyle yoğrulması nasıl gurur verici bir şeydir.
Anlıyorum.
Bir çocuğun üzerinde öğretmeni olarak kendi çizgilerini görmek ne kadar değişik bir duygudur.
Bir çocuk ve bir öğretmen arasındaki ilişkiyi daha yakından görüyorum iki senedir ve her geçen günümde yeni şeyler öğreniyorum.
Şimdi bütün öğretmenlere yazıyorum bunu ve sunuyorum teşekkürlerimi sonsuzca.
Mucizeler güzeldir, mucizeler önemlidir.
Mucize dediğimiz şey, öğretmenim dediğimizin elleridir..
Öğretmenler gününüz kutlu olsun öğretmenim…

Öğrencilerimizden, öğretmenine öğretmenler günü resmi ve söylemek istediği...

SEYİRLİK DEĞİL ÖMÜRLÜK OLSUN....

http://www.facebook.com/video/video.php?v=225778345746

Hani bazı şarkılar vardır ya özeldir hep. Dinleyince bişeler anımsatır anımsatınca bişeler canlandırır, canlandırınca ya durdurur ya vurdurur, ya deler geçer ya coşturur biter… ama vardır yani bi hatırlattığı bi canlandırdığı bişeler..
Derinden hissedersiniz ya kelimeleri, her vurgusuna kadar, her kelimeye her harfe kadar..
Her nakaratta biraz daha kendinizden geçersiniz hani, şöyle içinizden gele gele ama kimbilir belki de sessiz sessiz söylersiniz ya eşlik edersiniz hani..
Ama vardır yani o sessizliğin ardında bi çığlık bi haykırış, o sessizliktir ki neleri hapsetmiştir içine, neleri gömmüştür sessizliğine.. öyle gömülü bi şekilde sessiz sessiz fırtınalarla eşlik edersiniz..
Her kelimeye her heceye her harfe.
Altındaki her derinliği keşfede ede, içinize çeke çeke ve her kokuda her dokuda ayrı bi derine inerek,
Derler ya, daha da bi derine, diye,
İşte aynen öyle…
Daha da derine en derine…
Her kelimeyi hissede hissede…
Şarkıda derken , hiç ummazdım oldu sonbaharda, gülümseyerek,
Hediye gibi geldin hoş geldin, derken heyecanla,
Seyirlik derken ömürlük olsun,derken umutla…
Her kelimeyi resmen yudumlaya yudumlaya..
Safa geldin son ihtimalim, derken sancıyla, korkuyla ve umutla…
İşte öyle bi yerlerde dolana dolana, vurguyla, aşkla, tutkuyla..
Vardır işte öyle şarkılar, yaşarsınız ya hani doya doya..

İşte öyle bu şarkı..
Doya doya dinlemelik..
Derine inerek söylemelik..
Hissederek yudumlayarak eşlik etmelik..
Değene, hak edene korkmadan cesaretle aşkla aşk-ı ilan etmelik

Pazartesi, Kasım 22, 2010

TATİL ERTESİ..YAZMAZSAK OLMAZ =)))

Uzun tatiller hep güzeldir tabiki ama bittiğinde, eski rutinlere geri dönmek zorunda kalmak hep yorar insanı..
Zaten alışmışız uyumalara, sıcacık yatağın tadını çıkarmalara, şansımıza günlük güneşlik bayram sabahlarına uyanmalara..
Rahat rahat kahve içmelere, uzun uzun kahvaltı etmelere, hoş sohbetlere, hadi diyip sokaklarda dolaşmalara tabiî ki de deli divane..
Her gün rahat rahat sevgilimizin elini tutmalara, dilediğimizce doya doya tatilin tadını çıkartmalara, hasret gidermelere,
Ve daha daha nicelerine..

Uzun tatiller hep güzeldir, şansımıza da İstanbul havası güldü resmen bize bu tatilde. Kasım ayında aşk başkadır dedik ya kasım ayında ilkbaharı yaşamak da başkaymış, bunu da öğrenmiş olduk.
Tişörtleri giyinip gezeceğimizi kim tahmin edebilirdi kasımın göbeğinde ama giydik ve gezdik. Yazdan kalma güneş gözlüklerimizi kılıflarından çıkardık, deniz kokusunu ciğerlerimize doluşturduk ve iş zamanı yapamadığımız çok şeyi bu upuzun tatilde yaptık.
Çok şükür
=)

Şimdi iş zamanı ve pazartesi sendromu bizim iş yerimizde İLK defa çok kolay atlatıldı. Fark ettim ki herkeste bi mutluluk bi neşe var. Çocuklarımız gayet iyi, biz gayet iyiyiz.. her şey yolunda bi problem yok kısaca.
Gecem uykusuz geçmiş olsa da sabah mecburen 6 olmadan uyandım ve gariptir ki saatin o alarm sesini özlemişim. Halbuki daha 10 gün öncesinde o sesi tamamen kısmak o saati de yok etmek istiyordum. Bu sabah öyle olmadı
Fark ettim ki insan gerçekten bazen sevmediği şeyleri bile özleyebiliyor. Kim bilir belki de o sevmediklerimizin arasına sıkışmış bi kaç sevdiğimiz özletiyordur emin değilim ama fark ettiğimi biliyorum. Saatin sesini özledim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra 1 dakika süreyle dolabın karşısında durup ne giysem diye düşünmeyi özledim. Saçımın bozulmuş fönünü düzeltmeyi bi de makyaj yapmayı özledim. (malum 10gün dinlendirdik yüzümüzü-detoks=)) ) tıkır tıkır topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesi o sessiz sokakta duymayı özledim. Daha güneş yeni yeni çıkarken tepelere, çıkan topuklu ayakkabılarımın sesi, kulağımda kulaklığım ve en hareketlisinden müziğim..
Şimdi dahasını saymak isterdim ama dahası bana ve ortaklarıma kalsın istedim.

Dediğim gibi, insan sevmediği şeyleri bile özleyebiliyormuş içinde sevdiği bi kaç bişe olduğu zaman..
Umuyorum ki sevmediğiniz her şeyin içinde sevdiğiniz bi parça mutlaka olsun..
Olsun ki,
Sevmediğiniz şeyler de sizi hayata bağlayacak bi ışık olsun…

İyi çalışmalar… Mutlu haftalar =))))

...PınarYaşamPınarım...


not: çiçek de benden olsun hadi, pembe gibi şeker olsun haftamız diye =))))

Cuma, Kasım 19, 2010

pijamanın rahatlığı... =)))

Çalışırken nedense hayalini hep kurarım şunun;
Sabah saat çalmadan kendiliğimden kalksam, pijamalarımı çıkarmak zorunda olmasam, o pijamalarla dolansam evin içinde, kahvemi içsem gazeteme göz gezdirsem…
Evimizin en çok güneş alan, hatta haddinden fazla ışık alan salonunda, üzerimde pijamam, elimde tv kumandam, kanaldan kanala atlasam..
Zerre makyajsız, olduğum gibi gayet doğal, istediğim gibi gayet rahat,
Ah şu pijamanın rahatlığına bi varsam, ah keşke şimdi pijamalı olsam..
Diye çok geçirirdim iş yerimde ve gerçekten içimden geçirmekte haklı olduğumu bugün kanıtladım kendime..
2010 yılbaşı hediyem olan tatlı terliklerim, üzerimde pijamalarım,
Allahım ne rahat bi gündü bugün, işe başlamaya 2 gün kala….
Mutlu bir cumartesi-Pazar umuduyla… =)



Perşembe, Kasım 18, 2010

"KIZIMA..."

http://www.dailymotion.com/video/x85bzv_yclal-aydyn-kyzyma_music

Anne olmadan çok şey hissettim dinlerken... İstedim ki önceden dinlemiş olanlar da tekrar dinlesin dinlemeyenler ise dinleyip tekrar tekrar dinlemek istesin..
Amacım ağlatmak huzursuzlandırmak değil elbette
sadece;
Bir annenin doğmamış kızına dökülmüş yürekten sözlerini tekrar tekrar duyurmak ve biraz farkındalık yaratmaktı belki de,
Hem kendimize, hem bebeğimize, hem geçmişimize hem şimdimize...
Ne hikayelerle doğup büyüdüğümüzü hatırlasak mı diye
Ya da hatırlamak istemesek de kafamızı umarsızca çevirip ileriye bakma isteğimizi yeşertsek diye mi, öyleydi belki de...

"bi gün kendime neden yaşadığımı sordum;bi anlamı olmalıydı başımdan geçen onca şeyin,
Bi karşılığım olmalıydı hayatta, bu soruyu sorduğumda kendime 23 yaşındaydım, ellerim yaşlanmamıştı henüz ama soluk soluğa kalmış yorgun bir çocuktum...."

Nerelerden geldik acaba bu günlere biliyor muyuz diye,
Çocukluğumuzla ilgili hatırladığımız neydi diye,
İlk diyince aklımıza ne geliyor acaba diye...
Ve düşündüm şimdi, çok geriye gitmedim biliyorum ama 23 yaşında neredeydim ben hangi alemlerdeydi ruhum nerelerde geziniyordu, 23 yaşımda bir genç kızken ben nasıl bir çocuktum… düşündüm…

“Balkona çıktım, dördüncü kattaydım, soğuk bir kış gecesiydi, demirleri tuttum, caddeyi seyrettim ağlayarak, göreceksin; insan nasıl acır kendine böyle anlarda…”
Kaç kere odamın içinde döndüm durdum düşündüm, ay ışığının en güzel vurduğu odası olan o odamın içinde kaç kere pencereye çıkıp baktım çıkmaz sokağa, kaçımız baktık dışarıya yağmur yağarken kaçımız öyle ağladı geceden güç alırcasına, kaçımız kaç kere burnumuzu çeke çeke içeriye girdik, kıvrılıp kaldık yatağımızın üzerine, kaç kere ne kadar aciz geldik kendimize ve hayatı kaç kere gördük karşımızda koskocaman bir devmişçesine…

"....elindeki bira şişesini karşısındaki saat kulesine fırlattı. Saat on ikiye on vardı ve belli ki, ikimizin de canı çok yanmaktaydı."
Acaba çektiğimiz her acı sadece bize mi ait ya da bu dünyada çeken bi tek biz miyiz acaba diye... Yalnız mıyız acaba bu dünyada kavrulurken yanarken ya da gülerken kahkahalara boğulmuşken...
Ortak paydalarda buluştuklarımız da var mıydı ve varsa eğer gözlerimiz kaç kere gördü onları, kaç kere burnumu çekerken aynı anda ağlayan yabancı birini gördüm de gittim yanına ya da gidemesem de kaç kere ağlayarak baktım gözlerine, farklı acılarda yürüsek de aynı gözyaşlarında buluştuğumuzu kaç kere hissettirdim, kaç kere hissettim kaç kere ürperdi yüreğim?
Düşündüm…

"...büyük kararlardan önce mutlaka bi gece beklemeli, eğer sabah aynıysa her şey o zaman düşünmeli bitirmeli bir hikayeyi.."
Ve her aldığımız kararın doğruluğuna inanırken acaba hangi duygularla verdik o kararları, nasıl hükmettik hayatımıza, çok mu düşündük çok mu fevriydik, saman alevi gibi miydik yoksa hala yanan hiç sönmeyen bir ateş miydik
Ve bi de ne öğrendik yaşadıklarımızdan, ne öğrendik attığımız adımlardan, neler bulduk ayak izlerimizin içindeki toprak parçalarında...
Şimdi neyi nere göre belirliyordum var mıydı bir kuralım bir lugatım, neye göre yaşıyordum ben neye göre atıyordum adımlarımı?

"…Aşk'ı tanıyacaksın bir gün, kalbim kırılacak ve belki kıracaksın birilerini...
İyi bir tamirci ol kızım, çabuk onar kırdığın kalplere ve çaresiz kalma kendi kırık kalbine. "

Ne kadarını tanıdık dedim bu aşk dedikleri şeyin, ne kadarını yaşadık, umman kadar mı nokta kadar mı, ne kadar sevdik ne kadar sevildik, çok mu kırdık çok mu kırıldık hangisiydi mirası bu aşk dedikleri şeyin
Hangi kırıklık onarıldı hangisi hala canlı canlı duruyor kan parlıyor kan damlıyor, hangi kırıklığımıza çaresiz kaldık ya da hangisine tuz bastık hayattan...
Kırdığımız kalplerin farkında mıydık, düşündüm. Elimizde tutarken kalbimizi, ardımızda bıraktıklarımız da var mıydı, elimizdekinden damladığı kadar çok mu damlattık çok mu kanattık başka kalpleri

“…ya payına düşen kederi parlatacaksın ya da ömrünle iyi geçinmeye bakacaksın…”
Hangisini yaptım şimdiye kadar ve aynen devam mı ettik yaşamaya
Hiç mi değiştirmedik rotamızı haritamızı, hiç mi değiştirmedik amaçlarımızı
Büyürken neler geldi geçti hayatlarımızdan neler neler öğrendik amaçlarımızdan, ve neler kaybettik hırslarımızdan
Hüzünlerimizi mi alladık pulladık koyduk hayatımızın başköşesine, neresine yerleştirdik onları ya da alıp fırlattık mı bir kenara.. onlar dururken odanın evin hayatın bir tarafında biz gülmeye mi devam ettik, tozlu yerlerde mi sakladık onları ve tüm bunların adını başka bir şey mi koyduk yaşarken… gülümsemeye çalışırken etrafımıza arkadaşlarımıza eşimize dostumuza, aslında gülümsemeye çalıştığımız kendimiz miydi neydi, her şey bi yana ben bi yana mı demiştik ne demiştik, ben kendimi seviyorum derken sevdiğimiz hayatlarımız mıydı neydi, neresiydi bu durduğumuz yerin adı?
Durdum düşündüm, sevdiğim her şeyi kaybettiğimde ortaya çıkan hüznümü ve kazandıklarımda dışarıya vurduğum gülüşümü…
Her şeyi düşündüm dinlerken…

Şimdi anneme baktım döndürüp başımı…
kulağımda kulaklık..Ve şiir tabiî ki…
Sanki annemin sesini duyar gibi..
Dinlerken hissettim 25 senedir annemin benim için hissettiklerini, istediklerini, endişelerini, annem ve benimle ilgili her şeyi…
Yaşamadım bilmiyorum diye içimden sordum, her anne mi böyle hissederdi..
İçimden cevap verdim çaresiz yine kendime, annemin de bu cevabı vereceğini bile bile,
ANNE OLUNCA ANLARSIN KIZIM….


4.GÜNDEN... =))

Bayram geldi ve 3.güne değdi. Bayramla ilgili bir sürü şey okudum, kah gözlerim doldu, kah gülümsedim.
Kendim yazmayı tercih etmedim çünkü hayatın bu akşında, özel günlerle ilgili hep güzel şeyler yazmak istiyorum, umut dolu olsun ve her günden ayrı olsunlar, her güne ışık tutsunlar diye.
İçimden gelmedi yazmak yazmadım ben de ama dün akşam itibariyle öyle güzel bir şey oldu ki yazamadan geçemedim.
Tam bayram tadında geçti dün gecemiz, tam bayram sıcaklığında, kahkahalarla dolu, kalabalık her yer, topuklu ayakkabılarımız ayaklarımızda, mutfakta koşturuyoruz.
Hem bayram kutluyoruz hem hayırlı olsun diyoruz,
Eeeee öyle ki LOLİT’imin nişanını kutluyoruz.
Bayram bayram dediğimiz böyle bir şey olmalı, eskilerde kaldı bizlerde tam hatırlamıyorum ya da hatırlamak istemiyorum üzülmemek için ama
Dün akşam harika bir bayramdı.
Sana da söylediğim gibi lolitammm, öyle bir şey olacak ki mutluluklar zinciri örülecek adınıza, öyle bir zincir olacak ki o hiç kırılmayacak parçalanmayacak öyle sağlam öyle çelik ki ikinizi sarıp sarmalayacak.
Ve şimdi bu lafımının üstüne sadece sevinmek sevinmek ve sevinmek kalıyor bana
Mutlulukları adına
İkisinin adına..
Şimdi hazırlıklarımız var bizim düğünümüz için yaz aylarına…
İyi bayramlar… =)

Perşembe, Kasım 11, 2010

tatile doğru... =)))

Neeeeeeeeeee tatil miiii
Nneeeeeee
Cumartesi Pazar pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma cumartesi Pazar istediğimiz saatte uyanıp istediğimizi yapabilecek miyiz
Neeee süper planlar mı var
Neeee bayram mı var
Neeeeeeeeee rahatlık huzur mu var
Ve neeeeeeeeeee bu harika tatil için sadece Cuma günü mü çalışmak zorundayız??
E iyiymiş o zaman…

Duydum ki tatil planları yapılmış, pasaportlar hazırlanmış, biletler alınmış, valizler hazırlanmış….
Eve filmler alınmış, yeni kitaplar eklenmiş kütüphanelere…
Spor ayakkabılar, topuklu ayakkabılar hazırlanmış, yedi tepelimin gidilip görülecek yerlerinin hayalleri kurulmuş, denize karşı martılara atılacak simitlerin düşleri sarmış her yanı ve tabiî ki hayalini uzun uzun kurduğumuz güneşli güz günündeki brunchlar…
Ve daha niceleri düşünülmüş buraya kondurmadığımız..

Hep derim ya TATİLLER GÜZELDİR diye üstüne basa basa
Güzeldir, motive eder insanı
Güzeldir, çalışırken, okula giderken yapamadığımız ama yapmak için can attığımız her şeyi yapabilme fırsatı buluruz
Onun için,
Bu Cuma öyle bi Cuma olsun ki, çalışmak zevk versin insana, tatile bi kaç saat kala geçen her saniyede bi heyecan kaplasın her yanımızı…

Sizi bilemicem ama biz iş yerimizde; odamın hemen karşı sınıfının bidenecik öğretmeniyle birlikte saatleri sayacağız, o gelecek ve “son 3 saat” diyecek bana gülümseyip sınıfına geri dönecek ve gün bittiğinde biz işten çıkıp “OH BE TATİL” diyip, “sevinme hareketimizi” yapacağız… =))))))))

Ben bile kurdum hayallerimi tatile dair…
Ben bile huzuru aldım şimdiden yanıma…
Bol bol enerji depoladım şimdiden damarlarıma…
Hatta plan bile yaptım yarın akşama =))))
Hadi bakalım, güzel harika bomba gibi bayrama… =))

sevgiler....
PINARYAŞAMPINARIMMMM



Salı, Kasım 09, 2010

10KASIM2010


Her 10 Kasımlarda olduğu gibi bu 10 Kasımda da saatimiz 09:05’i gösterdiğinde ayakta, gözlerimiz Atatürk’ümün resminde Atatürk’e saygıya durduk. Yanımızda çocuklarımızla, minik cumhuriyetçilerimiz ve ellerindeki kırmızı beyaz karanfilleriyle saygıya durduk ve marşımızı söyledik.
Ne kadar gurur vericidir ki öyle birine sahiptir ki bu ülke, elleri minicik parmakları bezelye büyüklüğündeki taptazecik beyinlerin andığı, anarken saygıya durduğu ve kıpırdamadığı,
“ATATÜRK İÇİN BU SABAH BURADAYIZ” diyebildiği ve her yıl daha bir gururla daha bir onurla hasretle özlemle, burukluk ve bazen mahcubiyetle andığımız bir önder ATATÜRK.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da burkuldu içim, keşke dedim yeniden
Keşke görebilseydik onu..
Keşke bu hayata daha önce gelmiş olsaydık ya da o şuanda yanımızda olsaydı
Gururla anarken onu, keşke gözlerine bakarak da varlığını duyarak da gururlansaydık.

YILMAZ ÖZDİL’in yazısında yazdığı ve okurken gözlerimi dolduran cümle ile;
Ölümünün üzerinden taaa 72 sene geçtikten sonra, hiç tanışmadığı, hiç görmediği
insanların bedenine imzasını atan bir başka lider var mı dünyada?

Keşkelerimizin hiç bitmeyeceği bu günden

ATAMIZA SAYGILARLA….




Not: YILMAZ ÖZDİL’İN YAZISINI MUTLAKA OKUYUN…

Pazar, Kasım 07, 2010

25.YIL İÇİN...KENDİM İÇİN...

Kendim için yazıyorum bu sefer belki de kendime armağan olsun diye..
Bütün sıkıntılarımın mutluluklarımın üzerine
25 yaşımın şerefine
Yanımda olanların güzel yüreklerine
Özenle sevgiyle gülümseyişle
25 yaşımın şerefine
Kendime yazıyorum bu sefer…

Düne kadar nelere güldüm nelere ağladım neler yaptım neler yaşadım
Kimi sevindirdim kimi üzdüm
Kime dua ettim kimi Allaha havale ettim
Kaç adım atabildim şu hayatta doğduğumdan bu yana
Çeyrek asırlık şu hayatımda nereye kadar koştum durdum hangi tepelerden baktım hangi ufuklara
Hangi derin kuyulara girdim çıktım
Hangi karanlıklardan çıktım hangi aydınlıklara
Kimlerin ellerini tuttum kimlerin ellerini savurdum uzak tuttum
Ulaştıklarım ulaşamadıklarım
Kanattıklarım kanayan yaralarım
gözyaşlarım yürek yaralarım
mutluluklarım huzurlarım
umutlarım kahkahalarım
Canlarım kanlarım yol arkadaşlarım..
Hareketli geçen günlerim monotona bağlamış işlerim…
Kendilerini göstermeyi seven sevgili dişlerim =)
Gülen gözlerim
Ve daha nicelerim

Kendime haykırıyorum şimdi sessiz sessiz 25’imi

Ve dediğimi yaptım…
Geldi çattı 6 Kasım..
Geldi geçti resmen gözümün önünden hayatım…
Ve aynen dediğimi yaptım hiç beklemediğim bir şekilde 6 Kasım’ın saat 00:005’inde, kapıma gelenlerle, hayatımın gülen yüzleriyle, hepsi ayrı ayrı bitanelerimle,
Ellerinde maytaplarla, dillerinde “iyiki doğdun” nidalarıyla, beyaz meleğimin güzel elleriyle yapılmış P harfli güzel pastayla ve bu yıl için istediğim tek şey ile, pastam üzerindeki 25 mum ile;
Dediğimi yaptım, dileğimi diledim ve üfledim…

“bu 25 mumu 25 yılı üfler gibi üflüyorum. Yerine yenileri güzelleri gelsin diye, hayat bana hep gülsün ki gözlerim de hep gülsün diye…Tek tek etrafımdakilere bakıp diliyorum ki hayatımın her anında yanımda olsunlar diye, bu 25 mumu üflüyorum, bu dakikadan sonra her şey daha güzel olsun, umut dolu olsun, mutluluk dolu olsun, HUZUR dolu olsun diye…”



Üfledim gitti… =))))

TEŞEKKÜRLER…
BENİ MUTLULUKLARA BOĞANLAR;
ÖMRÜNÜZ BOYUNCA MUTLULUKLARA BOĞULUN İNŞALLAH…


PınarYaşamPınarım…

Perşembe, Kasım 04, 2010

ve perşembe gecesi

Bu haftanın nasıl geçtiğini açıkçası pek anlamadım. Pek degil HİÇ anlamadım. Ne kadar hızlı geçtiğinin farkına vardığımda günlerden Perşembe dayanmıştı kapıya.
Harika başladığımı hatırlıyorum haftaya. Ve LOLİT’imin yanına gülerek kahvaltıya gidiyoruz dediğimde, “işte seni hep böyle görmem lazım hep böyle ol yaaa oh yaaaa” dediğini hatırlıyorum. Ve kahkaha attığımı da tabiî ki

Hani kafası dolu olur insanın, ne yaptım ne ettim ne yedim diye düşünürken aslında hiçbişe hatırlamadığını fark eder ya; heh işte şuan tam o mooddayım. Resmen şuan bu haftayla ilgili her şey silindi kafamdan. Bugünkü sinir harbi hariç!
Neyse…

Dediğim gibi bu hafta gerçekten çok güzel başlamıştı benim için ve yarını da güzel bitirmek istiyorum.
Herkesin haftası güzel sonlansın diye diliyorum…
Ve şu bi kaç gündür dilimden düşürmediğim cümlemle noktalıyorum bu Perşembe gecesini

“KENDİMDEN DE VAZGEÇSEM, HİÇ VAZGEÇMEDİM BEYAZ GÜLLERİ SEVMEKTEN”

Beyaz Gül Masumluğunda ve Asilliğinde, Harika bir Cuma dileklerimle…

PınarYAŞAMPINARIM….

Salı, Kasım 02, 2010

Annem...Kıymetlim...




Her sabah yataktan kalktığımda elimi yüzümü yıkamaya giderken kafamı sağ tarafa çevirir annemle babama bakarım hep.. Bakar gülümser, şükreder ve devam ederim sabahıma…
Bu sabah çevirdim kafamı ve ilk annemi gördü gözlerim.
Uyuyuşuna dikkat ettim. Dudaklarını nasıl büzüşüne, gözlerini kısışına, masumluğuna.. Şükrettim, gülümsedim, devam ettim sabahıma..
Düşündüm de, bir kız evladın Allahtan isteyebileceği en büyük ve en özel şey, annesi gibi bir anne olmayı dilemektir. Bilemiyorum belki de bana en büyük dilek gibi geliyordur bu ama, onun gibi bir anne olabilmek gerçekten en büyük dileğim geleceğim için.
Bebekliğimden beri beni misler gibi büyüttüğü için, rengarenk giydirdiği, fotoğraflarımı çektiği, bazen konuştuğu bazen susarak konuştuğu için ama hep kendini bana anlatabildiği için…
İlk adımlarımda mutlu olduğu, en büyük adımlarımda arkamda olduğu için, her mutluluğumu paylaştığı her gözyaşımda o da damlalarını kattığı için,
Mis kokusu için,
Cennet kokusu için…
Annem benim kelimelerimin kifayetsiz kaldığı tek insan.. Hayatım boyunca enn değer verdiğim en kıymetlim. Her kıymetimin kaynağı, hayatımın gökkuşağı..
Annem, canımın dibi, en gizli köşesi, en özel yeri, herkesten sakladığım açmaya kıyamadığım, koklamaya doyamadığım en en en büyük hazinem benim.
Elim, kolum, kanadım, dünyaya bakan gözlerim benim..
Işığıyla beni aydınlatan hayatımın en kıymetlisi, servetim benim…
Nimet gibi kutsalım, kutsal gibi vazgeçilmezim benim…
Tek gece ayrılığımda özlediğim, bir odadan diğer odaya “seni seviyoruuum” diyebildiğim…
Oturup derdimi sıkıntımı anlattığım, kahkahalarımı paylaştığım…
Hayatımı benden önce düşünen kadın… Dualarımı benden önce eden, dilekleri benden önce dileyen, benim için hep güzeli isteyen kadın..
Benim için ne gemiler yakan, geleceğim için kendini öne atan,
Sen canım annem benim bu yaşımı bu hayatımı
Her adımımı hep sana borçluyum hep ardımdaki kadın,hep yanımdaki kadın
Dünyaya daha geldiğim ilk saniyelerde çığlık atarken ben bişeyi anlamadan,
Verildiğim ilk kucak ve aldığım ilk kokusun sen…
En güvenli kollarım, en sıcak yüreğimsin sen..
Ve daha anlatamadığım, kelimelerimin yetemediği, bulamadığım daha milyonlarca sözüm, kelimem, cümlem…
Annem…
Şimdi düşündüm de..
Ellerinden tutarak nerelere geldim ben bugün..
Daha minicikken yürümeyi öğrenirken ellerine dokunarak ve cennet kokunu duyarak,
Şimdi koşmaya çalışıyorum, ardımda yine var olduğunu duyarak, bilerek, hissederek..
Evet… Bu hayatta en büyük dileğim; SENİN gibi bir anne olabilmek..
Şimdi iş yerimdeyim oturmuş bunları yazıyorum sana.
Kanadım olsa da uçsam yanına, sarılsam şimdi sıkı sıkı…
Hep dediğin gibi annem, “kızım olduğu için çok mutluyum” diye,
Senin kızın olduğum için çok gururluyum…
Çok umutluyum…
İyiki doğdun sen… İyiki varsın sen…
Daha nice nice yıllarına, hep birlikte…
Yazmıştım ya hani bu sabah;
Öyle bir 2 kasım gelsin ki, yanında yine ben,biz, ve torunların da olsun..
Öyle bir 2 kasım gelsin ki, harika bir anneye yazılmış bu yazıların yanına,
Harika ananeye yazılmış yazılarımı da ekleyeyim..
Öyle bir 2 kasım gelsin ki,
Her defasında şükredeyim varlığına…
Seni çok seviyorum….

Pazar, Ekim 31, 2010

Ekim'den Kasım'a....

Harika geçen bir hafta sonunun, bir bayram tatilinin ardından yeni bir haftaya ve yeni bir aya başlıyoruz yarın. Ayın 1’lerini (artık) hiç sevmiyor olsam da yine de başlangıçlar hep güzeldir felsefemden vazgeçmeden en azından şu avuntuyla “bir şey başlıyorsa bir şey bitiyordur. Bir şey bitiyorsa bir şey başlayacaktır, bir şey başlayacaksa bir şeylerin bitmesi gerekir, bir şey başlıyorsa umut yaşıyordur hala” devam ediyorum yaşamaya…

Kısaca; 29 Ekim’imizi kutladım, en yakın en can en küçüklük en gençlik arkadaşımın bebeğini kucağıma aldım, bi arkadaşıma bi bebeğine baktım, lise günlerimiz geldi aklıma, gözlerim doldu ama ağlamadım, mutluluktan bile olsa, ağlamadım, güldüm… Pembe evimizin önündeki yemyeşil çimlere basamamış olsam da yine de rahatlık, dinginlik o sessizliğin huzru sardı sarmaladı beni… dinlendim bi güzel ve şimdi İstanbul’da evimdeyim.

Bol moral ve motivasyonla gelmişken evime, zorladım kendimi, hiçbir şey bozamaz sinirimi, kaçıramaz keyfimi dedim kendi kendime…
Dedim işte, belki bozulmaz diye…

Öyle bir ay olsun ki bu ay, herkese güzel gelsin, yenilikler, gidişler, geri dönüşler, başlangıçlar, bitişler, sevmeler, gitmeler ve herkesler hep iyi, güzel olsun..

Ne olursa olsun… yine de güzel olsun.. umut hep olsun..
Kaybetmiş bile olsak, kaybolmuş bir şeyler bir gün ortaya çıkıp gelebilir, geldiğinde hayat verebilir..
Yani o kaybettiklerimiz hala aslında “var” demektir..

Her şey güzel olsun, Türkiye’de de, başka bir ülkede de…
Nefesimiz neredeyse, baktığımız gökyüzü hep aynı değil mi zaten?

Cuma, Ekim 29, 2010

29 EKİM'İMİZ...BAYRAM GÜNÜMÜZ....


Sabah erkenden uyandık ve iş yerimizin müdürü, asistanı, psikologu, 7 öğretmeni olarak evlerimizde bugün için hazırladığımız kıyafetlerimizi giyindik. İş yerimize gittik ve miniklerimizi beklemeye başladık.
Pardon, öncesinde bayram kahvaltısı yaptık. Okulumuza gittiğimizde uzun bir kahvaltı masası sevgili Elif’imiz tarafından hazırlanmış okulumuz sevgili Cihannur’umuz tarafından tertemiz hale getirilmişti.
Uzun masamızda bayram kahvaltımızı yaptık. Kıyafetlerimize bakıp güldük eğlendik. Beyaz gömleklerimiz, kırmızı süeter/hırka/şallarımız ile kendimizi türk bayrağına benzettik. Eğlenceli bir KIRMIZI-BEYAZ kahvaltıdan sonra miniklerimizi ve anne-babalarını beklemeye koyulduk.
Gelmeye başladılar, onuncu yıl marşımızı çalmaya başladık. Marşımız eşliğinde miniklerimiz ve velilerini gülümseyerek karşıladık. Dedeleri ve nineleri en güzel kıyafetlerini giyinmişler, miniklerimiz de kırmızı elbiseleri, kırmızı kravatları ile minik kahramanlarımız olarak bize “bayramımız kutlu olsun öğretmenim” dediler. O minicik yürekleri, taptaze beyinleriyle bayram kutladılar. Kendi yakalarımıza taktığımız ATATÜRK fotoğraflarını onların yakalarına da taktık ve heyecanla annelerine gösterdiler; ve kimisi “ANNE BAK ATATÜRK GERÇEKTEN YÜREĞİMDE DURUYOR” dediler…
Saygı duruşumuzda o minicik kahramanlarımız da bizimle saygıya durdular, istiklal marşımıza olabildiğince eşlik ettiler. Öğretmenleriyle birlikte Şiirler okudular, şarkılar söylediler… Sonunda, 1 gün önce yaptıklar ay yıldızlı cumhuriyet bayramı pastasının üzerindeki mumları üflediler ve pastalarını yediler.
Ellerine ay yıldızlı kırmızı balonları ve Türk bayraklarını alıp okulumuzdan yine onuncu yıl marşımız eşliğinde bayraklarını sallaya sallaya ayrıldılar.. gülümseyerek, minicik yüreklerinde coşkuyu hissederek..
biz de birbirimizi bu güzel gün için kutladık, tebrik ettik, bayramımız kutlu olsun dedik ve kırmızı beyaz halimizle bir sürü fotoğraf çektik, kahkahalar eşliğinde, eğlenerek, gülerek…
düşündüm de, bugün okulumuzun eğitim öğretime başladığından beri bu kadar mutlu huzurlu coşkulu geçirdiği tek günüydü belki de.. herkesin delicesine mutlu olduğu ve gülümsediği, işini hevesle yaptığı, yapıp işinden çıkıp bayramının tadını çıkarmaya çıktığı, güzel günümüzdü..
bugün çok güze bir gündü.
Arzu ettiğim gibi hava şartları nedeniyle ortaköy’e gidip havai fişek gösterisi izleme şansını kaybettik ama, o minik öğrencilerimizin, velilerinin gözlerindeki ışıltıyı ve mutluluğu görmek;
Paha biçilemezdi..

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…



Not: bugünkü resimlerden, edindiğim gün içerisinde mutlaka paylaşımda bulunacağım..

Çarşamba, Ekim 27, 2010

HAYAT...HAVA...


Öyle bir yağmur yağdı ki bugün istanbul’a. İş yoğunluğuna dalmış, artık günün son iş saatlerinde son seanstayken, konuşulanlara kendimi kaptırmış yeni fikirler üretmeye çalışıyorken öyle bir ses duyduk ki odadaki hepimiz, dönüp arkamızı pencereden dışarıya baktığımızda çok şaşırdık.
Sabah ayazı daha dinmeden evden çıkıp iş yoluna koyulduğumuz için havanın ne kadar soğuk olduğunu ya da olabileceğini fark edemedik ama gerçekten bu kadar değişeceğini de tahmin edemedik.
Evet kara kara bulutlar vardı gökyüzünde, bütün gün ofiste ışık yakmak zorunda kaldık ama kış mevsimine has bir şeydir ya bu, gündüz bile olsa ışık yakma ihtiyacı duyabilir insan.
Hava kararmış artık karanlık çökmüşken, seans sırasında gelen yağmurun o sesi
Çatımıza vuruşu ayrı, gök gürültüsü ayrı, rüzgarın ıslıkları ayrı.
Arkamı dönüp baktığımda gerçekten “göz gözü görmez” derler ya aynı öyle bir görüntüyle karşılaştık.
Sanki birden birkaç ay ileriye atlamış kara kış yaşıyormuş gibi bir hava, sokak lambalarının vurduğu ışığa bakarak yağmurun şiddetini fark edebildik ve açıkçası ürktük.
Şimdi yine dışarıda yağmur yağıyor şakır şakır. Sesi geliyor kulaklarıma, toprak kokusunu alamadım henüz ama, gelir birazdan diyorum kendi kendime.
Bu dengesiz havayı düşündüm de, hayat da bazen böyle değil mi bir güneşli bir yağmurlu değil mi?
Sonbahar güneşinin yalancı ısınmalarından sonra ayazla donmak, yaşadığımız bazı mutlulukların daha sonradan sahte olduğunu anlamak..
Bilemiyorum.. bir paralellik var gibi..
Hayat ve hava durumu…
Bir paralellik var gibi..
Günlerimizin ilk bahar tadında huzur verici, sonbahar yağmuru gibi dinlendirici olması dileğiyle…
Mutlu günler…
Bol güneşler…

Sevgiler…

PınarYaşamPınarım…

Salı, Ekim 26, 2010

29EKİMCUMA-5.CUMARTESİ-5.PAZAR


5 cumartesi ve 5 Pazar’ı olan bu ayı da bitiriyoruz, az kaldı.
Daha önceki cumartesi pazarlar nasıl geçti bilmiyorum, hatta şuanda daha Salı gününden cumartesi ve Pazar ile ilgili yazı yazmak da ne kadar doğru bilmiyorum ama takvime ilişti gözüm birden, keyiflendim birden. Ve bi baktım tıkır tıkır yazıyorum gerçekten =)
Bu hafta sonunun bir özelliği var, Cuma akşamından eğlenmeye başlıyoruz. Cuma gününün 29 ekim olması sebebiyle, istanbul’un bir çok yerlerinde şenlikler konserler fener alayları düzenleniyor. Biz de bu sene 29 Ekim coşkusunu ortaköy’de Boğaziçi ve kız kulesi arasında atılacak havai fişek gösterisini izleyerek yaşamayı planlıyoruz. O yüzden cumartesi sabahına Cuma akşamını harika noktalayarak uyanacağız. Madem ki Cuma akşamından keyifleniyoruz, cumartesi Pazar’ımız da bize kalıyor,
E Salı gününden keyiflenebilir, planlarını yapmaya başlayabiliriz =)
Ekimin bu son haftasında düşündüm de 11-15 haftasını “mutluluk” haftası ilan ettikten sonra aldığım geri bildirimlerle gerçekten birilerini mutlu edebildim. Ve şimdi, havalar soğumuş olsa da, yıl sonu adım adım yaklaşmış ve işlerimiz yoğunlaşmış olsa da ve hayatında daha bir çok oyununa rağmen bu son haftayı da güzel geçiriyor ve 29 ekim’i güzel kutluyoruz. Başka şehirlerde olan arkadaşlar bu günü nasıl kutlar bilemiyorum ama bu post’u siz de kendi sayfalarınızda paylaşırsanız eğer daha geniş kitlelere hitap ederiz,
HEP BİRLİKTE =) Daha fazla insana 5. Cumartesi ve 5. Pazarla ilgili güzel düşünceler katmış oluruz belki de kim bilir.. ve paylaşırız belki de 29 Ekim’imizi, 5.cumartesimizi ve 5. Pazarımızı..
İyi bir Çarşamba-Perşembe-29ekimcuma-5.cumartesi-5.Pazar dileğiyle…
Sevgiler..

PınarYaşamPınarım…

not:takvim fotoğrafı koymak istedim ama benden olsun dedim, görüntü çalışma masamdan ;)

Pazartesi, Ekim 25, 2010

GEL !!!!!

Ben sana git demiştim ama, sen gitmesen yine de…
Üzmüştüm seni ama sen üzmesen beni..
Yok istemem dedim ama sen bırakmasan yine de beni olmaz mı ki
Ben hep yine buradayım, arayıp bulurmuyum ki seni
ben sana istemem demiştim ama…
pişman oldum ben…
gitme sen..
gel hep kal dünyamda.
Gitmem bidaha söz sana…
Gitme ama sen kal hep yanımda.
Alamam demiştim dünyayı karşıma
Kal sen yanımda
Varsın yansın bu dünya
Kal sen yanımda,
Varsın gelsin laflar kulağımıza
Vursun geçsin çelik oluruz biz yine hayata
Kal sen yanımda
Gitme bir adım uzaklara
Ben git demiştim sana ama
Gitme sen, kal sen yanımda
Ben istemem demiştim sana ama,
Pişman oldum ben,

GEL….

Salı, Ekim 19, 2010

aşk kokan anne baba...


Odama geldiler ve masamın sol karşısında yan yana duran iki sandalyeye oturdular. Masanın ardından durup dinledim onları. Çocuklarıyla ilgili konuşurken dikkatimi çeken çocukları ile ilgili söyledikleri ve gözlemleri değil birbirlerinin cümlelerini tamamlamaları, birbirlerine destek olmaları, birbirlerine bakışları, gülümseyişleriydi.
İçimin titrediğini hissettim bakarken. Baba o kadar sevecen o kadar nazik ve o kadar sevgi doluydu ki. Aynı şekilde anne de bi o kadar tamamlayıcı anaç ve çaktırmadan nazlı ve edalı.

Düşündüm.
Şimdiye kadar yaptığım görüşmelerin hangisinde karşımdaki çifti “anne ve baba olmak”ın dışında onları “birbirine aşık karı koca” olarak görmüştüm? Düşündüm. Şimdiye kadar karşıma gelen hangi çift böyle içimi titretmiş ve birbirlerine bakışlarından böyle mutlu olmuştum.
Karısının gözünün üzerine düşen saçı nazikçe yüzünden savuran, kocasının sırtını sıvazlayan o çocuğundan bahsederken, gülerken birbirlerinin gözlerinin içine bakan?
Minik espriler yapan ve esprilere daha da renk katan, renkleri uyumlu, ve bu kadar hissedilebilir olan dışarıya vurdukları duygu?

Düşündüm.
Bir gün anne olursam ve yanımda çocuğumun babası olduğunda; öğretmenleriyle görüşmeye gittiğimde gerçekten böyle hala aşk kokabileceğim bi eşim, çocuğumun öyle bi babası olsun.

Düşündüm.
Ne kadar güzel ki; sevginin saygının yok olmadığını dışarıdan görebilmek, buna gıpta edebilmek, maşallah diyebilmek ve böyle çiftlerin olduğunu görmek bunu yaşamak.

Düşündüm.
Şuan içimden geçenleri onlar bilmiyorlar ama bilmelerine de gerek yok.
Onlar öyle güzel veriyorlar ki birbirlerine her şeyi, anne baba olmak ve karı koca olmak, hepsini bir arada gördüm

Sevginin saygının uçuştuğu odamdan çıktıklarında,
Aşkın kokusu bıraktılar bana ve odama…
Bi de sebep oldular bu yazının ortaya çıkışına...

Sevgiler...
Aşk kokulu günler... ;)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...